7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1339
Okunma

Sevgili dostum Nermin Kaçar, bir atölye kurmuştu: Öykü Sevenler Atölyesi. Tarih: 2010 Mart ayıydı. O atölyede, üye olan tüm dostlarımızın katılımı ile bir öykü kaleme almaya karar vermiştik. Öykünün ilk bölümünü yazmak, bana kısmet olmuştu.
Sevgili Nermin, öyküyü sizlerle paylaşmayı teklif ettiğinde, neden olmasın? Dedim.
Siz, hazırsanız; bizim öykümüz de hazır. Hem de uzun zamandır.:-)
AHMET & SELMA & NUR ( 1. BÖLÜM )
Aralık ayı, tüm sertliği ile çökmüştü Edremit’in üstüne. Etrafını çevreleyen Kaz Dağları da soğuktan nasibini almış; kahverengi eteklerinin üstüne beyaz bir kürk giymiş gibiydi.
Ahmet, bankadan çıkmış, yorgun adımlarla evine doğru yürüyordu. Rüzgârdan korunmak için sardığı yün atkısı buz tutmuştu. Bir an önce evinin sıcaklığına kavuşmak istiyordu. Yılsonu hesapları yüzünden oldukça geç kalmıştı, yine. Aklı evde hamileliğinin son günlerine gelmiş karısındaydı.
İlk bebekleri doğacaktı. Henüz, maddi olarak kendilerini toparlamış değillerdi. Evlilikleri üçüncü yılını dolduruyordu ve taksitler bitmek bilmiyordu. Üstelik bu küçük kasabada sıkışıp kalmışlardı. Allahtan komşuları çok iyiydiler ve Selma’yı hiç yalnız bırakmıyorlardı.
Her zaman ki gibi işten çıkmadan aramıştı Selma’yı;” Alınacak bir şey var mı? ” Diye sormak için. O zaman fark etmişti telefonların kesik olduğunun.” Fırtına, telefon hatlarını kopardı” demişlerdi. Evlerinin bulunduğu mahallede tüm hatlar hasar görmüştü.
Eşiyle konuşamadığı aklına gelince adımlarını hızlandırdı. Ebe Hatice teyzenin evinin köşesinden dönerken birden tüm sokak lambaları söndü. Her taraf koyu bir karanlığa büründü. “ Kahretsin “ diye söylenerek koşar adımlarla ilerlemeye başladı.” Selma ne kadar korkmuştur şimdi” diye düşündü.
Evine geldiğinde pencereden sızan mum ya da lamba ışığını aradı gözleri. Yoktu. Endişe ile kapıyı çaldı. İçerden hiç ses gelmiyordu. Telaşla ceplerini karıştırdı. Anahtarını buldu. Buz tutmuş parmakları ile güç de olsa kapıyı açtı. “ Selma, ben geldim” diye seslendi. Açık bıraktığı kapıdan giren rüzgârın uğultusu arasında bir inleme sesi duydu. Yüreği çarparak “ Selma “ diye seslendi tekrar. Aynı inilti yanıtladı sesini. Ses mutfaktan geliyordu.
Hemen koştu ve karısının yerde yatan bedenini gördü, karanlığın içinde.
“ Selma iyi misin? “ diyerek çöktü karısının yanına. Selma, sadece inleyebildi. Ellerini dolaştırdı, karısının bedeninde. Bir ıslaklık hissetti. O sırada Selma, halsiz sesi ile “ Bebek..Hatice teyze…” diyebildi.
Ahmet, bir an ne yapacağını şaşırdı. Karısını yalnız bırakmak istemiyordu. Ama Hatice teyzeyi de çağırması gerekiyordu. Tereddütle duraksarken Selma’nın acıyla iki büklüm olduğunu gördü. Deli gibi koşarak kapıdan çıktı. Hatice teyzenin kapısını yumruklamaya başladı. Bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu: “ Hatice teyze yetiş, Selma…Bebek…”
Kapı açıldığında Hatice teyze, ayakkabılarını giymiş, yün şalını sarıyordu başına. “ Geldim, evladım. Hadi çabuk “ dedi.
Aynı yolu, bu kez, ikisi birden koşarak eve ulaştılar. Kapıdan girmişlerdi ki Selma’nın acı çığlığını duydular. Hatice teyze’nin yanında getirdiği lambanın ışığında telaşla Selma’nın yanına giderken bu kez bir bebek çığlığı yankılandı evin içinde.
Aralık ayının o soğuk gecesi, karanlığı bölercesine doğmuştu kızları Nur.
Eser Akpınar
03.03.2010
İzmir