4
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
917
Okunma
Eğer yalnızlık bir öykü olsaydı, ne çıkardı içinden, ne söylerdi bize? Bakmayın bir öykü olduğuma, yalnız harflerden oluşmuş bir cümleler ve düşler bütünüyüm mü derdi? Bu yalnızlık konusu gerçekten de alabildiğine derin. Yaşamımızda, istesek de istemesek de bir gölge gibi bizi takip eden bir kelime. Kim diyebilir ki : “Ben asla yalnız kalmadım” cümlesini...
Bazen aşık olup olmadığımın ayrımına varamıyorum; vardığımdaysa iş işten geçmiş oluyor belki de. Yalnızlık da öyle benim için. Yalnız olup olmadığımı anlayamıyorum bazen. Oysa paylaşıyorum etrafımdakilerle. Daha doğrusu paylaşabilmenin gayreti içindeyim çoğu zaman. Yalnızlık konusunda tuhaf bir süreç işledi aslında yaşamımda. Önceleri yalnızlık bir korkuydu benim için. Ürkerdim yalnız kalmaktan. Ne yapıp edip, paylaşabilmek, yalnızlığımı yok edebilmek uğruna sığınırdım birilerine. Çok uzun bir süre bu böyle devam etti. O zamanlar yalnızlığın bendeki anlamı epeyce sığdı galiba. Yani en basit anlamıyla, yalnızlık demek, yalnız kalmamak demekti benim için. Yani birileri yanımdaysa yalnız değildim. O zaman da düşlerim vardı bir dolu, o zaman da düşlerimle oynaşırdım sürekli. Ama sanırım, düşlerimle yalnızlığımı tanıştırmayı hiç akıl edememiştim o dönemlerimde…
Sonra yalnızlığımın ikinci hayatı başlayacaktı benim için. Yalnızlığımın benim için bir korku, bir kabus olmaktan çıkacağı, yalnızlığımın bedenime, ruhuma alışacağı, kanıksayacağı yeni bir süreç… Bu sürecin birkaç sebebi var galiba. Sebeplerden bir tanesi, aşk veya aşk sandığım duygularım yüzünden, kısa ya da uzun süreli çektiğim acılar.
Belki size tuhaf gelecek ama aşk acısı çekmek bir yaşam biçimi olmuştu bir zamanlar bende. Bilinç altımda sırf aşkın hüznünü hissedebilmek uğruna, bir dolu “mutsuz son” senaryoları hazırlayıp, hayata geçirdiğimi anımsıyorum. Bakmayın bana deliymişim gibi öyle, acı çekmekten zevk alan bir kişiliğim yoktur. Sanıyorum beni çeken, aşk acısının içindeki gizemdi. Her mutsuz son sanki ayrı bir düştü benim için. Bir senaryo sanki. Size komik gelecek belki ama, bir süre sonra beni kimin terk ettiğinden, ya da kime aşık olduğumdan önemlisi, mutsuz sonların farklı kurguları olurdu benim için. Biliyorum biliyorum karmaşık biraz. Zaten ben bile tam çözebilmiş değilim düşlerimle yalnızlığımı tanıştırmadan önceki dönemimi. Neticede bu sürecin bitip, başka bir sürecin başlamasındaki sebeplerden biri, aşk acılarımın beni artarak olgunlaştırdığına inanmamdır. Olgunlaştıkça, aşk acılarının, yalnızlıktan ürken insanlarda daha büyük tesiri olduğunu gördüm. Yani yalnızlıktan ürkmeyen kişiler aşk acılarına karşı büyük ölçüde bağışıklık kazanmış kişilerdi. Bense olgunlaştığımı hissettikçe, yalnız kalma duygusunun beni daha az titrettiğinin farkında varıyordum git gide…
Yalnızlığımı bedenimin ve ruhumun bir parçası olarak görmeye başlamamdaki sebeplerin bir diğeri ise, yarattığımı hissetmemdi. Bir nevi harflerle tanıştığım ve harfleri yoğurarak, onlara yeni şekiller, formlar verdiğim zamanın başlangıcıydı yani. Sadece yazmak değil, okumak da kanıma işlemişti. Beni yalnızlığıma sevdiren, bu yaratma ve yaratılanları kendimle paylaştığım zamanlarda hissettiğim gizemli hazdı aslında. Çünkü yalnız kalırsam da beni bekleyen ruh sıkıntısı değil, gizemli mutluluklar olacaktı. Çünkü yalnız kalırsam, şiir yazacak, öykü yazacak, fotoğraf çekecek, veya bunların hiç birini yapamasam da doğadan, toplumdan malzeme toplayıp gizemli mutluluğum için harcayabilecektim…
Şimdi çoğu zaman bir denge içinde olduğumu bilmek beni sevindiriyor. Yani ne hep yalnız kalmak gibi bir çabam, ya da saplantım var; ne de yalnızlıktan ürken, korkan duygularım…
Özetle ben yalnızlığımı seviyorum. Çünkü öğrendim: Yalnızlığını seven insan, kendini seven insandır, mutlu olmasını bilendir. Bir itiraf daha : Yalnızlığıma en çok yaşama ya da etrafımdaki insanlara karşı hata yaptığım zamanlar ihtiyacım oluyor. O zaman hemen yanı başımda olmasını istiyorum yalnızlığımın; yanı başımda olsun ki yanlışlarımı damıtabileyim kendimde…
Velhasıl, yalnızlık konusu dipsiz bir kuyu gerçekten. Sanıyorum en kötü yalnızlık türü, kişinin kendi iradesiyle değil de, hatalarından dolayı, etrafındaki insanlar tarafından yalnızlık hücresine hapsedilmesi. Düşmanıma bile böyle bir yalnızlık temenni etmem. Sanıyorum bu yazı şöyle bitmeli : Yalnızlığımız da tıpkı bizim gibi, duygularımız gibi, aşklarımız gibi özgür kalmalı sonsuza dek…
Oktay Coşar