16
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1114
Okunma
I was five and he was six
We rode on horses made of sticks
He wore black and I wore white
He would always win the fight Bang bang, he shot me down
Bang bang, I hit the ground
Bang bang, that awful sound
Bang bang, my baby shot me down.
Derken müziğin sesini iki perde daha açıyorum ve gayret gösteriyorum anlamaya ilk defa bir şarkının sözlerine saplayarak ruhumu. "Kill Bill" filminin içine sıkıştırılmış bir müzik; seyir ön planda olunca çok dikkat çekmiyor tabiki lakin öyle hünerli bir yere mıhlandığını ikinci seyredişte algılayınca tekrar dönüyorum kelimelerin kollarına ve beni yıllar evveline götürüyor mutlaka. Irkçılığı ve de fırsat eşitsizliğini günümüzde görünmeyen bir "Kast" sistemiyle yorganın altına sürükleyen uzun kış gecelerinin o sıcak, bakir kollarına gidiyorum şimdi. Ben kendimi hiç üşümez sanıyordum ailemin saadetle örülü bakışlarında halbuki sahte kimlik taşımaktan farksızmış, istiyor musun diye sorulmadan otoritenin bir parçası oluşumun, kestirme bir yol seçmekten öteye geçmediği aşikar kalıyor düşüncelerim müziğe kapılınca.
Dalıyorum içimizdeki körlüğe. Susarak ötekileştirdiğimiz, her şeyi kabul eden eski bir dost için... Göz yumduğumuz şey sadece kendi yalanlarımızdı, tahammül ettiğimiz ise diğerlerine bıraktığımız artıklardan ibaret. Şimdi utanmak vakti...
Aynı sırayı üçe böler otururduk yıllar önce. Gök kuşağı yaratmak kolaydı, tek bir söz buluştururdu ayaklarımızı. Aynı topun peşinden koşarken ne gözleri alınmış bir gece istila ederdi düşüncelerimizi ne de babalarımızın elindeki poşetler. Sen esmerdin güneşin oğlu olarak, bense çiğ beyaz bir balkon çocuğu. Uzun boyluydun benim yetişemediğim yerde yaklaştırırdın rafları ve hayatın irileştirdiği ellerinle uzatırdın arkadaşlığı. Beni en çok üzen şey, sınıfta daima sessiz kalışın ve gizlemen olurdu yırtıklarını ama bir kere göz göze gelip doyasıya gülümsedik mi gelip geçerdi sanki her şey. Tenefüs olunca kaybolur, kaçardın gözden ırak mesafelere. Aramıza giren en büyük uçurumdu kantin kuyrukları. Hiç anlamam sanırdın ya, ben her davranışını sahiplenirdim dostum. O kocaman yüreğine girmesin diye baltalar, bitirmeden elimdekileri gelmezdim yanına. Dökülmeyen bütün kelimelerin benimdi, bir gün mecbur kalacaktım yazmaya. Sen anlatamasan da...
Simit kokusu oldum olası büyülerdi beni ve fırından yeni çıkmış, el vurulmayan pide için tutulan mahalle kuyrukları. Bir saat beklerdik mutlu son için, ramazanlar o zaman başka güzel çalınırdı kulaklara. Ben orucu açarken ilk aldığım lokmadan gezdirirdim gözlerimi üzerinde. Bilirdim okul sonrası un kaplı ellerinin, kalemden feragat ederek yontulmamışlığını. Sen habersiz olsan bile her gece evimin baş misafiriydi susamlı ellerin. Ben yazmaya başladıkça sanki alırdın kalemi ellerimden.
