4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
955
Okunma
Daha ilk haftada dikkatimi çekmişti. Zengin olmuştuk, sınıf atlamıştık ve yeni yeni büyüyen bir mahallede cadde üstünde bir eve taşınmıştık. Yaz sonuydu, Yeşil Rize Bakkaliyesinin önünde narçiçeği rengindeki Doğan’ını yıkarken görmüştüm onu. Ayağında sivri burunlu siyah ayakkabılar, paçalar sıvalı. Arabanın kapıları açıktı, teypte Cengiz Kurtoğlu çalıyordu. Bana mahalle karikatüründeki gülünç bir tip gibi gelmişti. Üstünde durmaya vaktim yoktu. Kolej günlerimdi, ergendim, çok biliyordum ve okulumdan mülhem bir Amerikan üst- kültürünü omuzlarıma apolet yapıp büsbütün gıcıklaşmakla meşguldüm, bir yandan Back Street Boys’un şarkı sözlerini ezberliyor, bir yandan Wimbledon’ı takip ediyordum. Üstelik evde şivesini düzeltmeyi becerememiş bir anneyle ve el örgüsü kazağından bir türlü vazgeçememiş bir babayla mücadele halindeydim. Bundan da kötüsü, kendi damarlarımda gezen koyun yoğurdu ve taze soğan kokulu bir taşralılıktan nasıl arınacağımı bilememekti. Hangisi işe yarardı;“r” leri mümkün olduğunca yuvarlayarak konuşmak mı, markalı kotlar giymek mi, her fırsatta İngilizce parçalamak mı? Hepsini tek tek deniyordum ama olmuyordu.
Sonra üniversite yılları geldi. Şımarmamıştık ama daha zengindik. Ayaklarım suya ermeye başlamıştı. Back Street Boys çoktan dağılmıştı, babam babalar gününde alınan baklava desenli trikoyu giymeye razı olmuştu. Amfide çok yakışıklı ama bir o kadar eşek kafalı bir çocuk vardı. Yüreğim aşk acısından yırtılıyordu ve akşamları oturup Orhan Babayla beraber teyelliyorduk. Abisi yine oralardaydı. Ya Manolya berberinin önünde loto kuponu dolduruyordu, ya da bakkalın yanındaki duvara oturup, gençlere makaracı kanaryalar, dövüşçü horozlar yahut yarış atları hakkında bir şeyler anlatıyordu. Elinde hep döndürüp durduğu nazar boncuklu anahtarlık, üstünde eşofman. Ve yine çıplak ayaklarla ayakkabının arkasına basılmış. Ona hiçbir şey olmuyordu.
Hadi beni geçtim. Dünya değişiyordu. Berlin duvarı yıkılmış, Körfez Savaşı çıkmış, yeni binyıla girilmiş, ikiz kulelere uçakla dalınmıştı. İnternette haberler dakika başı yenileniyordu, cepten görüntülü konuşuluyordu, hatta bir ara Eurovision birincisi bile olmuştuk ama mahallenin bu isimsiz abisi yirmi sene öncesinde çekilmiş bir resimde, bir çerçeve içinde yaşıyor gibiydi. Fonda da kız gibi narçiçeği rengi bir Doğan ve Yeşil Rize Bakkaliyesi.
“Güzel bir sucuğun varsa ver abisi” Kız tezgâh altından markasız bir sucuk çıkarttı. Abisi eşofmanın cebinde para arıyordu. Yaşı her halde kırk beşi geçmişti, biraz kilo almış, saçları da kırlaşmıştı. Ama racon hep yerinde, bıyıklar hep Kadir İnanır’dı. Ne zamandır aklımdaydı. Buralardan taşınmadan önce onu bir öyküme kahraman yapacaktım. Çok merak ediyordum; ne iş yaptığını, kiminle evli olduğunu, yetmişlerde hangi siyasi fraksiyonda yer aldığını, cumaya gidip gitmediğini. Hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Neyse, kafadan atacaktım bir şeyler artık. Mahallenin yaşlanmayan delikanlısı olduğunu biliyordum ya yeterdi.
Birliklerden biri yere düştü, yuvarlanıp ayağımın dibine kadar geldi. Eğilip aldım, uzattım abisine. “Eyvallah” dedi. Sana da eyvallah dedim içimden. Ayakkabına, bıyıklarına, raconunca da eyvallah. Hayatın, bu arka sokağı, bakkalı ve seni zerrece yerinizden kımıldatmazken, -ben de dâhil -başka herkesi asla yetişemeyeceğimiz rüzgârlara doğru harman gibi savuruşuna da eyvallah. Bile bile mi yaptın bilmiyorum ama akıntıya karşı delikanlıca duruşuna da eyvallah abisi.
“Çok kozmopolit bir semt demişti” şu an nerede oturduğumuzu söyleyince emlakçı. Şehrin dışında çok katlı, özel güvenliği, kapalı yüzme havuzu ve bir tomar aidatı olan sitelerden birinden ev bakıyorduk. Balkona çamaşır asmayan, asansörde nezaketen selam veren ve sevimli köpekleri olan elit komşularımız olsun istiyorduk. İsmi Tarçın olabilirdi mesela ya da Gipsy. Ayrıca kapalı otoparkımız da olmalıydı. Müdür yardımcısı olmuştum. Daha iyi bir muhit yakışırdı bize artık. Bu semt gerçekten çok kozmopolitti. Bir kere ben vardım. Koyun yoğurdu ve taze soğan kokulu ben, kolejli züppe ben, arabeskçi âşık ben ve şimdi de kariyer kovalayan iş kadını ben. Sonra Yeşil Rize bakkaliyesi vardı, Manolya berberi vardı, abisi vardı. Hepimiz bu mahalledeydik yani.
Gazeteyi koltuğumun altına alıp çıktım Yeşil Rize Bakkaliyesinden. Top oynayan çocuklara baktım, balkonlarda sallanan biber kurularına. Caddeye doğru yürüdüm. Etrafı güzel kokular sarmıştı, Pazar kahvaltısına sigara böreği kızartıyordu biri galiba. “İyi ki” dedim içimden “iyi ki yetmedi paramız o daireye” Şu arka sokaktan daha ne öyküler çıkar kim bilir.