2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
631
Okunma

Yağdığın an,
Bir daha söyler misin gözlerinle aynı şarkıyı?
İlkokul benim için tamamen sorunlarla dolu bir eğitim olmuştu. Özellikle 3. sınıf ve 5. sınıf arasındaki yılları hayatım boyunca unutamayacağım yıllar arasına eklemiştim. O zamanlar kitap okuma alışkanlığım hiç yoktu. Cin Ali kitaplarından başka o vakitte okuduğum tek kitap babamın bana aldığı, içinde peygamber efendimizin devrine ait hikâyeciklerin olduğu ufak ve şirin bir kitaptı. Okumayı sevmiyor değildim, ama beni okumaya yönlendirecek insanlarla tanışamamam kitaplar ile arama mesafe koyuyordu. 3. sınıfta 40 kişiyi aşkın mevcudumuzla beraber öğretmenimiz hızlı okuma yarışması yapar, sınıfta en sonlar arasında benim adımda geçerdi. Üzülürdüm, ama o kadar da takmazdım öğretmenimizi. Çünkü bugün bile sınıfta gruplaşma oluşturduğunu ve ileride başka mevkilere gelebilecek potansiyeldeki insanların guruyla oynadığını hatırlarım. Sırf dört işlem yaparken, bazı arkadaşlarımızın yapamamış olması dahi yapanları sevmesi için neden oluyordu. Bu halimle düşünebildiğim her şeyi o zaman bağırarak söylemeyi şimdi o kadar çok istiyorum ki! O yıl dakika da okuduğum kelime sayısı ya 63 ya da 66 idi. Her hafta sonu teksirde yazan başarı listesinde adımı sonlarda görmeye alışmıştım. Ama içimde bir yerde bir şeyler bu halime isyan ediyor, hayırlarla dolu şikâyetini beynimin tüm odalarına iletiyordu. Kim bilir kader denen çizginin tek iktidarın emrinde olduğunu düşünmenin birazcık yanlış olduğunu. Çünkü her an kader bana seçenek sunuyordu ve seçtiğim bir seçenek sonucu o yolun kaderini yaşıyordum. Kaderdi tüm yaşadıklarım. Seçeneklerimin olması, kaderimin üzerinde benim de hakkımın olup, düşünüp daha güzel bir hale getirebilecek imkânını bana veriyordu. Ortaokulda 7. sınıfta dershaneye giderken 2.el kitapçılarının yolumun güzergâhında olması kaderim adına bana verilmiş bir seçenekti. Kitapların kullanılmış olmasının benim için kitapları daha cazip hale getirdiğini o yaşta düşünemiyordum. Her Pazar o kitapçılardan bir kitap alma alışkınlığı kazanmıştım. Gurbetin ne olduğunu bile bilemezken gurbet ile alakalı alıp okumuş olduğum kitap benim gurbetçi olmama sebep olmuştu. Ya da Sicilya da bir mafya babası yapabilmişti başka bir kitap. Her kitapta farklı bir kahraman oluyordum ve o kahramanı yaşamak için hayaller dünyasında koşuşturuyordum, ama Yağmur gibi hayalin bir gün hayatıma girip gerçek olabileceğini dahi düşünmemiştim hiçbir zaman. Kitaplarda ki geçen hayattan daha güzelini yaşamak ha! O kadar da imkânsız değilmiş meğerki! Yağmurun bu kadar neşeli olabileceğini görmek benim için büyük mutluluk olmuştu. Babamdan aldığım kitaplarla beraber küçükken benim aldığım kitapların oluşturduğu yüzlerce kitaplık, ufak bir kütüphanemiz vardı evde. Ufaktı; çünkü kendi evimde oluşturduğum kütüphanede son sayımımda 5000’ni geçmişti. Daha evime götürmeye korktuğum için Yağmur’un kitaplar hakkında düşüncesini de tam olarak bilemiyordum. Bende arada sırada okurum diyordu, ama bu arada sırada hangi aralıklarda değişiyor diye çok merak ediyordum. Gerçekten kitap seven biri ile beraber yaşama fikri can damarımın yolunda öyle bir basınç oluşturmuş olmalıydı ki; kendimi tutamayıp çılgınlar gibi bağırmak istiyordum. Kendimi zor da olsa zapt edebildim. Çocuk yaşlarda Yeşilçam filmlerinden öğrendiğim bir hikâye yaşamak gibi bir gayretim yoktu. Ayrıca o kadar monoton bir gelişme gösterip, sonların mutlu bittiği hayata sahip olmak için kendimi layıkta görmüyordum.