Dedim ya biz küçüktük, hile ve ihtiras girmezdi aramıza. Bütün kuvvet oyunlarını sen kazanırdın. En hızlı koşan, en uzağa fırlatan... Kahramanıydın bütün erkeklerin ama bilemezdik hiç! Bükemediğimiz bileğini hayatın ters çevireceğini, fiziksel üstünlüğünü sömürmekten zekanı kullanmana müsaade edilmeyeceğini bilemezdik ki. Çocuktuk, bir matematik problemini çözmen seni akıl küpü ilan etmemiz için kafiydi. Sonrasında peki? «Sayılar birer bozuk para benim için» derdin, biz havuzu doldurup boşaltmakla meşgulken yerinde sayardı umutların. Farklıydı, o vakitler bugün olduğu gibi kolay ulaşılır değildi her şey. Tadını bilmediğin meyveleri sayman, hiç girmediğiniz deniz için kompozisyon yazman ve alamadığın spor ayakkabılarınla okula gelmen istenirdi. Sen pazardan aldığın lastik ayakkabıları gizlemenin derdindeyken nasıl gol atmanı beklerdik? Ama her akşam fırın çıkışında "Boza" diye sokakları inleten babanın peşi sıra mahallemizde yükselirken yüreğin, yüzlerce gol atardın minicik kalbime, kimseler duymazdı çığlıklarımı. Devam ettim yazmaya, sus diyen olmadıkça bırakamazdım bir başına karanlık sokakları.
Yıllar sonra... Biz balkon çocukları çabuk güzelleşiriz, geçen zaman lehimize işler ve bakımlı, yakışıklı ve masa başı işten doğma ufacık bir göbek... Arada bir bıraktığımız sakal veya bıyık hoş gelir bize bakan gözlere. Öyle çabuk alışırız ki satın almaya, hiç çekinmeden her şeye fiyat biçer yüreklerimiz. Üstelik artık pahalı oyuncaklarımız ve güzel bir de karımız vardır. Görmezden gelebildiğimiz o kadar çok şey beraberinde... Utanmayı çocuklukta bırakmışızdır, dürüstlüğe veda ettiğimiz ergenlikten biraz sonra ve mevcut hayatımızı sürdürebilmek gayesiyle ellerimizi kullanmadan kapatmaya başlarız gözlerimizi. İşte öyle bir anda tekrar ve defalarca konarsın düşlerime. Sen... Unutulmayı hak etmeyecek kadar kaderi dikenli adam. Kahve ertesi kurtarıcı ilan ettiğim bir bardak su kadar gerçeksin. Ya ben? Ne kolay öğrendim bak! Pazar yerinin önünden geçtiğimiz bir gün sırf kızımın canı çekti diye iki tane armut alır ve bir kilo parası uzatırım, "Üstü kalsın" havasını atarak. Yüzüne bakmaya alışık olmadığım için görmem seni ama sen hatırlarsın değişse bile kıyafetlerim. Hafifçe dokunursun omzuma, irkilmemi önemsiz kılarak ve "Afiyet olsun. Lüzum yok" dersin, ben yine de anlamam. Yazmayı bırakmışımdır çünkü. Kalem yerine kibir beslemek daha kolay gelmiştir, birini beslemek için düşünce üretirken diğeri besinini kendiliğinden alır, hiç yorulmazsın. Bende kolay olanı seçtiysem, uyduysam kalabalığa beni bağışla.
Şimdi... Baktığım her noktada aynasız bir kirlilik hakim. Kapatıyorum gözlerimi ama bu kez ellerimin yardımıyla, sıkmadan, ışık sızdırmayacak kadar kör bir karanlığa. Aklımın uzandığı, gücümün yettiği her yerdesin sen, çaresizim. Aynı doktor sana «Kaybettik" der geçer ama bana gelince bin bir tane özür diler. Sen... Patronun yılıştığı ve bir yevmiye fazla vermek vaadiyle sıkıştırdığı sekreterin kendiyle kaldığı zamanlarda gözlerindesin, berberin çırağına uzattığım bahşişe açılan hevesli ellerdesin, "İlk ben gördüm" diye bağırarak yerde parıldayan bozuk paraya doğru var gücüyle koşan çocukların ayaklarındasın, kızımın eskilerini giyerken bayram yapan başka bir kız çocuğunun hevesli gülüşündesin, tüpçü çocuğun leş kokan çoraplarında ve içi siyah dolmuş tırnaklarındasın. Sen... Başıma gelmediği için şükür ettiğim tüm zamanlarda sanki benim yerime yaşıyor gibisin.
Şimdi... Evet, müziğin sesini biraz daha açabilmeli şimdi. Belki ellerimi gözlerimin üzerinden çekemem hala ama işiterek devam edebilirim yazmaya. Yine aynı film ve zenci çocuğun gözleri önünde annesini öldüren sarışın kadın: "Bir gün intikam almak için beni öldürmeye gelirsen, seni bekliyor olacağım."