7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2192
Okunma

En uzak olan hayatlarda doyumsuzca nefes almak bir seher vakti. Ve her bir gün ertesi başka bir hikaye ile yeni bir güne düşmek tekrardan. Kapısı kilitli olan bir konak odasının pencereisnden sabahın erken saatinde çıkıp dışarı,keskin ayazda güneşe doğru yürümek desem ve hiç yürüdünüz mü hayatınızda diye sorsam?
Ve dağların en ılık soğuğunu soluyarak içine organik havayı ciğerlerine solumak doyumsuzca. Elleri üşüyen utangaç çocukların yalın ayak tıkırtılarını izlemek sabahın en erken saatinde. Kendinden çok büyük olan bir sopa ve üzerine yağ sürülmüş top ekmeğini tutup parmakları arasında, hayvanları köy meydanına süren küçük çobanların üşüyen ellerini hissetmek yüreğinde.
Kalbinle konuşmak ve nasırlı ellerin sancılı dili ile tanışıp kaynaşmak sonra. İllede yaşamak mı gerek bazı şeyleri anlamak için hayatımızda? Yaşamadan da hisseder insan olan insan elbetteki bir çok şeyi ve gerçeği. Çok yabancı olduğum bir hayatın en alımlı zamanıydı çeyrek buçuk ömrüme düşen bu güzel tatil günlerim. Hep kendime çekilip kendi içimden kaçtım kendime amansızca. Hep tenhalarda gezindim ve en kuytu köşelerde dinlendim ruhumu. Hep uzaktan izledim insanları. Hep en köşelerde aradım gerçeğimi. Bu hayatlar içinde olan yerimi. Yabancıydım onlara belli. Yedi yad yabancı hem de. Toprağı tanımayan,kokusuna burun kıvıran ve, samimi olan kalplere soğuk bir bakıştım önceden belkide. Ama gördüm ki"köylü gerçekten milletin efendisi" idi.
Anlamlı ve bir o kadar da güzel geçti bütün günlerim. Tam yirmi gün bu toprak kokan köyde hiç şikayet etmeden kaldım. Ne telefon ve ne netim vardı. Bir kendim birde doğadaki sukunetti görüp hissettiğim. Her sabah erkenden uyanırdım hemen. Gecede bütün herkesten çok geç yatardım üstelik. Yorgunluk nedir hiç bilmedim üzerimde. Hiç giyinmedim bezdiren o can sıkıntısı elbisemi suretime. Sabah horozun ilk sesi ile gözlerimi açarak yataktan fırladım hep. Sonra kadınların saat sıfır dört civarı kalkıp hayvanlara bakmlarını izledim uzak uzak .Ben şehirli tabi,alışkın değilim uykularımı bu satte bölmeye. Birde sabah güzellik uykularımız vardır bizim tabi. Veya hafta sonları şartlı kurallı istirahat istekerlimiz vs...
Ne çok kendimizde birikmişiz bizler. Ne çok hep kendimiz için yaşıyoruz bu hayat içinde bir bilsek. Oysa gürültülü bu şehir dalgasında öz benliğimizi kıskaca alıp hapsetmişiz kendimizi zavallı yalnızlıklara. Evden işe işten eve. Rutin böyle geçen neredeyse bütün bir yaşam. Aylar,günler,haftalar ve tabi akıp giden yıllar tükenir sonra. Nihayet sonlanmaya yüz tutan ömürler. Bir makinadan ne farkımız var peki?
Gitmek lazım bazen uzaktaki köylere,en ücra şehirlere veya. Bir turist edası ile değil tabi,bir toprak sahibi olarak gitmeli insan. Dokunmalı güneşin ayaz yanığında kavrulmuş olan o esmer tenlere. Güneş kreminede gerek yok üstelik,onlar kendi çatlak avuçları içinde güneşlenip, şifalanan insanlar ve çokta mutlular bu hallerinden.
Dokunduğum her el taze ekmek ve süt kokuyordu hep. El kıremi kullanmıyorlar belli ki. Dokunduğun an hissedebiliyorsun eldeki sert nasırları.Ben alışkanşığımdan vazgeçemiyorum tabi. Sürekli oramı buramı bakıma alıyorum zaman zaman. Kapı arası gülüşlerin bana bakışını görüyorum ve hemen elimdeki malzemeyi çantamın en dibine atıyorum. Sonra bunu gizli gizli yapmaya başladım tabi,vazgeçemedim alışkanlığımdan bir türlü...
En çokta dağlarını sevdim ben onların. Yokuşlara ayağı yalın tırmanıp kanattım ayaklarımı. Yabancısı olduğum o dağlardan çok defa kayarak düştüm ve çok canımı yaktım. Her defasında koşturup elime sarıldılar telaş içinde bir şey oldumu diye. Ve beni o yokuşlara doğru hep onlar çıkardılar. Parmağımın yarası tam bir ay sürdü ve iyileşmedi bir türlü. Oraya buraya değdikçe yaralarım, suratımı ekşitip durdum bir zaman tabi. Daha sonran bunuda herkesten sakladım ustaca. İzi hala üzerimde ve sancısı dinmesin istiyorum içimde sanki.
Nehirler boyu yürdüm saatlerce. Su seleri ruhumda ışıltı bir huzur oldu her dem. Ve ırmak boyu bir aşk sesi ruhumu sardı hep sanki. Belime çıkan buğday tarlalarında yürüdüm yalnız ve suskunca. Arkamdan "gitme yılan olur" diye bağıran sesleri duymadan inatla yürüdüm sonuna kadar hemde. Hırçınımdır biraz zaten. Korkusuzca yürmek hayat felsefem olmuş hayatımda. Bir yılanmış gelecek olan ne çıkarki bundan kimin umurunda. Rastlasam ne yapardım acaba diye düşünüyorum şimdi bazen. Çığlık atardım belki veya oturup konuşurdum onunla kim bilebilir ki...?
En ürküten hatıram Tortum şelalesinde yaşadığım demdi sanırım. Aklımı elime alıp öyle bir yürümüşüm ki o sese, kalablıktan kopup,şeridi aşarak en uç noktaya vardığım an, çığlıklarla irkildim birden. "Mehatp, aklını mı yitirdin sen? hemen geri dön oradan..! diye yükselen sesler kulağımı okşuyor hala. Bir baktım ayağım en uç noktaya varmış. Gözlerimi aşağı kaydırdığımda inanılmaz bir uçurum ve boğuşan bir su idi gördüğüm. Ölüme hiç bu kadar yaklaşmamıştım hayatımda.Yüzüme savrulan su damlacıkları akşamın ayazında inanılmaz bir sukunet taşımıştı ruhuma oysa. Kimseler anlayamıyordu işte. Kim anlayabilirdiki insanın ruh halini? Zaten hiçte korku duymamıştım kendimde.
Ölüm. Onu en çok sevdim hep. Korkmadığım tek düşmanımdı benim hayatımda. En baki olan dostum belkide. Kendim kadar sevmişim ölümü. Nasıl olsa, bir gün kapımı çalacak değilmiydi zaten? Ha bir önce, ha bir sonra,ne fark ederdiki? Ama hala yaşıyorum işte, henüz gitmedim yani...
Çok güzel günlerdi ve inanılmaz bir güzellik kattı benim hayatıma. Tatilden bir kaç dipnot paylaştım sayfamda. Dostluk adına.
Çok saygılar.