0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1144
Okunma
Çocukluğum farklıydı, herkesin çocukluğundan biraz daha farklı. O dönemin hatıraları, birer eski film gibi belleğimde yer etmişken, şimdi bir iş gücünün sahibi, orta yaşlarını süren bir birey olarak bakıyorum geçmişe. İlginçtir ki, o zamanlar her şey çok daha basitti, ama o basitliğin içinde kaybolan çok şey vardı. Hatırlıyorum, ilkokul birinci sınıfa yeni başlamıştım. Mahalledeki kahvenin önünden geçerken televizyonda bir Türk filmi başlıyordu. Koşa koşa eve döndüm, her şeyin en güzel haliyle beni beklediğini düşünerek. Ama açtığımda ne vardı? Binlerce karınca, televizyonun ekranında ne de olsa başka bir şey yoktu. O zamanlar, TRT’nin tek kanallı dönemini yaşıyorduk; öğleden sonra ekranlarda önce Anıtkabir, sonra Ulu Önder Atatürk’ün görüntüleri, ardında İstiklal Marşı çalardı.
Annemle konuştuğumda, televizyonda gördüğüm şeyin bir "video" olduğunu söyledikçe, kafamda bir soru işareti belirdi. Video ne demekti ki? Zamanla öğrendim, kasetin büyüğüydü, film izlemek için kullanılan bir alet. Ama şimdi, günümüz çocuklarına soracak olsak, kaset nedir diye, çok azı anlayacaktır. Onlar için teknoloji çok daha farklı bir boyutta şekillenmiş. DVD, Blu-ray, dijital platformlar, sinemaya gitmeden film izleme imkanı... Teknolojinin evrimi o kadar hızlı ki, eski alışkanlıklarımıza veda ettik ve yenileri hayatımıza girdi.
Daha da geriye gidersek, taş plakların gramofonlarda çaldığı günler vardı. Yavaşça yerini 33’lük plağa, sonra kasete, sonrasında ise CD’ye bırakmıştı. Teknoloji gelişir, icat edilir ve zamanla daha kullanışlı hale gelir. Taşıması kolay, her yere sığabilen ürünler ortaya çıkar. Yirmi yıl önce cep telefonlarının, mesaj atmak ve karşı tarafa resim göndermek gibi işler için kullanılabileceğini söyleseydiler, kimse buna inanmazdı. O zamanlar 3G’nin ne olduğuna dair bir fikrimiz yoktu. Şimdi tek bir tuşla resimler gönderiyor, dünyayla anlık olarak bağlantıya geçebiliyoruz.
Ve bilgisayarlar… Onları artık cep telefonlarımıza sığdırdık. O koskoca bilgisayarları, her türlü işimizi görebileceğimiz küçük cihazlar haline getirdik. Çocukken sokakta oynadığımız oyunlar, uzunca bir süre bizim sosyal etkileşim araçlarımızdı. Saklambaç, körebe, uzun eşek, misket oyunları… Ama teknoloji ilerledikçe, eski oyunlar yerini dijital oyunlara bıraktı. Atari salonları vardı, sonra bilgisayarlar geldi. O dönemde, dışarıda eğlenmek ve arkadaşlarla vakit geçirmektense evde bilgisayar başında geçirdiğimiz zamanlar çoğaldı. İnternete girmeye başladık, her şey elimizin altına serildi. Oyunlar, sohbetler, alışverişler; teknoloji tüm hayatımıza dahil oldu.
Ancak bir tuhaflık vardı. Dışarıda olma, insanlarla yüz yüze iletişim kurma alışkanlıkları giderek azaldı. Bunu fark ettiğimizde, aslında dijital dünyanın sosyal mecraları, insanların sosyal yaşantılarına dair bambaşka bir dinamiği başlatmıştı. Her şey sanaldı; resimler paylaşılıyor, insanlar birbirleriyle tanışıyor ama hiç yüz yüze gelmeden, kim olduklarını bile bilmeden konuşuyorlardı. Bunu yaparken, sosyal medyanın ilginç bir yönü gelişti: Bazen beğenilme, onaylanma ihtiyacı insanları bencil ve yüzeysel bir hale sokuyordu. Sabahları günaydın, akşamları iyi geceler yazmak, yalnızca sosyal medya üzerinden bile olsa, bir nevi dışa vurum olmuştu. Gerçek dünyadaki bağlar giderek zayıfladı.
Bir zamanlar sokaklarda koşan çocuklar, bilgisayar başında sabahlayan yetişkinlere dönüştü. Birçok kişi, günün sonunda beynini boşaltmak için sosyal medyada vakit geçiriyor, saatlerce ekranda kayboluyordu. Fakat her şeyin bir bedeli vardı. İnsanın daha bencil hale gelmesi, toplumdan yabancılaşması, dijital dünyada kaybolan insan ilişkileri… Bu noktada, eski değerleri hatırlamak gerek. Gerçek hayatta, kitaplar okumak, arkadaşlarla buluşmak, eski oyunları oynamak, doğayla vakit geçirmek… Bunlar çok daha değerli şeylerdi.
Bugün, hepimiz için bir gerçeklik var: Dijital dünya bizi değiştirdi. Ama bu değişim, kimliğimizi kaybetmemiz anlamına gelmemeli. Gerçekten yaşamayı unutmamalıyız. Sosyal medyada her şeyin gösterilmesi, her anın paylaşılması, bize sanal bir dünya sunuyor. Ama bunun gerisinde kalan gerçeklik, insanın özüdür. Belki de dijital dünyada kaybolmadan önce, gerçek dünyada ne kadar var olabileceğimizi sorgulamamız gerekir.
Turgay Kurtuluş