5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1058
Okunma

Her mahkûm, cellâdına aşıktır biraz... Bilirsin ölümünün onun ellerinden olacağını... Son anların, onun kollarında geçecektir... An veda zamanıdır şimdi...
Sona doğru gidilen o en uzun yolda, sadece onun yürek atışlarını duyarsın... Ağır hareketlerle eşlik eder yüreğin duygulara... İçinin gelgitleri dinmiştir artık... Üzerine beyazlarını giydirirler... Göğsünde birkaç satır yazı asılıdır... Hüküm verilmiştir artık...
Bir boşluğa yürürsün yavaş yavaş... Hiç bir şey gelmez aklına o an... Düşebileceğin en yükseğe çıkarsın sessiz adımlarla... Boğazına dolanırken yağlı urgan, sahnede yalnızca ikiniz kalırsınız geride... Gözleriniz buluşur sessizce... Uzaktaki izleyiciler, hep uzaktırlar size... Ölüm düşebileceğin en yükseğe çıkabilmektir belki de...
Dışarıda, olanca güzelliğiyle yağıyor yağmur... Gün; akşamla karışmaya hazırlanmakta... Dışarıda tatlı bir telaş var sanki...
Akşam, erken iniyor yağmurların arasından şehre... Birazdan başlayacak yine hüzün... Sen, çıkacaksın birazdan düşebileceğin en yüksek yere... İlk basamak ayaklarının altındadır şimdi... Başlar işte yolculuk yine...
Yağmur gece boyunca yağacak belli... Gün boyunca yaşananlar, tüm çıplaklığıyla kucaklayacak seni... Gündüz yaşadıklarına gidip geleceksin istemeden... Fırtınalara eşlik edecek duyguların... Gün içinde yaşananlar bir bir canlanırken gözlerinde; sen gecenin terkine bineceksin yine... Her şey akar elbet... Gün akar... Gece akar... Ve kekremsi bir tat kalır dillerinden geriye... Acılar, hüzünler, sevinçler tortulaşır içinde işte...
Arkamda; kolumu, bacağımı veya hayati organlarımdan birini bırakmış gibiyim... Sanki yaşam nefesimi bıraktım geriye... Cellâdım son kez doladı urganını boynuma... Vakit gece yarısına yaklaşmakta...
Bense, başımı dayamışım pencereye... Bir sevgilinin omzuna yaslanır gibi usulca yaslamışım başımı, gömmüşüm yüzümü camın yüzüne... Alnım, dışarının soğuğunu yalıyor bir süre... Nefesim, camın buğusuna karışmakta... Gözlerim ise dışarıda... Sokak lambasının etrafında yitiyor bakışlarım... Derin bir boşlukta yok oluş sancıları var içimde...
Ruhum mu kirlendi yoksa... Vıcık vıcık çamur mu olmuş duygularım... Neden hala yağmıyorsun... Kime küstün... Niçin bulutların arkasına gizleniyorsun hala... Özlediğimi bilmiyor musun sen... Bedenim, ruhum hasret sana nicedir...
Yağmalı artık kar... Özledim... Hem de çoook... Özlem, bir dalga gibi kaplıyor yüreğimi... Ruhumun en diplerinden yakalıyor ve beyazlıklar üzerine fırlatıp atıyor beni... Bin bir parçaya bölünüyor duygularım... Karaya vurmuş balıklar misali, nefessiz kalıyorum... Savruluyorum...
Ve neden özler ki insan ‘kar’ı... Beyazlığa duyulan özlemden midir sizce... Yoksa yağmurlara karışan tozların, ruhları kirleten yanlarına duyulan öfkeden midir acaba... Büyüleyici beyazlığa, el değmemişliğe, kirlenmemişliğe duyulan özlemden olabilir mi sizce...
Bir sevgiliyi bekler gibi bekliyorum yağmasını ‘kar’ın... Hadi yağ artık kar, ne olur... Özledim seni inan... Dokunmak istiyorum beyazlığına... Ellerime almalıyım seni önce... Koklamalıyım doyasıya... Sürmeliyim yüzümü yüzüne... Sonra, uzanmalıyım üzerine sessizce... Yaşadığım şehir yeterince kirlendi bak... Hadi sar sarmala bizi yine...
İnsanın otuz yıllık arkadaşından ayrılması ne demek bilir misiniz... Kahretmeden, kızmadan, gönül koymadan veda etmesi hani... Gözlerinin içine baka baka...9.senfoninin eşliğinde güle güle git diyebilmesi ona... Son kez kıvrım kıvrım uzanan dumanların üzerine binip duman olmak hani... Ve insan nasıl kahredip kızabilir ki ona...
O, seninle var olmuş... Kim bilir kaç geceler yanmış seninle birlikte... Ellerinin, gönüllerinin dostu olmuş çoğu zaman... Damarlarında çıkmış yolculuğa... Kâh göklere savurmuş seni, kâh indirmiş yeryüzüne... Yürek çarpıntılarına ortak olmuş günlerce... Gözyaşlarına eşlik etmiş, gecelerce düşmemiş ellerinde...
Birini yakmışsın, söndürmüşsün ötekini... Bezen unutmuşsun onu bir kenarda öylece... Hiç gönül koymamış sana... Yanmış ve bitmiş kendi halince... Hiç cellât, mahkûmuna gönül koyar mı sizce... Sonra eşlik etmiş bir başkası sana yine... Sürüp gitmiş bu böylece işte...
Bu dünya içinde dolaştığım dünkü dünya değil sanki... Bu gece her zamanki gece değil inanın... Soluduğum hava ciğerlerime küsmüşler... Her şey değişmiş, sanki bambaşka yüzler var karşımda...
Ağaçlar farklı renklere bürünmüş... Kaldırımlar her zamanki gibi görünmüyor gözlerime... Şu çöp bidonu, dışarıya taşan çöpler ve çöpü deşeleyen adam... Sağa sola kaçışan birkaç kedi... Ve bir sokak köpeği...ve gecenin kör saatleri...
Okuduğum kitaplar... İçtiğim çay... Yediğim yemek ve yudumladığım rakım... Hiç sohbet etmek de istemiyor bu günlerde canım...
Dışarının soğu hiç bilmediğim kadar yüzlerimi kırmızıya çeviriyor... Gökyüzü bir başka ıslak... Her canlı bir başka bakıyor bu gece sanki... Kırmızılar, kahverengiler, yeşiller karışmış birbirine...
Derin bir nefes alıyorum içime son kez... Ciğerlerim ağlıyor, hissediyorum... Son kez sarılıyoruz birbirimize... Hadi; vakit tamam diyorum sessizce...
Son kez dönüp bakıyorum geriye... Hafifçe itiyorum ayağımla onu yere... Boşlukta sallanıyorum işte... Kar yağmaya mı başladı ne...