- 2550 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Pazar/Ertesi/Öncesi
I- Pazartesi
‘’Nasılsın?’’ diye soruyor.
‘’Farkındayım’’ diyorum.
‘’Farkındalık yorar, düşüncelere boğar insanı’’ diye cevap veriyor.
‘’Dinlenmem yakın’’ diyorum.
‘’Nerelerdeydin?’’ diyor;
‘’Hüzündeydim, gelemedim’’ diyorum.
‘’ Senin bu konuşan, bağışlayan ve üreten yanını seviyorum’
’ (bunu hangimiz söylüyoruz hatırlamıyorum)
Düşünen kalbini seviyorum onun…
Ben hep Don Kişot oluyorum, o illüzyonist. Ben aç gözlü kalabalıkta onu koruyorum, o gözlerini boyuyor kara gözlü, kem sözlü devlerin. Beni incitecekler diye gökkuşağıyla tıkıyor dillerini.
Bazen bir düş satıcısı oluyor. Düşleri pazara çıkarışındaki cömertliğini seviyorum.
Ben ona bir düş veriyorum, o benim için rüya görüyor. Her şeyi takas ediyoruz. Bazen ben daha çok seviyorum, bazen o daha acıklı özlüyor.
Bazen gölge gösterisi yapıyor canı isterse. Ağaç gövdelerine saklanmış mantarları birer birer bulup çıkarıyor. Bulutlara benziyor tehlikeli mantarlar, gökten zehir yağdırıyoruz birlikte.
Bana da öğretiyor kukla oynatıcılığını. Beceriksizliğime hiç kızmıyor.
Göz bebeklerinden öpesim geliyor…
II- Pazar
Gidenlerden söz etmek istiyorum. Hayatın her evresinde işler tıkır tıkır yolunda giderken veya tam tersi her şey sarpa sardığı vakit ardına bakmadan gidenler… Sahi gidenler neden gider?
Hiçbir şey paylaşmamışçasına, hiç tanımamış veya hiç tanışmamışçasına neden unutulmayı göze alıp gitmeyi seçer gidenler. Kırıcı sözler, uzayan diller, edilen yeminler, alınacak intikamlar ve ağır ithamlar, iftiralar, hırpalanan kalp parçacıkları…
Giden ve geride kalanlar arasındaki o incecik çizgide ne de çok duygu patlaması yaşanıyor. Kutuplaşma zinciriyle ortaya çıkan ‘’ötekiler’’ ve ‘’berikiler’’ ‘’bizim köyden olanlar’’ ‘’bizim köyden olmayanlar’’ ‘’bizim köye asla giremeyecek olanlar’’. Tanımadan sevdiklerimiz, tanısak da sevmediklerimiz, dışladıklarımız. Aynı havayı soluduğumuz onca insana, ortak noktalarımızı, aramızdaki bağların sağlamlığını ve paylaşılan nice güzelliğin artık mühim bir yanının kalmadığını hissettirdiğimizden mi gidiyor gidenler?
Arada kalanlara tiksinti duyulan insan muamelesi yaptığımızdan birer birer kaybediyoruz herkesi. İlle taraf olmaya, ille bir guruba dahil olmaya zorladığımız sevecen insanları kin gütmeye, hedef seçmeye zorluyoruz. Arafta kalanlar bu zorlama çabamızdan öylesine sıkılıyorlar ki, onlar da gitmenin eşiğinde buluveriyorlar bir anda kendilerini. Çünkü onlar hiçbir davanın parçası olmak, hiçbir savaşın neferi olmak istemiyor. Başlı başına bir kimlik olduklarını ısrarla diretiyorlar. Ama bizim her şeyin dengede olmasını amaç edinme politikalarımız sözü yoruyor. Mana manasını yitiriyor. Mantık köreliyor, duygu azalıyor. Tüm kontrolü elimizde sıkı sıkı tutmak istiyor ve hükümranlığı devretmek istemiyoruz yabancılara. Kümelendirdiğimiz insan nicelikleri çoğu zaman ellerimizde patlıyor. Neden sonra göz göre göre can veren doğru sandığımız yanlışlarımızla ve hiç hayıflanmadığımız hatalarımızla baş başa kalıyoruz.
III- Cumartesi
Voleybol maçındayız. Ben pilates topunun üzerinde bile bulamıyorken dengemi, smaçlar havada uçuşuyor. Gözüm fileye takılıyor. Enteresan hiçbir şey olmuyor. Maç 3-0 bitiyor.
Sesini duymak istiyorum , dost sesini, gülümseyen sesini . Arıyorum, bugün görüşmemizin imkansız olduğunu söylüyor. İmkansızlığı hiç sevmediğimi düşünürken, kalbime olanca ağırlığıyla sanki bir fil oturuyor.
Dostluklar doğası gereği insana bir güven aşılıyor. Yanımda olmasa da varlığını bilmenin iç huzuru yatışmama yetiyor. Geçeceğini bildiğim zor günler için destek olacağını duymak, o sıkıntılı sürecin hızlanmasına sebep oluyor. Sırtını sırtıma yasladığında tüm düğümler çözülüyor. Deviremeyeceğim engeller kalkıyor, yıkamayacağım buz dağları birer birer çözülüyor. Toprak aniden yarılıyor, sevgisiyle yer yerinden oynuyor.
Başımı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum. ‘’Çok şükür mavi sonsuzluk başımın üzerinde hala’’ diyip, tüm mutsuzlukları uçan balonların akışkan heyecanıyla boşluğa salıyorum.
Hiçbir şey olmuyor üzülmezsen. Üzülmek bile emek, katlanmaksa beceri istiyor. Öfkeliyken de seviyorum kendimi. Bana yaşadığımı hatırlatıyor.
Yalnızlığı velinimet gibi başımın üzerinde gezdirirken, birden bir kalabalık tütüyor burnumun dibinde. En karıncalanmış yanımı bulup elleriyle yokluyor, tüm uyuşan hislerimi teselli ediyor. ‘’Tevekkül et, tevekkül’’ diyor ‘’azgın kalabalık’’. Gözlerimi açıyorum karıncalar gibi iç içe geçmiş kalabalık birden çil yavrusu gibi dağılıyor.
‘’Bu da geçecek, neler neler geçmedi ki’’ diye söze başlayıp kendimle hasbihâle çekiliyorum.
Sonrası derin bir tefekkür, derin bir iç huzur, derin bir kanıksayış, derin bir ölüm ve dirilme anı…
İçime siniyorum, saydam yaralarımla suskunluğu bölüşüyoruz.
Ben yaralarımdan, yaralarım benden razı. Konuşmadan dinlesek bile birbirimizi anlıyor ve kabuğun sancısını seziyoruz.
Kalbimi o en derine gömmek için dua ediyorum….
fulya/aralık2011
YORUMLAR
...
I- Pazartesi
‘’Nasılsın?’’ diye soruyor.
__Şimdi doğdum !
‘’Farkındayım’’ diyorum.
...
II- Pazar
Sahi gidenler neden gider?
...
III- Cumartesi
Başımı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum. ‘’Çok şükür mavi sonsuzluk başımın üzerinde hala’’ diyip, tüm mutsuzlukları uçan balonların akışkan heyecanıyla boşluğa salıyorum.
__(Duygu/Sevgi)..İpleri çözüldüğü için !
...
güzel yazınızı kutlarım selâm ve duam ile