11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1298
Okunma

İkindi sonrası, gökyüzü beyazlı, gri bir rehavete kaptırmış kendini. Salınarak inen yağmur damlaları, kızıl yaprakları döverek düşürüyor dallar da tutundukları yerlerinden.
Patika yolda yürümeye çalışıyoruz annemle.Her yer çamur… Çamur, lastiklerimize yapıştıkça, ayağımızdan çıkarıp almak ister gibi çekiyor kendine. Durup cebelleşiyoruz, çamurun katil bakışlı gözleriyle.
" Yoruldum ben anne.Daha gelmedik mi?"
Annem, hiç yorulmamış gibi sadece yürüyor. Üzerinde uzun siyah elbisesi, omzunda siyah ipten motif motif örülmüş şalı ve başında siyah çemberi var.Çemberinin uçlarında, iğne oyasından, kırmızı papatyalar salınıyor nazlı gelin gibi. Çamura, kayıp düştüğümüz zaman elbisesine de bulaşmış. Siyah elbisesi, kahve tonlarında ebru yapılmış gibi mistik bir havayla savruluyor rüzgarın gelişi güzel vuruşlarında...
Ben de başımı sağıma, soluma eğip bakıyorum elbiseme çamur oldu mu acaba diye? “Olmuş ya olmuş işte.” Diye feryat ediyorum içimden.Hem annem bana bayramlık için aldığı, etekleri fırfırlı mavi elbiseyi bayram günü giydirmeyecek miydi? Şimdi çamur olmuş bu elbise. Ayşe ile Hamide benimle alay edecekler, deyip büzüyorum dudaklarımı. Başımı kaldırmadan gözümün altından anneme bakıyorum. Annemin uzun boyu bana bir asırlık çınar gibi geliyor. Şişip, kan çanağına dönmüş menekşe yeşili gözlerinden gece hiç uyumadığını anlıyorum.
Bu kadar acele acele nereye gidiyoruz? Hiç bir şey de söylemedi. Yol boyu hiç konuşmadı.Ben ama hep sordum" anne nereye gidiyoruz?" Ses yok. Annem’in huyu bu. İnadı tuttum mu öldürseler konuşmaz.Zaten annem hiç konuşmazdı. Bir şey söyleyecek olsa babam, koca koca birbirine girmiş yabani otların oluşturduğu, orman gibi kaşlarını belertip bakardı anneme.Bu bile "sus, konuşma.Gelirsem yanına kırarım belini" demekti.Kendimden biliyorum... Eli ağırdı babamın."Baba olduğu için mi acaba?" Yani babalar hep sert ve korkutucu bakışlarıyla mı severler en yakınlarını? Ama Ayşe ile Hamide’nin babaları hiç benim babam gibi değil. Onlar, kızlarını kucaklarına yatırıp öyle bir sarılıp öpüyorlar ki… Ben o zaman babamın benim babam olduğundan şüphe ediyorum. Acaba ben onun üvey kızı mıyım ki bana acımasız davranıyor ? Benim babam da bizi böyle seviyormuş. "İçinden" Annem öyle söylüyor. “İçinden sevgi olur mu hiç?" Ben babamı sevmiyorum. Ondan sadece korkuyorum.Annemi dövdüğü zaman.Babaannemi azarladığı zaman. Zayıf not aldığımda bana vurduğu zaman. Hatta en son zayıf not aldım diye karnıma tekme bile atmıştı. Ne oluyor o zaman notum mu düzeliyor sanki? Annemin çığlıkları ve beni korumak için önüme atlayışında onunda babamın kusursuz tekmelerinden nasibini alması hiçte geç kalmazdı.
" Zınk" diye durduk. Nereye geldik böyle? Tepenin ucunda bir ev görünüyor.Belli belirsiz. Sis bulutları burnumuzun ucuna kadar indiler. Evin bacasından, ince koyu gri bir duman, sisin arasından zar- zor çıkmaya çabalıyor. Annemin göğüs kafesi nefes alıp verdikçe hızlı hızlı inip yükselmeye başladı.Elimi tutan elinin ısındığını hissettim.Annemin nefesi hızlandıkça elimi daha çok sıkmaya başladı. Anneme bakıyorum.Annem beni korkutuyor. Kıpkızıl oldu.Kirpikleri oklarını fırlatmaya hazırlanan kirpi gibi.Çemberinden çıkan birkaç tel kestane rengi saçları, güz mevsiminde kurumuş kızıl otlar gibi sağa -sola savruluyor.Gözündeki ışık, nefret ile sevgi arası bir karmaşa içinde boğuluyor. Köpek sesleri geliyor.Ardıma bakıyorum. Ne kadar çok yol yürümüşüz. Benim ayak izlerim ile annemin ayak izleri çamura saplanmış kalmış. Annem’in ayak izleri benimkilerden büyük. Başımı annemin ayaklarına çeviriyorum. Sonra kendi ayaklarıma bakıyorum.Benim ayaklarımda annemin ayakları kadar büyük olacak mı acaba?
