24
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2151
Okunma

Kavun:
Kadife bir devrimdir kavun. Minicik çekirdeklerinden kurtulmak için sarf ettiğiniz çabaya karşı gelmez hiç. En anlayışlı ve yenik düşmüş kabulleniştir özgürlüğe. Henüz aşkı, elde etme duygusuyla karıştırmadan, seni sana hesapsızca bırakma yoludur mutlu varlığı. Senden evvel ve daha çok gülümser, sevinirmiş gibi bilmem kaçıncı aşık olmana. Kirlettikçe çoğalan ve karşısında teslim vücutlar buldukça güçlenen ben, biz ve korkusuz varlığımız… Şimdi kötü ve dolaylı bulduğum her şeye sahip olduğum vakit, bende en az o kötü adamlar kadar kaba davranacağıma söz veriyorum.
Kısa saçlı bir rüzgara bırakıp gönlünü, en uzun nefesiyle öptü biçimli göğsünü. Yumuşacıktı, elleri gibi ve tenha yüreği kadar. Kibar ve açılmaz bir düşünce kapladı iliklerini. Sonra bir piyano darbesi çalındı sessiz gözlerinde, ulaşılmaz bir noktaya. Orda biten şeydi sevgi, en güvenilir yalandı tek kurşunluk nefesi. Aşık olacaktı bir an unutabilse zamanı veya dokunsa sözcükler gibi. Ölüyordu yavaş yavaş yahut ölümsüzleşiyordu kaprissiz hayalleri. Kulaklarını okşayınca bir cümlelik nefesi, tutmak istedi herkes gibi ve en az herkes kadar katlanarak hayata, mutlu, mesut davranarak... İşte onu o kadar sevdi.
Tüm zamanlarım ölmüş oysa. Yapraklar dokunurdu ayaklarıma. Sanırdım bir tek bana yol gösterirler. Sonra korkusuzca güneşin son ışığını tutardım, kaba ellerimin arasında sımsıkı. Sana getirirdim, düşlerime ayna tutar gibi, on iki kapı aşarak sabırsızca. Dudakların bir açılır, bir de kapanırdı, duymazdım hiç konuştuklarını. O kısacık anı çizerdim elime kalemi yerleştirip, bütün zamanların kalbini söker alırdım yanındayken. Tek varlığım gözlerindi, ellerim kaçarken küçük ve uysal adımlarla senden. Bir şarkı olurdun sahipsiz. Uzaktayken hüzünlü, dokunduğumda neşeli. Okşardım o derece narin ellerini, daktilomun tuşlarını sever gibi. Nihayetinde biterdi yol. Son yaprak ses verirdi temasımda, sonbaharı unutturmamak ister gibi yüksek sesle konuşarak. Hoyrat ve sevimsiz bir ürperiş bu... Açardım gözlerimi teninle uyanmak umuduyla ama sabah gelmezdi hiç, hep korkulu bir rüya. Kokun olmayınca beklerdim. Gelişini duymak için beklerdim sıkışarak yastığa.
Şeftali:
Biraz kibar davranma meraklısıysanız önce bıçak yardımıyla kurtulursunuz önünüze çıkacak küçücük engellerden. Böyle davranınca her şey legal ve bağışlanabilir farz edilir. Demokrasidir zarfın içine tutuşturup zorla eve teslim ettikleri. Bu da yetmez, “ Oku” dersiniz beynini örümcek ağlarının sardığını farz ettiğiniz kentlere. “Oku ve illa benze bizim gibilere.” Ama yok, ben babadan kalma usül kullanırım ve bir köylü kadar iştahlı, korkunun adını ağzıma almam derseniz, kocaman ısırıklar sonuna kadar kovalar şeftaliyi. Damlaları süzülür ellerinizden ama o hala kırılgan ve yumuşak, kaprissizdir avuçlarınızda. Çekirdeğini bekleyen son, fırsatsız bir kol savurmasıdır çöplerin arasına. Aşk mı? Sadakat gerektirmez, tutkunun sağladığı adalete boyun eğmek dışında bir hiçtir. İster hisset, istersen reddet, gözlerin nihayetinde mahkumdur bir gün onun gibi bakmaya.
