4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2784
Okunma
DESEM Kİ:
Yurduna 38 yıl büyük özveriyle hizmet eden ve ailesine yalnızca onuru ve şerefini miras bırakan bir babayla. Gölgeyi kendine saklayıp, günışığını daima başkalarına armağan eden bir annenin, kuş uçmaz kervan geçmez bir köyünde doğan kızlarıyım.
Gittiğimiz yerlerde gördüklerimin, yaşadıklarımın, hissettiklerimin fotoğrafını gören bir göz ve hisseden bir yürekle çekip o saf, temiz çocuk yüreğimin her bir köşesine yerleştirmiş olduğumu anlamam pek de zor olmadı.
Bu nedenledir ki; Bir çoğu köy kökenli olduklarını, halkın ve de yoksul bir hayatın içinden geldiklerini söyleyen ülke idarecilerinin çoğundan daha iyi tanırım bu toplumu ve yıllardır süre gelen bu bozuk-çarpık-kokuşmuş düzenin (sorumsuz) sorumlularını ben!..
DESEM Kİ:
Başta ülkenin dış bağımlılığına zalimliklere, zorbalıklara direnen. Haksızlıklara karşı çıkan. Onurlu, namuslu, gerçek yurtseverler toplumdan dışlanmış, işkence görmüş, yaşam hakları ellerinden alınmış ve anayurtlarından kovulmuşlardır. Şimdinin başbakanı ise bu kovma işine, böylesi hayırsız evlatları yetiştiren anaları da dahil etmiş ve “ananı da al git!” deyivermiştir alenen.
DESEMKİ:
Sayın Başbakan; Bir ülkeyi idare etmek. Her bireyin talebini yerine getirmek öyle kolay bir şey değil elbette. Ancak iki sorumluluk vardır ki, bunları üslenmek büyük cesaret, yüreklilik ve iç disiplin gerektirir. Biri: Çocuk sahibi olmak. Diğeri: Ülke idaresinde söz sahibi…
Bir çocuktan canavar da yaratabilirsiniz, melekte. Bir idareci ülkeyi vezir de eder, rezil de.
Bu ülkede her ikisi de emeksiz ve bilinçsizce üretildiğinden bol miktarda var!
DESEM Kİ:
Hayatta hiçbir şey asla insan onurunun. Kadınlık gururunun önüne geçemez. Ve bir insanın sahip olabileceği en değerli şey: Sağlam karakteri ve güzel Ahlakıdır.
DESEM Kİ:
Okul harçlığımızı bırakılan yerden alırken bile mahcup olan. Yere düşen cüzdanımız alırken utanan. “Kol kırılır yen içinde kalır” inancını, terbiyesini, görgüsünü ve alışkanlığını her şeye rağmen sürdürmeyi başarabilen. Bastığımız toprakları incitiyor olmanın üzüntüsünü duyan. Bir çiçeği okşamaya kıyamayan. Aile bireyleri başta olmak üzere hiç kimseye bir “teşekkür” borcu olmayan böyle bir toplumun bir bireyi olarak desem ki: Ben cehennemi kendi ülkemde yaşıyorum.
DESEM Kİ:
Sayın Başbakan; Adalet ve Kalkınmayı hedef alarak yola çıkan ve son seçimlerde ülke genelindeki oyların yarısından fazlasını alan bir partinin liderisiniz.
“Kalkınma” vaadinizden başlarsak, bu konuda en yaman düşmanınızın bile size bir tek laf etmeye hakkı olamaz. İnanın.
Şu toplumun yaşantısına bir bakın Allah aşkına!...
Bu ne zenginlik. Bu ne bolluk. Bu ne tüketim. Bu ne memnuniyet.
Televizyon kanalları şen-şakrak kadınlarla daha bir güzellik ve anlam kazanmış durumda. Her kanal bir iki çeşidini dahi soframıza getirmeyeceğimiz türlü çeşittten yerli-yabancı yemek tarifleriyle kaynamakta. Reklamlardaki zengin masalara bolluk bereket yağmakta bir simide göz ucuyla bakamayanlara inat.
Dağlar taşlar gökdelenlerle bezendi. Hepsi anında sahibini buluyor. Bir ailede en az üç çocuk. Üç araba. Dünün baldırı çıplakları bu günün dünya zenginleri arasında neredeyse.
DESEM Kİ:
Sayın Başbakan; Bedavacılığa alıştırdığınız. Dolayısıyla avuç açmayı, istemeyi, duygu sömürüsü yapmayı, gözyaşlarına boğulmayı marifet ve başarı sayan bu güruhun. Dünyevi çıkarları uğruna insanlıktan çıkmış zorbaların. Diplomalı canavarların oluşmasına sebep, başta: Adalet-Hak-Hukuk-Emek-Alınteri kavramlarını hiçe sayan haksız düzeninizdir. Namuslu insanların hakkını ellerinden alıp, hak etmeyenlere dağıtırsanız bol keseden. Oyları da alırsınız işte böyle bol keseden. Devletin valisi. Devletin kaymakamı ve uçan kuşa borçlu olduklarını görülmemiş bir pişkinlikle ilan eden Belediyeleri hep bu güruhu Kalkındırmanın yoğun çabası içinde değiller mi?
