8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
811
Okunma
Taze sıkılmış portakal yerine bu defa bir miktar erik suyu ilave ettirmiştim içkime. Gecenin sivilceleri göstermeyen, gölgede kalmış yüzüne karşı tadını aldığım bir içki olmalıydı bu. "Biraz fazla şekerli ya neyse" sessiz sedasız ama ikna edici bir kabullenişti kalabalığa ayak uydurmak, her şeyden memnunmuş gibi şirinlik muskası hallerim... Alışıyorum galiba diyerek korkuya kapılmama sadece iki müşkülpesent cümle kalmıştı, onlarıda yuvarladım ağız boşluğumdan. Mühim değildi, beynimin derin mağaralarında yankılana dursunlar, ben yoz kalabalığa emanet bırakmıştı bile ruhumu. "Gayret. Sonra biraz daha." Gülmek için başlatılmış eylemin son ve en başarılı uyarlamasıydı sahnelediğim. Birkaç çizgili hat sahibi adamın bıyık altlarında pişirdikleri monoton fikirleri daha dinledikten sonra elimi yakama götürdüm ve derin bir sus payı aradı gözlerimin peşi sıra gırtlağıma üşüşen yıldırımlar. "Ama yok, burada değil." Tekrar yudumladım ahengi tutmayan votkanın matkap şiddetini. Ruslar gibi sıcak, çok sıcak içmeyi tercih ediyordum. Dibine üşüşen tortunun konuşmak yerine son bir nefes boşluğu almamı anımsattığına da şüphe yoktu üstelik. Kalabalığın sarı-beyaz ışıklarını saçlarıma iyice sürdükten sonra kulağımda çalkalanan ısmarlama kahkaha sesleriyle düşüyordum yavaş yavaş. Derken bir el daha sıktım, tebrik ettim yine birilerini, alışa gelmiş beceriksizliğimle ki nedenini anlayamadığım bir şekilde, böylesi onlar için çok daha samimi ve heyecan verici olarak kabul görüyordu. O yüzden bozmadım, ilk konuşmalarımdaki kadar kavisli cümleler kurarak söylemek istediğimi uzatarak anlattım. Onlarda ben bir söylediysem iki anladılar. Bu sayede her zaman kendime kocaman bir savunma aralığı kurmayı başarabilmiştim. Tekrar düştüm bardağa ve bir karambol anında nasıl olduysa antreden uzanmıştım balkona. Temiz hava, sert esmeyen rüzgar ve en az benim kadar gürültüden sıkılan bir kadın...
"Sorsam ağzımı açmadan, gücü sineye çekilmiş geçmişimin sona ermesine kaç dakika kaldığını söyler mi acaba?"
"Bilmez, sadece varsa kol saatine diker gözlerini ve evrensel bir yalan fısıldar belki."
Koyu siyah saçları dökülüyordu omuzlarından. Bir sporcu kadar titizlikle ince tutulmuş beli tutunuyordu pürüzsüz geniş sırtına. Yok, rüzgar dediğim gibi sadece baş döndürmeye yetecek kudrette temas ediyordu boynuna ve sürdüğü parfümü dilden dile uzatan bir yalan gibi kandırmak için hevesle yetişiyordu boynuma. Garip ama etkilenmiştim. Çekingen davranmadan ilerledim balkonun uç noktasına, nefesini bedenimde hissetme mesafesine dek yakınlaştım sonra serseri kurşunların yerini bilinçli hayranlık aldı ve kim olduğumu çıkartıp koydum bir kenara, gözlerini hafızama kazıyıncaya dek. Baktı, elindeki kadehi hafifçe yukarı kaldırıp götürdü dudaklarına ve küçücük bir yudum aldı sonra. Rujunu bozmadan emiyordu dudakları ağzında son kalan tadı. Bana doğru bir adım attı. Tebessümle başlaması muhtemel tanışmamıza sıradışı bir hava katmak için olsa gerek, uzattı kadehsiz elini ve fısıltı bile koparmadan yumuşacık kavradı sırtı yüzsüzlere dönük alnımı. "Yoksa" dedim bir an kaypak bir vazgeçişle lakin sürüklenmeden mecburdum irkilmeye "O kehanet gerçek mi olmak üzere?" Ve arkasını unutmak istedim. Devirmiştim bende gözlerimi ve terk ettiğim yıllara tekrar sarılır gibi tutkuyla karşılık verdim ona.
Simon: Gül fakiri bırakılmış bir gece diye geçiriyordum içimden. Lakin anladım ki o kırmızılık çoktan karışmış siyaha. Ben Simon.
Kadın: Ben tıpkı sözleriniz gibi... Geceyim. Sadece kutsanmış bir gece.
Simon: Şuradan, sahil tarafından denize karışmış hoş bir mırıltı geliyor desem... Eşlik eder misiniz?
