8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1369
Okunma

Ne zaman gitsem yol aynı yerde biter...
Gitmediğimde yol sonsuzlaşır...
Acı nedir ki?
Acıyı bilmek için yaşamak mı gerekir hep? Ben bilmiyorum. Sadece hissetmeye çalışıyorum gözlerimi kapatıp. Bir anne hayal ediyorum örneğin; bebeğini kaybetmiş. Issızlığa veya karanlığa gerek duymamış korkmak için. Bir ormanın kalbine yürümüş, koşmuş, alabildiğine bağırmış, yok! Ne ses, ne nefes.. Yine bir anne; savaşın ortasında kırmızıya boyamış çocuğunun cansız bedenini tanımadığı insanlar. Bir insana yine bir insan yapmış hem de bunu. Bu kez bir baba; evladını götürmüş polisler. Her şeye gücü yeten adam küçücük kalmış, ellerinden alamamış, devleşememiş bu kez, en gerektiği an, en gerektiği şekliyle gücünü saklamış güçsüzlüğüyle. Dişlerini sıkmış, dudaklarını ısırmış, yumruklarını duvarlara, tırnaklarını avuçlarına geçirmiş... Bir genç kız; bedenine değil asıl ruhuna tecavüz edilmiş, üç kuruşa satılmış, kocasından tomar tomar dayak yemiş.. Bunca acı varken ben acıdan nasıl söz ederim!
Nedir acı? Ben bilmiyorum.Dokunamayacağım kadar soyut mu? Hissedemeyeceğim kadar soğuk mu? Kalbimi delecek kadar sıcak mı? Sabrımı harabeye çevirecek kadar büyük mü çukuru? Anlamayanlardanım ben. Şifreleri kıramayanlardan. Anlamamak kötü bir şey diyorlar. Oysa anlamak kadar değil. Her şeyi bilmek ve hiçbir şey hakkında bir söz edememek gibidir anlamak. Korkutur insanı; susturur, yaralar bazen bilmek. Ben bilmek istemiyorum. Düşünmek de, hayal kurmak da acıyı yaşamakla eş değer oluyor bazen. Ama hislerimiz bazen empati yapmayı bilmiyor. Yaşamadan anlaşılamayan bir şey mi acı? İlle çekmek, ille de katık olmak mı gerekiyor ölüme ve yaşamaya yakın mesafelerine, sınırlarına, çizgilerinden düşmemek için ip üstünde cambazlık mı yapmak gerekiyor?
Ey acı! Ben bilmiyorum seni. Belki de benim cahilliğim bu! Öyle az’ım ki, öyle eksik... Yara tutamadım, her fırsatta kanayamadım. Fısıltılara kulak verdim, duyamadım. Perişan olmak istedim; yoksul olmak, yükseğe tırmanmak istemedim, yerin dibine geçmek istedim. Makbul olmak istedim, maktul olmak istedim, her şeyin zanlısı olmak istedim hatta. Üzerime işlemediğim cinayetler yüklensin istedim. Suçlarımı asmak istedim başkalarıyla. Kendimi kuyulara atmak istedim. Sınamak istedim, kızdım kendime. Sınanmak istedim. Hokus pokusla yok olmak istedim. Gitmek istedim, hep kaldım. Ne kadar ölüm varsa ölmek istedim. O kadar acı varsa dünyada, hepsini tatmak istedim.... Olmadı!
Allah acımızı eksik etmesin dedim. Ne büyük söz etmişim şimdi anladım. Allah’ım sınama beni. Ben aciz bir kulum. Başıma gelmeden anlayamayacağım ve dayanamayacağım acılar istemişim. Ben fütursuzum, ne densiz dilim! Sevdiklerimi kaybetmedim. Annemi düşündüm. Katlanamam dedim. Allah’ım ben sınavlarına yabancıyım. Acısızım ben. Sınanmaktan korkuyorum. İçimdeki kız çocuğu sayıklıyor. Koru beni, acıdan koru... Bu bir kıyamet, yalvarırım ağzından çıkan söz yangınlarının kıyametleriyle sınama beni..
Acı iyidir dedim. İnsan olduğun yanlarını hatırlatır. Hayır hayır, acıyı tarif etmeye çalışmadım hiç; ben onu hep yaşamayı seçtim sandım. Ama yanılmışım, ben yaşamadım, duymadım henüz, görmedim. Herkes kendi acısıyla kardeş sanırdım. Üvey acılar büyütmüşüm bunca zaman. Hep parantezler açmışım kayıtsızlığıma eş değer. Baktığımda görebildiğimi sanmışım. İnsanın kalbi körse, hangi rengi seçebilir? Acıdan söz etmek için çok gencim ve az’ım henüz. Boyumu aşıyor edebi sözlere acıyı dahil etmek. Onu anlatırken dilimi defalarca kenetleyeceğim. Taa ki artık acıdan bahsedebilirim dediğimde, ona bir selam verip bağdaş kurup oturacağım yamacına. Bir kertenkele gibi kuyruğumu yanına bırakıp kaçmayacağım bu kez. Yenilenmek için beklemeyeceğim. Hakkını vereceğim damarlarıma düşene kadar tortusu...
Ah yüce acı; seni yaşamadan anlamayı beklemiyorum artık.
Ama beni anla küçük veya büyük; acı bu hepsi de insana yük...
En zor olanı; acısızlık... Sabrımı koru aklım; gelecek için...
fulya/ekim2011