8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
756
Okunma

Akşamın ilk perdesi, yavaş yavaş kapanmaya başlamıştı.
Nurgül ne yapacağını bilmeksizin, uyuduğu yerden kalkıp, koşmaya başladı.
Tarlayı çapaladıktan sonra, bir-iki lokma atıştırmak için başını koyduğu ağacın koynunda nasıl da uyumuştu? Vakit nasıl da geçmişti? Hiç anlam verememişti. Şimdiye evde olması gerekiyordu. Koştukça, çemberi başından kayıyor bir eliyle tutmaya çalışıyordu.
Akşam’ın, sarhoş edici rüzgârı çıkmış aman vermiyor, sanki önüne gitmesin diye set oluyordu çakıl taşları. Bir an durdu.
Bir şeyler unuttuğunu düşündü, ama ne?
Aklına gelmiyordu. Ayakları eve doğru isteksizce yürürken, geri dönmeyi düşündü. Ama hala uykulu halde olmasından dolayı ne yapacağına karar veremiyordu.Aklı durmuş, zihni çalışmıyordu.
Babası, üvey anası merak etmişler belki de yollara düşmüşlerdi. Kim bilir nasıl da bağırıp, çağıracaklardı?
Birden, üzüm sarısı gözlerini sonuna kadar açtı.
"Hah" dedi.Kara kızı unutmuştu tarlada. Koskoca ineği nasıl unuttuğuna hayret etti.Eve gitse, “İnek nerede?" diye soracaklar.Gitmese "Neredeydin bu saate kadar"diyecekler? İneği alıp, öyle eve gitmek gerektiğini düşünerek hemen yönünü değiştirip, tarlaya doğru koşmaya başladı.Elindeki çapayı, yanında götürmenin alemi yoktu.Nasıl olsa yine bu yoldan dönecekti... Çapayı yolun kenarına bırakıp koşmaya başladı. Rüzgar, çemberini başından tutup çekiyor o çektikçe Nurgül de sıkı sıkıya tutuyordu.En sonunda, çemberinin iki ucunu birbirine bağlayıp, boğazının altına, sıkıca düğüm attı.Şimdi, kollarına engel olan hiç bir şey yoktu.Daha rahat hareket edebiliyordu.
Tarlaya varınca, ufukta kül rengi ince bir grilik gördü. Hava tam manasıyla karanlığa gömülmek üzereydi.Alaca kızıllık ise her zaman seyrine doyamadığı o güzellik, niyeyse içini ürpertmişti.Ağaçların, rüzgarla dallarını hırçınca sallaması ve kurumuş yaprakların her birinin yere düşüşünün ardından, ayağının altında ezilen sarımtrak-kızılımsı yaprakların çıkardığı o ses gittikçe, dayanılmaz ürpertili bir hale dönüşüyordu. Yemeğini yediği ve uyuduğu ağacın altına gelmişti. Sağa -sola baktı. Karşı tepeye, ileride ki kavak ağaçlarının arasındaki gölete bakındı.Ne inek vardı.Ne zilinin sesi. Akşamın koynunda, siyah bir kundağa sarılmış gibi öylece kalakaldı koca bahçenin ortasında…
Etekliği, geceye karışan bir uyku sersemi sarhoşluğunda, rüzgara kaptırmış kendini gelişi güzel bir şarkı söylüyordu. İleriye baktı. En ileriye. Geniş bir arazi.Bir kaç kavak ağacı ve uçsuz bucaksız bir siyahlık süzülüp geliyordu gökten yere değin…
Başında ki çember düğümünü açmış, ensesinden aşağıya kayıverdi ayaklarının dibine.
Kaskatı kesilmişti. Birkaç çehre belirdi gözünde.
Anası merak etmiştir kesin. Yatalak anası.Merdivenlerden düşerken bir daha ayağa kalkamayan anası.Aklı yerinde olupta konuşamayan anası. Dünya ile tek bağlantısı sağ elinin, işaret parmağına takılan bir ip ve ipin ucunda küçük bir zil.Aç olduğunda, altına yaptığında, ya da bir şeyler konuşmaya çalıştığında, parmağına kör düğüm atılmış ipi, çeker ipin ucundaki zil şıngırdardı.
İpi çekti Asiye kadın.Geç olmuş hava kararmıştı. Nurgül ortalıkta yoktu. Kara kız gelmişti .Ağılda ki yerine yatmıştı. Ama Nurgül yoktu.Hiç böyle yapmazdı. Neredeydi ? Aklı şaşırdı. Kalkıp aramaya meyillendi, olmadı.Ağzını açmaya bir şeyler söylemeye çalıştı olmadı.Dikilmişti ağzı-dili. Çekti ipi bir daha.Bir daha.Duyan yoktu. Herkes alt katta ki odada oturmuş televizyon izliyordu. Gözünü, pencereden yana çevirdi. Kapkara olmuştu hava.Siyah bir duman gelip çöreklenmişti evrene. Acı, acı rüzgar uğulduyordu pencerenin pervazında. Kuşlar, siyah gecenin ortasından kaçıp gidiyorlardı aydınlık ufuklara.
İpi çekti .Bir daha .Bir daha .Duyan yoktu. Televizyonun sesini iyice açmışlardı. Kuması olacak Aliye kadın duymuyordu. Çocuklarını almış yanına, yemek yediriyor bir yandan da televizyondaki diziden alamıyordu gözlerini. Kara kız gelmiş, ağıldaki yerine gitmişti.Hiç haberi yoktu. Üç kızı vardı. Onlar dünyasıydı.Kuma geldiyse, köle değildi ya.
Erkek evlat verememişti gerçi Hüseyin’e, ama olsundu.Daha gençti elbet, ileri de olurdu.Hele şu Asiye olacak kadın bir ölse daha iyi olacaktı.Yedi yıldır hizmet ediyordu.Birde kızı Nurgül, defolup gitseydi başından evlenip.İlk görücü gelene verecekti.Verecekti, ama bakalım babası hemen verir miydi ? Hem Nurgül işine de yarıyordu.Sabahtan kalkıp her işi görüyor ocağı yakıp, çayı hazır ediyordu. Dışarı işini tümden o görüyordu. Asiye kadına da bakıyordu.Evlenmesi ilk önce onun işine gelmezdi. Deli miydi .Yok, yok hemen vermezdi.En azından başlık parasını en çok kim verirse ona verirdi.
Tahta kapının tokmağı, tok bir sesle çınlattı gecenin karanlığındaki sessizliği.” Tak, tak”