5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1116
Okunma

Spordan geldim. Arabayı evin önüne park ettim. Pazar sabahı erken kalkmayı seviyordum. Herkes uyanmadan ben spor salonunda oluyor, yirmi dakika kardiyo, yirmi dakika spor aletleri ve yarım saat de pilatesten sonra eve gelip güzel bir kahvaltı hazırlıyor ve sonra da gazeteyi ve eklerini aile efradı ile paylaşıp öğlene kadar doya doya okuyordum. Pazar keyfimin üçlüsü; sıcak duşun rehaveti, taze sıkılmış portakal suyu ve dünya haberleriydi.
Oturduğumuz cadde hareketli bir yerdi. Eski evler yıkılıp güzel apartmanlar yapılıyordu. Dört banka şubesi, iki pizzacı ve okul durağına kadar yedi tane süpermarket vardı. Bir tanesi de hemen bizim apartmanın karşısındaydı. Ama süpermarkette gazete yoktu. Gazeteyi alabileceğim en yakın yer, arka sokaktaki Yeşil Rize Bakkaliyesiydi. Caddeden sağa sapıp, perşembe günleri semt pazarının kurulduğu meydana doğru yürümeye başladım. Yeşil Rize Bakkaliyesi o meydana bakıyordu.
On beş yıldır buradaydık ve geldiğimizde mahallenin iki bakkalından biriydi. Ertesi sene yandaki dükkânı da tutmuşlar, üstüne Yeşil Rize Yufka Kadayıf tabelasını asmışlardı. Bu arada diğer bakkal topu atmıştı ve cadde üstünde market zincirlerinden halkalar birer birer parlamaya başlamışlardı. Rekabet artmıştı, kampanyalar, halk günleri, manav reyonunda indirimlerle kıran kırana bir savaş vardı. Kocaman dükkânlar kiralanıyor, konsepte uygun şekilde dekore ediliyor, personele aynı renk tişörtlerle beraber, gülümsemeler ve müşteriye satılmak üzere standart cümleler giydiriliyor, birkaç ay sonra mücadeleye dayanamayan tası tarağı toplayıp gidiyor ve yerine yenisi geliyordu. Caddede bu hengâme sürerken, arka sokaktaki Yeşil Rize Bakkaliyesine hiçbir şey olmuyordu.
Yeşil Rize Bakkaliyesinde başka yerde kolayca bulunacak şeyler ama başka yerde asla bir arada bulunmayacak şeyler satılırdı. Açık deterjan, hulahop, köy yumurtası, tel kadayıf, çamaşır leğeni ve bunlara benzer bir sürü şey. Burası bir aile işiydi. Anne ve oğul bakkala bakıyorlardı, gelin de yufkacıya. İş çok olursa kız da yardıma geliyordu. Bugün de herkes iş başındaydı. Oğlan, dışarıdaki askıdan kendilerine top beğenmeye çalışan afacanların nazlarıyla uğraşıyordu. Dirseklerine kadar una bulanmış olan gelin, iki dükkân arasında mekik dokuyordu. Paketli yufkalar bakkala, yeni un çuvalı yufkacıya. Oğlan sac kadar kara, gelin mayalı hamur kadar beyaz. Allah’ın denk getirmesiydi işte.
Gazetelere baktım. Çoğunda Avrupa Birliği ve kriz manşet olmuştu. Komşuda istifa bekleniyormuş. Çizme de Avrupa’nın ayağını sıkmaya başlamış. Az resimli ve kalınca bir gazete seçip aldım. İçeri girdim. Önümde birkaç müşteri vardı. Köşedeki televizyon her zaman olduğu gibi kendi kendine konuşuyor, ak sakallı bir amca kıssadan hisseler anlatıyordu. Gözüm raflara takıldı. Altmış mumluk ampul, düdüklü şeker, Gripin ve tuzruhu. Hala var mıydı bunlardan? Varmış demek. Her yeri sel gibi basıp geçen zaman burada koyulmuş, çerçöpünü bu dükkâna yığmış ve sonra yoluna devam edip gitmişti sanki.
İçeride adım atacak yer yoktu. Annenin boynundan aşağısı, koca buzdolabının arkasında kaybolmuştu. Kız ince uzundu ve tezgâhta tek patron oymuşçasına dikiliyordu. Yazması gibi oyalı kirpikleri ve tatlı ela gözleri vardı ama pek zeki sayılmazdı. Müşterinin verdiği ekmek parasının üstünü kız bir türlü hesaplayamayınca, anne parayı kendisi alıp üstünü de kendi eliyle verdi. Kız bozuntuya vermeyip diğer müşteriye döndü. “Sizin ne vardı ablacım?” Yanında çocuğu olan kadın iki şişe süt istedi. Kız sütleri bir torbaya koydu. Çocuk sakız istiyordu. “Sakız kaça?” “Yirmi kuruş ablacım” Kadın avucunda kalan paraları kızın avucuna boşalttı. Sonra sakızı açıp dişleriyle ikiye böldü ve yarısını heyecanla bekleyen çocuğun ağzına tıkıştırdı. Sakız kâğıdındaki falı okuya okuya dükkândan çıktılar. En son ne zaman sakızın kaça olduğunu sormuştum? Galiba ilkokuldayken. Sonraki yıllarda cebimdeki paranın sakıza yetip yetmeyeceğine dair bir kaygım hiç olmamıştı ve bu yüzden sakızın kaça olduğunu da merak etmemiştim. Pekâlâ, ekmek kaçaydı? Bunu da bilmiyordum. Bir tuhaf oldum. Soruyu içimden sormuş cevabını da içimden bilememiştim ama bir an bakkaldaki herkes beni duymuş gibi hissettim. Gözlerimi gazeteye doğru indirdim. Sürmanşette dünkü konserde biletlerin yok sattığı yazıyordu. Ünlü yıldız İstanbul’u sallamış. Bu turneyle yılın en iyi kazanan şarkıcısı olmuş. Devamı sayfa yedideymiş.
“Fotomaç geldi mi abisi?” “Abisi?” “Kimin abisi?” Nasıl bir Türkçeydi bu böyle! Başımı kaldırdım. Oydu.