Arabada ilerlerken hiç tanımadığım yollar üzerinde, Yağmur’un uykusunda soluk alıp verişinin seslerinin oluşturduğu müziği dinlemek bana büyük zevk veriyordu. Yemekten sonra yine uyumak için arabanın koltuğuna yayılmıştı. O, yanımdaydı benim ve ben istediğim zamana kadar da yanımda kalacaktı. Bunları düşünebilmek gerçekten harikaydı. Tek iktidarın çizdiği ölüm listesinde ki isimlerimizin biraz daha geç zamanlara alınmasını ilk defa istiyordum. Nefes alışverişlerinde yol alırken gecenin kuytuluğunda, gözlerimin kapanmaması için büyük gayret gösterdiğimin de farkına varmıştım. Yakında bir yerde ufak bir otel ile karşılaşmak ümidiyle gözlerimin kapanmasını engelliyordum. Uzaklarda bir yerde otel tabelasına benzer bir şey görmüştüm.
Mutluluk insanın hafızasını açıyormuş. Evet, gerçekten de şu an yaşıyor gibiyim. Üniversitede okurken ikinci yılımın sonunda toplam sekiz dersten kalmıştım. Bu sekiz kelimesi benim liseyi okuduğum yılla da çok sıkıcı bir espri haline gelmişti. Okuduğum ilden anılarımın kentine doğru bir yolculuk serüveni başlıyordu o günlerde. Yaz okulunda alacağımız üç dersi de anılarımın olduğu ilde verecektim. Evet, sadece verecektim. Lafta kalıyor çoğu ümitlerimiz zaman periyotlarında. Bir çabalama, emek beklerken işlerin temposu, bisikletle bayır yukarı çıkarken insan nasıl pedal çevirmeyip aşağıya doğru bir mukavemet görürse, öyle de tempolar gerçekten çalışan ve yorulan insanları bekliyordu. Bir çiçeğim vardı üniversite yıllarında. Benim değildi elbette. Bizden önce evde kalmış kim varsa, onun unutulmuş ve ya almakta zorlanıp da almayıp evde bıraktığı eşyalardan biriydi. Dolaplar, çekyatlar ve halılar gibi. Bu çiçek garip bir duyguya sürüklemişti beni. Umudun ne olduğunu ondan öğrenecektim az daha. Az daha diyorum çünkü daha öğrenemediğim için pişmanım. İki vazoda iki çiçek vardı. Gözüme büyük vazoda bu iki çiçeği birleştirmek fikri yoğunlaşmış ve kararlaştırdıktan sonra da iş yapmaya kalmıştı. Yapmıştım. İki vazodan iki çiçeği alıp büyük vazoda bu çiçekleri birleştirmiştim. İlk günler gerçekten solmuştu çiçek. Tüm yapraklarına hüzün vurmuştu. Aynen bu olayı yaşadığım birkaç ay öncesi gibi. Yaz okuluna anılarımın olduğu kentte gitmişti. Üniversite gerçekten uzaktı evime. Bir saati geçik yolculuklarla okula giderdim. Okuduğum şehirde dahi, evimle okulun arası az mesafede olsa dahi, o aylarda ki gibi gittiğimi hatırlamıyorum. Ve sınavlar gelip çatmıştı en sonda tabi. Vizelerinde neticelerim bildiğiniz üzere kötüydü. Hangi derslerdi peki bu dersler? Söylemeye utanıyorum. İnsan yazarken dahi utanır mı? Evet, utanmak değil de aslında, biraz sakınmak gibi bir şey. En sonda finaller de gelip çatmıştı v e yalnız bir dersi verebilmiştim. Ayrıca başka ilde bu dersi geçtiğim içinde, verdiğim ders ganoma ancak götürdüğü kadar geri veriyordu. Böylece ganom birin üstünde olmadığı içinde, ders kayıt dönemi geldiğinde ancak geçen senesinde kaldığım derslerden alabiliyordum. Garip bir duygu idi. Arkadaşlarımdan yalnız bir-iki tanesini biliyordu bu hadiseyi. Zaten insan bu durumda kaç kişiye anlatabilir ki başına gelenleri? Yalnız soru sorulunca cevap vereceğim ilkesindeydim. Yeni vazolarına koyduğum çiçekler kadar olamamıştım. Ümitle, cesaretle işe girişememiştim. Ümit neydi ki gerçekte zaten? Siyah güllerde biten hikâyemin sonunu ne getirecekti ki? Ve yolda ilerlerken gördüğüm tabelaya gülmeye başlamıştım. Gördüğüm otel değil bir iş firmasının tabelasıydı. O kadar yorgunluk ile ancak bu kadar kavrama ve algılama kabiliyeti! Kayda değer hiçbir şey yoktu yolda. Bir kaç yük kamyonu, araba ve de Yağmur. Yağmurun nefes alışverişlerinde eriyordum yol alırken. Yolculuğun tekerlek ve motor sesine eşlik eden en güzel müzikti yağmurum.
