9
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1467
Okunma

Susuyorsun... Bir avucuma gülizi, diğerine uzaklığı koyup koyup gidiyorsun.
Öyle güzel seviyorsun ki, utandırmaya kıyamıyorum.
Soramıyorum; biz bu kadar (az)mıyız, diye/miyorum.
Dağlar bizden büyük, yollar aşkımızdan uzun, sesimiz kısık; şarkımızı mırıldanamıyorum.
Özlüyorum; özlemim aşkın okşayışlarında, su birikintilerine basmadan yürüyemiyorum.
Acım içime yük sanki, kaldıramadan omzumdan aşağı düşürüyorum.
Hep sana çıkıyor sürekliliğim, kırılmış ayna gibi yansımalarında; sana dönüyorum.
Heybetinin ahengine kıvrılan biçar bir pervaneyim.
Klipsini sıkı sıkı kapatıyorum, ağzımızın tadını bozan yasak imgelerin.
Ben sende yaralı kuş çığlığı, sen benim bitiremediğim baş ucu romanım.
İkimiz çakıl taşlarının berraklığıyla ahlarımızı alıp atlıyoruz boşluklarımıza
Bir mucize olsun, bir hortum çıksın mesela; ya bizi katsın girdabına, ya dünya savrulsun.
Seviyorum... Deprem artığından kalmış harabe yığınlarının ümitsiz varoluşuyla...
Sesim sesine yankı arayışlarında, nefes boğumlarımızda bir iç çekme anı...
Doğurgan ve kanamalı aşk’ımız, dilimizin susuzluğunda göçük altında yanmakta...
Bir yudum su, bir çakımlık ateş, mübarek bir hasret.
Kalbim kalbinin üzerindeyken ülkemin nehirleri çağlar, denizler taşar
Sevgili(m)
Derinlerine göm ellerimi, şiirlerce filiz, nesirlerce bereket doğursun toprağının kederi
Anlatsana bana teninin coğrafyasını; gözlerindeki şehirleri ve nefesindeki iklimleri
Mevsimlerine bölsene hücrelerimi
Aheste bir bulutum, başımda kor bir Güneş böyle kavi; yağamıyorum, yağamıyorum gözlerine ’nur’ gibi...
fulya/temmuz2011