O kadar kısaydı ki mutluluk... İki dudak arasında aldığı zamandan bile kısa... Gözlerinde anlık bir telaştı bakarken sana. Susarken daha çok dinlemek için seni sonra, beklemekti umutlarımdan habersiz, bazen uyku oldu bazense rüya kıvamında. Aslında kulağıma fısıldanmış tek bir sözden ibaretti mutluluk. İşte o kadar kısa süreli fırça darbesiydi hepsi, tüm varlığını anlatırken nefes katarak beyaza, son mürekkep darbem ismindi dudaklarımda. Şimdi susmak daha güzel, masalın son mısrasını uzakta beklemek gibi mutluluk... Bir çocuğun hevesle açılan göz kapaklarında erişilmez bir perde. Çok da anlamlı ben yabancı kaldıkça.
Hepsi üç kelimeydi. Dudaklarımın en fırsatsız kaçamağıydı gözlerin. Kalbimle yaptığım bir barış yahut dilini yutmuş bir kabahatli misali. Sadece sığınıp gözlerine tek beklentimdi merhamet. Ellerine minicik bir dokunsam, sıcak temasımla anımsamış olsan hayatı. Sonra bir tek gözlerin kalsa... Her yerimde gözlerin kalsa bir başına. Issız var oluşun kurtarılmayı beklemese bu bakışlarınla. Yalnızlığım olsan... Seni seyrederek küssem zamana, zaman önyargılarını akıtsa kirpiklerinden aşağıya.
Kiraz:
Tek yol vardır geçerli kılmak için mutluluğu. En son yapmanız gerekeni en başında yaparak başlarsınız aşka. Bu romantizmi alt üst etmek kadar, rızası alınmamış bir sevgidir onun gözyaşlarında. Isır, belki çiğne biraz ve sonra sevmediğin tek noktayı dışarıya at. Sadece bize uygun gelen, lezzetli yanlarını ödünç alır gibi sahipleniriz ve alışık olmadığımız farklı bir bakış açısını, bizi terk etmesine mecbur kılarız tükettikten sonra işimize yarayanları. Eskiyen ruh mudur yoksa düşünceler mi? Yıprattığımız bir insan mıdır yoksa sadece onun huzur bozan zihniyeti mi? Oysa onun kapıyı açacak ne gücü vardır ne de arzusu yola düşmek için. O yüzden yüreğimizi ikna eder, en doğru işmiş gibi başlatırız kusursuz fırtınayı. Bütün ağaçlar budandı ve elleri yok ayrılığın bir kez daha tutunmak için. İyi yolculuklar sevgili…
Ruhunda bir ırmak, serkeş yağmurlara açılmış hoyrat bir kapı yüreğin. İlk dokunuş bir alev, bir mum kadar faydalı izbe gecenin esaretinde sayarken nefesleri ve sedasız dudakların üzerinde. Ellerim çekinmiyor, en az gözlerim kadar sokulup sinene. Sonraki dokunuş güzel bir uyku, siyaha boyadığı gözlerinle. Tutukluyum sana, gözyaşlarım bulaşıp parmak uçlarına. En son temas titreyen dudaklarında bir nefes aralığında, mumla birlikte sönmeye mecbur bir gece ancak hasretimin başladığı yerde. Dalgınım, her sevişmemiz yaşanmamışlığın yeni bir hevesi, koca bir yarım kalmışlık eldivenlerimizde. Bilmediğim bir şey, kim olman hariç, kalbim yanındayken başlayan hayata. Ve en kolay cümle... Seni seviyorum... Adeta ezberimde.
Bir çift göz var uzaklarda, bana bakmıyor ama hasreti beynimde bir yara, kan damlıyor avuçlarımda dokunamıyorum ama tutabilmiş gibi yapıp rengini sürüyorum parmaklarıma. Bir çift söz tekrarlanıyor, bir zamanlar bir başkasına. Benim için söylenmiş ama aşinayım cümle sonlarına. Özlüyorum yüreğinde bir güz sancısıyla. Bükülüyorum, eskimiyor bir türlü tadına varamadığım kokusuyla. Üzerime siniyor, suçluyum ona yetişemediğim zamanlara. Bir çift barış bu... Karşılıklı kabullenmiş yürekler. Sessizce söz vermiş, hareket etmeyen dudaklarda, seni seviyorum demeden hiç, birbirine tutuklu, başkalarına mahkum bir çift yürek bu.