Evin bahçesinden hışımla koşup gelen beyaz köpek, sisin aralığından zor seçiliyor. Yanımıza kadar gelişini ancak havlama sesinin yükselmesinden anlıyoruz. Annem beni arkasına alıp, elindeki uzun ve kalın sopayla köpeğe göz dağı vermek için sallayarak, kalkan oluyor önümde.
“Beyaz, gel buraya!” Köpek, ağzını sinirden iyice germiş, sivri dişleri , diş etinin aralığından çıkacakmış gibi simsiyah gözleriyle burnunun delikleri genişlemiş dumanlar çıkarıyor soğuk havanın etkisiyle. Olanca hışmıyla hala bize saldırma planları yapıyor.
“ Beyaz , gel buraya , dedim !” Bu ikinci emir verişini duymuştu köpek.Adı beyazmış.Ne garip bir köpek adı. Benim bildiğim köpeklerin adı hep karabaştır. Ayşelerin de köpeği dişiymiş. Geçen ay yavrulamıştı.Bir sürü yavru köpek bir arada görünce şaşırmıştık Hamide ile. Gözlerimiz şaşkınlıktan yuvalarından çıkacaktı. Hepsi de farklıydı. Biri kahverengi biri beyaz biri siyah- beyaz karışımı. Onların isimleri yoktu daha.Çünkü bebektiler.Biz onlara o yüzden “kuçu, kuçu” demiştik.
Eve doğru annem yürümek istemiyor artık. Çok sıkılıyorum “ haydi anne, ayakta duramıyorum.Yere de oturamam her yer çamur. Başka köpek havlamaları da geliyor.Sağıma- soluma bakıyorum.Sis her yeri kaplamış. Evden bir gri gölge yaklaştıkça belirginleşiyor.Yanında yine az önceki beyaz köpek. Genç bir kız, onbeş onaltı yaşlarında. Başında rengi solmuş gül kurusu çember, kenarındaki boncuktan oyaları yer yer kopmuş. Zayıfça .Belindeki etek neredeyse düşecek, kalçasından. Ayağında siyah cızlavat bir lastikAnnemin ayakları kadar büyük ayakları. .” Lap, lap yürüyor çamurun kendisine engel olmasına aman vermeden.Geldi. Tam karşımızda durdu. Bizde ona bakıyoruz.Ama annem daha çok bakıyor.
Annem ona bakarken beyaz çehresi akşamın ezan vaktine doğru iyice kızıllaşıyor.Annemin gözünden yaşlar sicim gibi akıyor. Yağmurda ağlamaya başladı usulca.Ben zaten hiç dayanamam anneme.Bende ağlıyorum. Dudaklarım büzüştü yine.Çenem titremeye başladı.Burnumda acı bir şey tam kemiğine saplandı. Ah anne ne olur ağlamasan .Biraz gülsen ne olur sanki?Bilmiyor musun sen.Kızların kaderi de annelerine benzermiş.Bende hep ömür boyu ağlayacak mıyım senin gibi?
Annem ile gelen uzun boylu kız arasında bir şeyler var, ama ne kestiremiyorum.Birden birbirlerine sarılıp, ağlaşıyorlar. Ben ağlamaktan vazgeçtim. Sadece annemin etekliğinden tutup beni bırakıp kaçmasın diye “ bende buradayım” der gibi bacaklarına sarılıyorum.Beyaz köpek etrafımızda fır dönüyor. Sonra annem elimden tutuyor benim.Önde o uzun boylu kız.Çabuk çabuk koşuyor önümüz sıra, eve.
Tahta çitlerle çevrili evin bahçe kapısında ki tahta kapısından içeriye giriyoruz. Bahçede ki ağaçların yaprakları sarı- kızıl arası kah dallardalar kah yerde toprağın tütsülü kokusu arasında öpüşerek vuslata ermenin huzuruyla uzanmışlar...
Tek katlı evin, üç tane olan badal’ından(merdiven) çıkıyoruz usulca. Aralık kalan evin kapısından mis gibi ekmek kokuları ve sobanın odaya hapsolmuş sıcaklığı tüm ihtişamıyla tatlı esen meltem esintisiyle firar edip, üşüyen yüzümüze, sıcak ana şefkatiyle dokunup, yalpalaya yalpalaya ısıtıyor içimizi.