Omzunda aşağıya kolları süzülüyormuş gibiydi. İnce uzun parmakları ile elinde bir kraliçe endamı vardı. Göz kapaklarında ölümün ümit hikâyeciklerinden bürülmüş, çizgilerini saklarcasına uyuyan uzun yollar vardı. O yeşil gözlerini ancak ben görebilirdim. Uyuyordu meleğim. Hasretlere gark eden sessizliğinde, yanaklarında allar her nefes alışverişinde bir belirginleşip bir soluyordu. Anlamsızdı ayrılığı bunca zamandır. Parmaklarımı dudaklarına doğru götürmüştüm usulca. Üst dudağının çizgisinde parmaklarımı gezdiriyordum ve yukarıya kaşlarına doğru çıkıp, saçlarını diğer elimle okşuyordum. Nazik cildinde üşüyen derisine inat nefes alışverişleri hızlanıyordu. En sonda aradığım bir otel bulmuştum ve bu güzel resmi bozarken, ben de uyumadan son zevklerini yaşamak isteyen biri olarak çocukça Yağmur’un uyku sevecenliği ile oynuyordum. Aldığım en büyük zevk, izlemekte olduğum varlığın varlığıma dünyada en yakın kimse olmasıydı. Gözlerini ellerimde açmıştı. Kollarını esnercesine kaldırırken yukarıya, gülümsemeyi andıran yüz ifadesiyle onurlandığımın farkına varmışçasına ’Yorulmuşsun’ demişti sevgilim. Evet, yorulmuştum. Hem de çok! Fakat yine Yağmur’un ezber bozan yüzü, gözleri ve hücrelerinde ki çarpışmalar, benim yorgunluğumu yeniyordu. Üstüne ceketimi verdikten sonra ve bir oda kiralamak için otelin kapısına doğru yürümeye başlamıştık.
Bazı yazarlar, yazdıkları eserlerde resim olmazsa o yapıtlarının bir sanat olduğuna bir türlü inanmazlar. Âlice Harikalar Diyarında’nın hayalcisi Lemis Carroll’un bu konuda bir sözü vardır:
‘İçinde resim ya da konuşmalar olmayan bir kitabın kime ne faydası var ki?’
‘’Hayırlı akşamlar Hanımefendi. Odanız var mı acaba?’’
‘’Ooo! Hoş geldiniz. Nasıl bir oda istersiniz diyemeyeceğim maalesef.’’
‘’Neden’’
‘’Çünkü yalnızca bir odamız boş şu anda. Bakınız 12 numaralı anahtar. Kalacak mısınız?’’
‘’Ne dersin Yağmur? İstersen başka bir otele gidelim. Başka yerde vardır kesin.’’
‘’İnanız ki burada ki en yakın otel 30 kilometre ileride. Ancak orada da boş yer yok.’’
‘’Nereden biliyorsunuz ablacım?’’
‘’Çünkü orayı da benim büyük oğlan işletiyor. Az önce siz gelmeden görüşmüştük telefonla .’’
‘’Tamam, her neyse ablacım sen ver o zaman anahtarları.’’
Tövbe ya Rabbi! Tövbe ki, kapında dilenciyim. Tüm ediplerin sözlerini attım ve yalnız ben de ki sen ile kaldım. Ben şu anda yalnız senim ve senden de başka bir hayata ait değilim. Ölümüm sana ilhakımda bir süreç ve öyle bir an ki sana yaklaşmış olacağımı şimdiden hissediyor gibiyim. Ellerimi sımsıkı sardım bedenime ve ait olduğum canın ufaklığında eziliyorum. Sana karşı en büyük günahlarımı işliyorum. Benliğimi ortadan kaldırmadıkça da bu günahları hep yaşacağım. Rüyalarımda, Boğaz köprüsünden aşağıya atladığımı görüyorum. Rüyalar iç içe girmiş ve yalanlarımı dinletiyorum benden farklı olmayan âleme. Âlemde bir benim. Âlem de benim bir olan. Yalnız sensin ben olan ve de ruhum yalnız senin okyanusunda bir zerre. Katreyim zamansız hayatımda damlayan öteki âleme. Uykularımı bölen en güzel nidalara karşı hastayım aslında; ama bazen ülfet diye inliyorum. Saatlere gıcığım ve de beni rahatsız eden tüm yapay seslere. Şimdiye kadar da doğal hiçbir şeyden usanmadığım için de mesut ve bahtiyarım.