Bu kez sıradan bir merhaba ile geçtin sokağımdan. Ve gece oldu birdenbire, aysız bırakılıp katlanılmaz rüzgar damarlarımda. Gittin, adımların gürültüsüzdü. Belli ki yağmayacak yağmur bir kez daha bu sokaklara. Uzunca bir süre bekledikten sonra sigaram bitecek sönmeden kendi, bambaşka bir evin yeşil ışığı olacak gözlerin. Bunu bilmek en çok bana, bir de şimdi her kim merhaba diyorsa sana, zulüm olacak belki de bir umut mısralarda. Tekrar dolacak nefesim beyaz teninle ama bu sokak o sokak olmayacak ve sen bir kez daha kıpırdatmayacaksın dudaklarını benim için. Gidiyorum. Şimdi... Bu geceden sonra...
Üzüm:
Bütün kalpler ayrı ağlar tadarken acıyı. Bazen kolay olan şeydir kabullenmek ama kimi zaman en zordur “Evet” ile baş başa bırakmak gözlerindeki kırmızıyı. Basit usüllü bir seçimdir, ya hepsi ya da bir kısmı hariç. Hafif acımsı yanlarına tahammülü alabiliyorsan göze evlen onunla, yut çekirdeğini de özüyle birlikte. Yok, ben fosfordan gelecek yardımı başka şekilde sağlarım diyorsan ve biraz da çocukluktan kalma bir alışkanlıkla evin yolunu tutup annene sığınmak çözümse, at, kurtul ondan ama sakın giderken geriye dönüp “Üzülme” diyerek okşama saçlarını. Ne daha iyi biri müjdedir yaralı yüreğine, ne de senin bağlanamama mazeretlerin. Son bir öpücük yıllar sonra karşılaşınca tekrarlanması muhtemel bir yastır diye avutma kendini. Git, kocaman adımlarla veya kal, olduğun yerde bırakarak ruhunu.
Sulu gözlüsün işte. En küçük bocalamada yenik düşüyor şarkıların. Avuçlarında silgi izleri. Yok etmiş, tanıştığımız gün hafif ıslaktı ya saçlarım, ondan kalmış. Bir mavi daha mı? Ay yerleşince bulutun göğsüne uzun bir suskunluk olur, dizlerini uzatırsın yavaşça. Ben daha çok batırırım gözyaşlarımı mavi sulara. Balıklar için sapsarı bir sepet ne demekse, benim için de o anlama gelir ayaklarını terliğe batırıp kumunu dökmen üzerime. Bilirim sonra gidersin... Gözümün alamayacağı kadar uzak diyarlara...
Son bulur zamanlar, şarabın eteğe sığınan bacaklarını dokundurur karşısında oturan adama. Ve kısrağın omzuna düşer kırbaç merhameti, bir tesellidir hasret. İstediği zaman seni görememesi, adamı karşı konulmaz, seni ise her zaman yakışıklı kılar. Zaman su sızdıran bir musluk gibi hep son bulur, damla ve son sandığın bir damla daha. Yeltenmez saçlarına, kadın söndürür içi nefes dolu sigarayı ve gitmekle yüzleşir tekrar. Bu kez alıkoysun diye adam. Dudaklarını bir reçber şevkiyle ibadet eder gibi toprağa, çıkartır namlusundan kurşunları, akıtır beynini içine yüzlerce defa.
Çok mu severim telefonlarına çıkmamayı? Hasta düşmeyi sesin telefon ziline benzerken baş ucumda... Kalbime batırılmış gerçekleşmesi düşük bir ihtimalin, çıkartılırken içinde kalmış parçasısın. Hala arıyorsun neden? Ben sevmeyi sözlüklerden öğrenmeye çalışan bir yeteneksiz, merhametsiz ve kaypak bir göz darbecisiyken, romanlardaki aşk yapraklarını atlayarak okurken ve filmlerde bir tek öpüşmelere inanmazken... Kıyamıyorsun bana hiç kimseye ufacık bir parçamı bile miras bırakamazken, işte bu hayretle kaplıyor nefesimi. Eteğimden döktüğüm o kısacık tatlı zaman taşları, sadece sizler için, giderayak yapabildiğim yegane jest. Bir nefeslik mutluluğu sahte gülüşlerimle kendim saydığım zaafiyet anları ve anımsamalarında bocaladığım sizler, siz sevgililer için... Bir telefon sesine aldanır, heveslenir diye yüreğim, gevşemesin artık. Bir şeyi arzulamayı ihmal eden her kaba uyanışın, masalla sonlanmamış bir gece olduğuna inanışımım otuzuncu yaşam yılı bu. Artık sen de sevme beni, sevmiyor da vicdanın için tezahürat yapıyorsan da vazgeç. Senin sevmediğin bir şeyi arzuluyorum ben, sevdiklerinin hiç birisini değil.