DESEM Kİ:
Akşam haberlerinde görüntüyle birlikte düştü haber ekrana. Yaşlı bir teyze şehre yeni atanan validen ev istiyor. Vali nerede yaşadığını soruyor teyzeye. Oğlunun evinde kaldığını söylüyor teyze. Vali bu duruma seviniyor. Teyzenin oğluyla birlikte yaşıyor olmasından dolayı mutlu olduğunu düşünüyor besbelli. Oysa teyze son zamanların düzenini ve bu işi iyi biliyor belli ki. “Sen de yaşlanınca gelininin yanında kalırsın inşallah!” diyerek valiye ağzının payını veriyor bir güzel! Ve kapıyor validen “ev sözü” nü anında.
Televizyonun müzik kanalındayım bir akşam da.Tuhaf beden hareketleri ve mimikleriyle dikkatimi çekiyor eli mikrofonlu bir adam ilk önce. Şarkıya başlıyor arkadaki koronun yardımıyla. “Kim bilir kimin adamıdır?” deyip iç çekiyorum yine.
Tam kanaldan ayrılacakken eli mikrofonlu bu adam üstten bakan bir tavırla:
“Tayyip benim çok eski arkadaşımdır Başbakan yani…Biz birlikte çok top koşturduk. Beni buraya o gönderdi. ‘Git, gençlere örnek ol’ dedi…”
Ben daha ne diyebilirim ki onun bu sözleri üzerine. Bu şahıs o müzik kanalında sürdürüyor örnek sanatçı olma görevini hala.
Hanidir hem ekranları parselleyen hem ülke çapında ünlenen namı-diğer “jet skili cübbeli Ahmet hoca” nın yatacak yeri yok bence. Programı yapan kişi, konuk ettiği hocasına soruyor: Hocam! Adam namazını kılıyor. Ancak elektrik faturasını ödemiyor ne dersiniz?
Hoca kükrüyor: “Ödemediğine göre demek ki fakir! Ödeyemez tabii. Bunu sosyal devletin çözümlemesi lazım” demez mi?..
Şerbetçinin şahidi şıracıdır, derler bunu bilirsin çok bilmiş hoca!..
Bana bak hoca! O “fakir!” dediğin kimselere inanıp acıyorsan eğer; deniz sefandan vazgeçip bunların elektrik borçlarını sen öde! Onca çocuğu yaparlarken bana mı sordular? Onca elektriği kullanırlarken bana mı güvendiler? Hı!..Yoksulluk başka şeydir. Onursuzluk ve başkalarının hakkını çalmak çok başka. Hele ki yemeyip içmeyip faturalarını gününden önce ödeyen namuslu, vicdanlı gerçek Hak yolunu bilen insanların haklarını! Senin o “sosyal devlet” dediğin devlet –ki bir zamanlar başta enerji bakanı olmak üzere- yıllarca bu hırsızları görmezden gelip, ödemesi biraz geciken vatandaşın kapısına dayanıp elektriğini kesmedi mi? Hem de bayram arifesinde.
Benim bütün haklarım, ateşten gömlek olup sırtlarına yapışsın bütün alemlerde. Bizleri yıllarca ateşlerde yürütenlerin ve bu fırsatları onlara verenlerin!
DESEM Kİ:
Sayın Başbakan; Anlı şanlı bir eğitim kurumu, ünlü Koç Eğitim Dershaneleri ki sizin camianın çocuklarının/gençlerinin eğitim aldıkları dağıtılan broşürlerde açıkça belirtmişler sahibi T.Ö nün Bağdat Caddesindeki şubesinde geçen yılın eğitim döneminde İngilizce Öğretmenliği yapan ve oldukça yorucu geçen ders saatlerinin ücretini ödemediler. Birçok öğretmenin aynı sorunu yaşadığı söylenmekte. Kızım yasal hakkını kullanıp resmi mercilere suç duyurusunda bulunda. Hem zamanından hem cebindeki üç kuruştan harcayarak. Bir süre sonra gelen resmi belgede mealen şöyle diyordu:
“Davalı kişiye ulaşıldığını. Ancak kendilerinden istenilen belgeleri getiremediklerini. Mahkeme yolunun davacıya (kızıma) açık olduğunu...”
Ve ortalık böyleleriyle fokur fokur kaynıyor üstelik. Hepsinin ortak gerekçeleri çoğunlukla aynı: “Irak’a yatırım yaptık!..” Yani: Allah bize biz size! Bu durum bazı özel üniversite ve pek çok-sözüm ona-iş yerleri için de geçerli bilindiği gibi. İnsanlar iş yerlerinde diken üstündeler her an işlerine son verilecek korkusuyla.
Emek bir bardak çay bir simide satılır hale geldi.
Bunca çocuk. Bunca okul. Bunca öğrenci.
Bari bir işe yarasa…