29
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2210
Okunma
Akşam yemeğinden sonra, bilgisayarımın başına geçmiş, son öyküm üzerine arkadaşlarım tarafından yazılan yorumları okuyordum ki kapı açıldı. Gelen kızımdı. Şalını ve mantosunu telaşla portmantoya asarken; “Anneciğim! Yine o saçma sapan siteye mi bakıyorsun?” dedi. Bunu bana söylerken yüzü oldukça ciddiydi.
“Ne o kızım! Artık beğenmiyor musun bizim edebiyat sitemizi?” diye zayıf bir ses tonuyla itiraz ettiğimde ise; ”Hayır, beğenmiyorum. Üstelik bu siteyi tümüyle protesto ediyorum!” diye haykırdı yüzüme karşı ve hatırı sayılır yüksek bir ses tonuyla.
Sanırım bir şeylere sinirlenmiş olmalıydı. Onu gayet iyi tanıyordum. Biraz zaman geçsin ağzından baklayı alacaktım elbet; “Niye kızım! Nesi var ki bizim yazıların?” diye alttan almaya çabaladım.
—Nesi olacak, sana anlattığım hikâyelerin kuyruğunu kulağını kırparak kuşa benzetiyorsun da ondan! Sonra anlattıklarınız gerçek dünyadan çok uzak. Sizler hayal âleminde yaşıyorsunuz.
—Hoppala!
”Hoppalası moppalası yok! Ben sana, hayatın gerçeklerinden hikâyeler anlatıyorum, sen kesiyorsun. Olur mu öyle şey?” diyerek beni payladı ve divana oturdu. Ben de sandalyemi biraz kımıldatıp kızıma doğru döndüm. Şu an kızımın sakinleşmesi daha önemliydi. Yazılar bekleyebilirdi.
”Napalım kızım! İşimiz edebiyat olunca edepli yazmak zorundayız.” diye yanıtladım onu sakin bir sesle. Dedim ama kızım:
“Edepliymiş! Hayatın gerçeklerini yazacaksın. Ben öyle elekten elenmiş yazıları okumak istemiyorum. Tabii oradakilerin canı laylaylom türünden yazılar çektiği için, aşk meşk okumayı seviyorlar. Protesto ediyorum sizin siteyi! Kaç gecedir şu fareyle uğraştığımı biliyorsun, hem de yedinci katta ama yazmıyorsun bir türlü. Neymiş efendim; fare tiksindiriciymiş. Yazılmazmış. Edebi değilmiş. Edebi olan nedir ki?” diye adeta gürledi bu kez.
—Edebi yazmak nedir? Aslında ben de pek anlamıyorum kızım. Ama galiba şöyle bir şey; bir çuval kelimeyi yanımıza koyuyoruz. İçindeki en güzel kelimeleri cımbızla çeker gibi incitmeden çekip o kelimelerden cümleler kuruyoruz. Şiir gibi yani…
”Hıh! Şiirmiş. Yahu, insanoğlu doğar, büyür, ölür. Ölünceye kadar neler yaşar neler… Geçen gün anlattığım horlayan kadının sadece horlama kısmını yazmışsın ama yellendiği kısmı atlamışsın. Neymiş efendim, osuruk yazılmazmış! Niye yazılmasın, gaz sancısı ne yaman şeydir sen bilmiyor musun? Yazılacak. Yazılacak. Yazılmalı da.” dedi ve oturduğu divandan kalkıp mutfağa doğru yürüdü. Ardından da; “Ben çay koyacağım, dışarısı çok soğuktu üşüdüm. Sen de içersin değil mi?” diye kapıdan çıkarken bana da sordu. Mutfaktan geri döndüğünde yüzüme cevap bekler gibi bakıyordu.
“Tamam tamam! Yazmaya çalışacağım. Bırakalım şimdi yazıyı da sen kendinden bahset bakalım, nasılsın iyi misin? Niye sinirlisin bu kadar?” diyerek gerçek konuya dönmesini sağlamaya çalıştım. İşe de yaradı.
O, “Pekiyi değilim aslında” dedi gelip tekrar divana otururken.
—Neden, neyin var kızım?
—Sana bahsetmemiştim hiç ama benim bir sevgilim vardı. Ama şimdi yok. Ayrıldık.
—Bak şimdi, çok şaşırdım. Ne zamandan beri çıkıyordunuz? Neden ayrıldınız
—sekiz aydır çıkıyorduk. Evlenseydik çocuğumuz olacaktı. Beyimiz dün karşıma geçip ne
dese beğenirsin?
— Ne dedi ki?
— Ne diyecek. Daha evlenme vakti gelmemiş. Annesinin bulduğu bir kızla evlenecekmiş.
Ama biz yine çıkmaya devam edecekmişiz! Ben sevgilisi, öteki karısı olacakmış!
— Ne diyorsun kızım sen? Delirmiş mi bu çocuk?
— İşte böyle. Sekiz ay benimle gezsin, sonra da annesinin bulduğu bir kızla evlensin. Öyle
sinirlendim öyle sinirlendim ki, alnının ortasına bir yumruk vurasım geldi.
—Vuraydın ya!
“Alnına vurmadım annem! Çünkü alnı çok dardı. Yumruğumun yarısı boşa çıkacaktı. Ben de burnunun ortasına yapıştırdım yumruğu!” diyerek arkasına yaslandı. İçindekileri anlattığı için biraz rahatlamış görünüyordu.
“Aferin benim kızıma. Anasının kızı. Ben bunu yazarım işteee!” diye bağırdım. Yerinden fırlayıp, bilgisayarın klavyesine yapıştı.
—Yapma anneee! O benim özel hayatım amaaa!
—Olsun kızım, hayatın gerçeği ama!
29.11.2011/ Emine UYSAL