Karpuz:
Onlarca yanlış var bir arada olmamızda. Pişmanlıklar, intikam meseleleri ve daha çok canımızı acıtmayı marifet sayan, gelişmiş, kötü alışkanlıklarımızın okulu birincilikle bitiren diplomaları… Tahammül edebilmeye başladıysak ve birbirimizi incitmeyi doğal sayıp daha çok aşık oluyorsak neticelenen her ihanet akabinde, kirleniyoruz ve daha çok kirletiyoruz demektir sevgimizi. Bütün kötülüklerden kurtulmak var bir çırpıda, hemen şimdi. Suyun başlattığı kalabalıkta erimeden dimdik ayakta kalabilen doğru, gözlerimizin saf inancı, bile bile yalan söylemek ve ona diğerimiz inanmadan derhal affetmek. Ben sana ve sen de bana gittikçe benzeyemeden, birlikte yarattığımız bu üçüncü, cinsiyetsiz varlığı öldürmeye mecburuz sevgili. Artık çoğunluk yönetmiyor varlığımızı. Oylarımız eşit sayılıyor lakin düşüncelerimizin ağırlığı müsaadesiz geçiyor meclisimizden. İbadet ettiğimiz yegane yasa, kazanmak ve kazanamayınca hemen değiştirmekten yanaysa, öldürmeli silahlar konuşmadan içimizdekileri. İkimizden biri sus demeden diğerine, bir tek gürültü kopmalı ayrılırken. Elveda sevgili, kurtul artık benden.
Ağzımın üzerinde bir makas. Açıp kapattıkça eksiliyor günlerim, kesiliyor konuştukça ve söz sadece bir misafir diyen düzenbaz. Kupon biriktirme alışkanlığıydı sevda, sadece kazanılması gereken bir oyun seni ikna etmek aşka. Bir öpücük ve kocaman gülümseme... Saçlarının yüzümü örttüğü kavurucu sıcakta, elle de kopartabilirim artık gazeteyi. Viran bir evde karanlık, rutubet kokusuyla geçirilmiş onlarca sene, sadece teslim edilmemiş bir güzellik gibi geliyor şimdilerde. Tekrar davranıyorum gözlerine. Yüzmeyi iyi bilmeyenlerin çekinip geri döndüğü şeritte, mavinin hafif yeşile bandığı ve sonra temelli laciverde ayrıldığı çerçevede kalıyorum. Tenin sıcak, tembel ve ertelenmesi zor bir yaz ayrılığı, koca bir musibet bana. Kupkuru avuçlarımda biriken güneşi gezdirdikçe yer değiştiriyor gülücüklerin. İlki çekingen, ikincisi çapkın ve sonuncusu korkak. Artık gidebilirim, büyümeye başladın. Pas tutmadan makas, serin sulardan sıyrılıp havlulara sarılmalı. Sen maviliğin kendisi olmaya devam edebilirsin…
Şamandıraya kadar yüzelim. Dikkat et, yosun bağlamıştır ipi. Keskindir bıçak gibi ve sen dokununca kayar avuçlarından, kurtulur bir türlü hayır diyemediğimiz aşk gibi. Alberaber sürüklenelim denizin yokuşunda bir koya. Kalın duvarlarının altında koyu karanlık bir gözle tanışır gibi tedirgin, usulca toplayalım sedefleri. Suya değdirmene müsaade etmem, dudaklarımla silerim boynunu çevreleyen beyaz tanecikleri. Tuz... Yakıyor tadı, kuşatınca ellerin omuzlarımı. Barbarişka! Heybem lacivert renkli mayo, griye boyanır vücudum kalkmadan cenazem. Aşkın kurşunları dolanırken beynimde, "Dur" demeye kalkışma, yığılana kadar aşk ve tuz... Toprağım olsun şu mavilikler yalanları söküp alıp gözlerinden, salla ellerini içimdeki sesi ayık tutarak: Fundo! Bu kez gitmek yok kalbim, eşgali belirsiz kadının çamçaklarına doldurabilirsin hatalarını. İlla gitmekten geçiyorsa huzur, gidiyormuş gibi yok et ayakkabılarını göz önünden ve onu sadece uykuda yalnız bırak, sevişmekten bitap düşürüp. Sabahlar geri dönüştür, gürültü çıkar geri geldiğinde. Sonra sadece bakakal öylece: "Haydi şamandıramıza geri dönelim."