Kapıda bir başka kız beliriyor. O da uzun boylu. Karnı kocaman. Annemin karnından büyük. Suyu çok içmiş her halde?Onunda ayakları büyük.Hem de annemin ayaklarından daha büyük. Neredeyse babamın ayakları kadar var. Ben “yoksa bizim eve geri mi geldik,” babam az sonra annem ile beni dövecek mi korkusuyla emin olmak için tekrar kapıdaki kızın yüzüne bakıyorum.Yok değilmiş çok şükür. Derin bir nefes içimi şişirip salıyor dışarıya kendini. Annem ile bu kapıdaki kızda sarmaş dolaş oluyor. Ağlaşıyorlar.Gülüşüyorlar.Ben ise artık annemin her önüne gelen ile sarılıp ağlaşmasına alıştım.İçeriden gelen mis gibi ekmek kokusuna dayanamayıp eve giriyorum.
Evin içi sıcacık.Midemin içine annemin yolda gelirken verdiği ekmekten başka bir şey girmedi. Ellerimin üşüdüğünü o zaman fark ediyorum. Parmaklarım sızlayarak ısınıyor. Kuzina’nın arkasında bir yatak var. Biri uyuyor. Ya da evin içi karanlık olduğu için bana öyle geliyor. Annem ile o iki uzun kız kapının yanında ki divanda oturup konuşuyorlar. Kızlardan biri kalkıp gaz lambasını yaktı. Bana doğru yaklaştırdı.Benim gözlerim bir anda aniden ortaya çıkan bu ışık sayesinde kamaştı. Gözlerimi sıkıca kapatıp sağ kolumun dirseğinden bükerek başımı oraya kapakladım. Annem yanına çağırdı beni.Oysa benim karnım aç.” Bu kızlar senin teyzelerin,” dedi.Baktım onlara ikisi de annem gibi uzun.İkisinin de ayakları büyük.Birinin karnı diğerlerinden daha büyükçe. Benimde mi ayaklarım bu kadar büyük olacak? İkisi de beni öpüp, saçlarımı okşayıp, sırtımı sıvazladılar.Mutlu oldum.Kendimi, bizim evdeki alnı sarı benekle kedi gibi hissettim.Bende onu sevince o da mutluluktan mayışırdı.Öyleydim şimdi.Babam beni hiç böyle sevmedi.Zaten o sarı benekli kedimi de hep tekmesini savurarak korkutmaya çalışırdı. O da korkudan divanın altına yada dışarı kaçardı.
Babamın çatık kaşlı, kükreyen aslan gibi hayalini gözümün önündeki sis perdesinin arkasına almayı başardım.
Yataktaki kişinin bir şeyler mırıldandığını duyunca, hepimizin başımızı oraya çevirdik. Beyaz bir çember vardı başında.Bembeyaz saçları, sağa – sola dönmekten çemberden dışarı çıkmış, terden alnına-yüzüne yapışmıştı. Annem diğer kızların yüzüne bakıp o divana doğru yürüdü.Sonra divanın kenarına çömelip oturdu. Yatan kadının ellerini iki elinin arasının arasına alarak bir müddet karşısında ki kişiden gelecek tepkiye baktı.Sonra “ anam , anam benim” deyip, sarıldı yaşlı kadına. Ama bu sefer sadece annem sarıldı.Yaşlı kadın sarılmadı hiç. Yatalakmış.Ondan eli, kolu hatta ayağı bile tutmuyormuş. Ama ağlaştılar . Diğer kızlarda ağlaştı. Ben ağlamadım bu sefer.Kuzinenin gözünde pişmiş olan ekmeği içi az daha pişkince olsun diye dinlendirirler, açık kapağında. Beni çekiyor ekmeğin kokusu.Buğday ile mısır unundan mayalanmış ekmeği sıcak olmasına aldırmadan bölüyorum ucundan, ellerim yana yana. Buram buram kokusu gelip burnumun aç kalmış diyarına yerleşiyor. Terekte sofraya gelmeye hazır tereyağından bir parça alıp kaşıkla sıcak ekmeğin arasına sürüp, eriyişini izliyorum. Sıcak ekmeğin içindeki yağın eriyişi iştahımı daha da çok açıyor.
Kızlar hemen sofra bezini serdiler.Üzerine de Seben’i( tahta sofra) koydular.Kuzinenin üzerindeki tencerelerin kapakları birer birer açıldı. Bir tabak içinde taze naneli , ayranlı, beyaz mısır çorbası geldi. Sonra karalahana dolmasını yuvarlak bir tepsiye boşalttılar. Birde fasulye turşusunu kavurmuşlar, bol soğanlı,biberli... Ben en çok ekmek ile tereyağını sevdim. Öyle çok yemişim ki olduğum yerde uyukluyorum diye beni divana yatırdılar..
Gece sabaha karşı konuşmalar, ağlaşmalar, gülüşmeler hiç durmadan sürdü .Ta ki uykuları gözlerini rehin alana değin.