Diğer elimi beline dolayıp kulaklarına bitiştirmiştim dudaklarımı. Artık çok daha hırçın ve sürükleyici geliyordu ensesinden dağılan rüzgar. Dikkatinin dağılmasına olanak tanımadan tenini başarıyla birleştimiştim benimkisiyle. Gözlerinden dağılan esareti sildim ayaklarımı ayaklarına uydurduktan sonra ve şehrin dalgalarla örtülü yüzünü peçe yaptım ikimize. Minicik bir mırıltıyla başbaşa bırakıyordum kadehlerden taşan, sarhoşsuz bitkinliğimizi.
Simon: Gece gözlerinde... Sen değilsin karanlık. Ölüm yorgunu olan benim oysa. Kabulleniyorum yaşamayı şimdilik. Kamaşıyor olması seninkilere aşık olmalarına izin verdiğim anlamına gelmez gözlerimin. Yırtmazsam kalbini kalır düşlerin gitmeden benden daha yabancı bir adama. Peki güneş gelince gider misin kollarımdan? Yoksa çıkartmamalı mı bu siyahı üzerinden? Kalman için gitmem mi gerekli?
Kadın: Mucizeler yalnız adamlar için vardır. Sır gibi sakla adımı: Gece... Sana ikizim dokununcaya dek bozulmayacak bir büyü yapıyorum şimdi. Tutun rüyalarına...
Ufalan adımlarla dans etmeyi bırakmıştı birden ve aniden iki eliyle gözlerimi kapattı. Sonra dudağımın üzerinde ıslak, geniş ve kapsamlı bir dokunuş... Sessizce ellerinin çekildiğini hissettim üzerimden, derin nefes alıyordum, açmakta zorlandım gözlerimi. Oradaydı, yine balkonda ilk karşılaştığımız mesafede, kıl payı uçurumu hiçe sayarak, bir hikayeyi özetleyecek kadar uzun ve de kadehi sürerek dudaklarına davetkar bakışlarını gizlemekten yoksundu. Heyecan çıkartmadım yüreğimden ve bir adım attım. Gerisi gelmeyecek kocaman bir adımdı bu ta ki omzuma dokunan zarif bir el kehaneti anımsatıncaya kadar.
Sarıdan turuncu... Küpürlü omuzlarında saklanan bir cümlesizlik
terk ediş... Sınırlı sayıda hapsettiğimiz birbirimizin içine
sevgi sözcükleri... Uslanmak bilmeyen ayakkabılar kaçmak için
ıslanmak bilmeyen kaldırımlarında gözlerimin
ve sen... Tutkulu bir yabancının bir saatlik eğlencesi
olurken aldığın intikam değildir, benim olmadığım kadar
senin oluncaya dek bu elvedalar...
Baykuşlarla tamamladığın tahsilini bu kez
yarasalarla tamamla ve gözlerimin anımsattığı bir gece
o geceyi
pişman oldum diye gel
kapılar çaresiz, ben giderim belki ama yok
vurmaya kıyamazsa ellerin, düşerim belki
önce gözlerinden sonra aynı elveda cümlelerinde
olduğu gibi... Saklanmak yok...
Bu kez aşinaydım yüzümde parıldayan aynaya ancak eyvallahım olamazdı, tüketmiştim kasabaları dönüş yolunda. Ama yok tanımıyordum esasında. Gözlerinin feri kalabalık, saçlarının sarısı mevsim değiştirmiş ve tırnaklarındaki siyahlık bu kez manidar bir beyaz...
Simon: Geceden sonra geldiğine göre kehanetin söylediği ikiz kardeş sen olmalısın. Öyle mi?
Kadın: Ben mi? Burnunun hemen altında biten tüy okkası neyse genç bir kız için benim içinde öyle zamansız başlayan geceye eşlik etmek. Benim adım pişmanlık. Evvela gece yerleşir yüreğine sonra ben. Tarih tekerrür, barış mükerrer değil midir yoksa?
Silmiştim bir çırpıda yüreğime çöreklenen bütün bakışlarını ve kafamı her iki yönün tesirinden ırak tutarak parmaklıklara dayadım. Şehir muayyen kıldı gecikmek bilmeden zihnimin fetişist ayrılıklarını. Yosun tutmasına izin vermeden yetişti hızla çarpan göğsümün sır kafesine. Deniz... Atlasam uzanamayacağım kadar farklıydı inandıklarımdan. Yaşam sahillerini benimle paylaşamayacak kadar adil davrandığını iddia ederken, binalar tersine akan ırmaklar kadar uzaktı çağırmaktan gözlerimi.
Mavinin bütün tonlarından o kadar ayrı kalmışım ki yılları öfkemde soğutamadığım için mahkumdum kırmızının içinde kaybolduğu siyaha. Sıkıca tutunmayı bıraktım ve beni yanına en istekli kim çağırırsa onun oluncaya dek "Özgürlük", onun olduktan sonra "Trajedi" koydum adını.