20
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1498
Okunma


Haydi kalk! Seninle şöyle bir gezelim.Mesela; Galata köprüsünde yürüyelim.Denize olta atanları izleyelim.Yakalanan balıkların yakalanıp esir alışlarına, üzüntüyle bakalım."Yapmayın, kıymayın" diyelim.Sonra evde aç çocukları olduğunu, denizden nasibini aradığını düşünüp, iki adım geri çekilelim.
Hiç bir şey olmamış gibi son güneşin sıcaklığıyla dolduralım içimizi.Sarıp sarmalayalım bir anda.Neşeyle, tebessüm yayılsın yüzümüze.
Ben bir anda koşayım köprüden.Sen arkamdan baka kal."Dur" demek istesende, benim çocuksu, muzur yanlarıma alışıp "deli kız" diye söylen göklere.
Sonra ben yanımda uçan martı gibi açayım kollarımı iki yana.Süzülüp geleyim yanına. Ekim’in soğuğu, yüzüme sürsün kızıl boyasını.Gözlerimin yeşili daha bir belirginleşsin.Gamzelerim nasılda utanıyor sen bakınca.
Geleyim yanına.Tut ellerimden mesela.Sar bir anda kollarınla.Sonra bir anını bulup tekrar kurtulayım ellerinden.Bir daha koşayım, kırmızı etekliğim dalga dalga yalpalasın rüzgarda.Sen şaşır yeniden."Uslanmazsın kız sen" de.De ve yakala yine beni kollarımdan.
Sonra uyduruk bir masa kuralım.Üzerine gazete serelim, en tarihi eskimiş, siyah- beyaz resimler çıksın karşımıza. Eski tarz kıyafetlere özenelim bir anda.Ben o uzun siyah saçlı kız olayım, takma kirpiklerim ve kırmızı dudaklarımla.Sen bıyığının altından gülümse, çapkınca
Turşumuzda olsun masada, bardak usulü çatalı kürdandan.Soğan olsun, vurunca yumruğunla ortasına, masa sallansın bir anda.Benimde yüreğim "hop "etsin .Bir anda."Şalgam suyuda isteriz usta. Şöyle içinede karıştır biraz biber suyu.""Yanarsın hanım abla." yanmam ben korkma.Yananı görür Allah deyip bakarım gözlerinin en siyahına...
"En zengin biziz" diye bağırmalı dünyaya.Masamızda türlü,türlü ziyafet.Gelene geçene nisbet yapıyorum. "İşte bakın sevdiğim var yanımda."Ekmek arasına sıkıştırılmış balığı alıyoruz ellerimizin arasına .Nasılda üşümüş parmaklarımız.Dudaklarımız sıcak balığın öpüşüyle hayat buluyor adeta.
"İç bakalım" diyorum."Hayde sensizlik olmayası bir hayata" deyip bir yudumda yarısına indiriyorum, acıyla karışmış şalgam suyunu, ekmek balığın ardından tüm lezzetlerin harmanlandığı midemin sonsuzluğuna.
Ne güzel doyurduk karnımızı. Köprünün demir parmaklıklarına dayadık sırtımızı.Arkamızda koskoca bir geçmiş, önümüzde yaşanmamış bir ömür.
İstanbulu dinliyoruz gözlerimiz, yarı açık yarı kapalı.Ezan seslerine karışıyor araba kornaları.
Kağıt helvacılar, simitçiler . "Gevrek, çok taze, yeni çıktı fırından".Kırık sazı, çatallaşmış sesiyle bir adam" Zülfü kahküllerin amber misali" derken düğümleniyor boğazıma bir şeyler...Yanımdayken bile sen geliyorsun hatırıma.Özlemek hele yanındayken ne melem bir şey...
Renk renk insanlar geçip gidiyorlar önümüzden. Hepside telaşlı, hepside bir yere yetişmenin derdinde.Bir kadın bir erkek tartışıyor.Araya girenler ayırıyor.Az ilerde; yeniden sarılıp birbirlerine, devam ediyorlar köprü boyunca...
Rüzgar bir anda içime girip titretiyor beni. Kolunu doluyorsun boynumdan.Ben sana daha bir sokuluyorum.Üşümüyorum aslında, yanıyorum da çaktırmıyorum aklımla.
Sarılman ile yüzüme ateş düşüyor.Bana dönüp bakıyorsun.Başımı eğiyorum niyeyse."Utandım mı acaba" diye sorarken iç sesimle, çocuksu yanım ağır basıyor iyice yanaşıyorum kuytunun en yakından da yakınına.
Apansız kaldırıp başımı, taa gözlerinin en içine bakıyorum.Yüzünde kirli sakalın kumrala çalıyor.Güneş vurdukça gözlerin nasılda parlıyor. "Üşüdüm" diyorum "ısıt beni.""Çok mu üşümüş benim gülüm "deyip öpüyorsun burnumun, kızarmış, üşümüş ucundan...
Sonra eski köhne bir sandala binip gidiyoruz.Sen çekiyorsun kürekleri.Ben izliyorum İstanbulun gölgesindeki sen/i.