7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3392
Okunma

Öyle zamanlar olur ki kendimizi yalnız, kimsesiz hatta savunmasız hissederiz… Geldiklerinde hiç gitmeyecek görünümünde olan bu zamanlar, her şeyin çıkmaza girdiğine yaptıklarımızın sonuçsuz kalacağına inandırır bizi. Yaşam sorumluluklarımız da bu anda bizi sıkıştıranlar arasındadır; yerine gelmesi gereken görevler, alınması gereken yüksek notlar, kaldırılması gereken bir hasat, dikilmesi gereken bir elbise, yakalanması gereken bir suçlu… Kimsenin bizi anladığını düşünmeyiz, sanırız ki bu dünyada o anda bu kadar sıkıntı ile uğraşan sadece bizlerizdir…
Stres denilen kötü duygu bizi içten içe kavururken, içimizi rahatlatacak tek şey sakinlik aramaktır. İki dakika ayırsak kendimize belki de tüm soru işaretlerini nötrleyen cevaplar bizi bulacaktır kendi iç benliğimiz tarafından üretilen. Kendi sorularımızın özgün cevapları… Huzursuzluklarımızla baş edemediğimizi düşündüğümüz anda insanlardan sıyrılmak belki de en doğru yoldur. Bazen de en sevdiğiniz ya da en yakınınızda bulunan kişi olur stres kaynağınız, ne yapsanız uzaklaşamazsınız stres ortamından. Kendime ayırmam gereken küçük bir zamana ihtiyacım var deyip hiç kimsenin olmadığı, kimsenin düşüncelerimi rahatsız edemeyeceği bir ortam bulmalıyım demelisiniz kendi kendinize. Müzik dinleyip tek başına yürüyüş yapmak, kısa ve özlü bir öykü okumak ve yeri geldiğinde kendi öykünüzü yazmak iyi gelecektir ruhunuza… Kendi özgür radikal kararlarınızı alın hayatınız hakkında. Bu şekilde kırılanları tamir etme fırsatı bulacaksınız! Hayat yaşanabilecek kadar tatlıdır ama önce bu tadı alabilmemiz için tad duyumuzu geliştirmek gerekir öyle değil mi?…
Kanserden ölen Emma Bombeck’tin ölmeden önce yazdıkları hepimize hayat konusunda ders verecek nitelikte. Emma Bombeck diyor ki;
“Hayatımı yeniden yaşayabilseydim eğer; hastayken yatağa girer dinlenirdim. Ben olmadığım zaman her şey kötüye gidecek diye düşünmezdim.
Gül şeklinde pembe mumumu saklamaz yakardım…
Daha az konuşur, ama daha çok dinlerdim…
Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadaşımı akşam yemeğine davet ederdim…
Oturma odasında TV seyrederken patlamış mısır yer şömineyi yakmak isteyen birisi olduğunda ona engel olmazdım…
Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım…
Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım…
Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum…
Ömür boyu garantilidir denilen hiçbir şeyi satın almazdım…
Çocuklarıma daha çok “seni seviyorum”, ondan daha çok “ özür dilerim” derdim.”
“Ama başka bir hayat verilseydi en çok yapacağım şey; her dakikasını değerlendirmek olurdu… Bana benzemeyenler, benden daha çok şeye sahip olanlar ve kimin ne yaptığı beni ilgilendirmezdi… Bunun yerine ilişkilerimi güçlendirmeye çalışırdım…Tek bir hayatım vardı ve o da elimden kayıp gidiyor…”
Yaşananlardan ders alıp mola verin biraz hayatınıza… Zaman ayırın kendinize… İç sesinizi dinleyin… Gülün kalbini bulmak ve yaklaştırıp kulağımızı minicik kalbin atışlarını dinlemek iyi gelecektir yaşamımıza.
Düşünceleriniz mürekkep iziniz olsun, Hoşça Kalın!...
♪î♪ỡŝħ