8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1330
Okunma
Mazi hep tekdüze belleğimde . Çocukluğum ‘’anne’’ , gençliğim ‘’anne’’ . ‘’Kendimi bildim bileli …’’ der ya hani insan . Benim tüm hatıralarım ‘’annemi bildim bileli ‘’ …
Henüz 3 yaşımdayken gelmişiz Kıbrıs’a . Babamın ailesine karşı bir anlık öfkesi ve inadıyla sürüklenmişiz peşinden. Ve annemde bitmek bilmeyen bir kin ve nefret başlamış babama karşı . ‘’Ne işimiz var bu gavur elinde !’’ diye diye …
‘’Miss gibi!’’ işini bırakmış babam. Gece bekçiliğine başlamış burada. Annemin kimsesizliği, yalnızlığı yetmezmiş gibi bir de geceleri ıssız mahallede sabaha kadar elinde keserle bekleme düşmüş O’na. Hayal meyal hatırlıyorum. Kocaman bahçeli, etrafı tellerle, çitle ya da duvarla çevrilmemiş. Çırılçıplak. Ipıssız bir sokak. Ön ve arka sokaktaki komşular Kıbrıslı. Bize ‘’pis Garasakallar !’’ diye endişeli ve nefret dolu gözlerle bakıyorlar . Bir ‘’Selam!’’ veren yok .
Ve hatırladığım parçalar hep aynı . Kimsesizliğinin ve yalnızlığının acısını çevreye kendini adamakla çıkarıyor annem. Öyle değer veriyor ki komşulara, tanıdıklara. İşitme engelli olan bir yaş küçüğümle ilgilenmenin dışında kalan zamanlarında herkesin neşesi ve meleği halinde. Kız kardeşim, özrünün verdiği algı eksikliğiyle hep yaramaz, hep sorunlu. Tüm suçlarının semeresini ben ödüyorum hep. Son derece sessiz, içine kapanık ve sorunsuz bir çocuk olmama rağmen, benden başka herkesi seviyor, herkesi haklı buluyor annem.
Mahallenin yeni evli gelinlerine annelik yapıyor. Kız kardeşime canından can veriyor. Ama bir kez olsun başımı okşamıyor. Bir kez olsun sarılmıyor . Ana kucağının sıcaklığını, anne elinin yumuşaklığını öğretmiyor hiç. Ama kız kardeşim suç işledikçe, elinin ne kadar sert olduğunu şiddetle ispatlıyor. Ya da süs biberinin ne kadar acı olduğunu. Bazen dövmekten öylesine bitap düşüyor, öylesine sinir krizleri geçiriyor ki, O yerde baygınlıklarla cebelleşirken, ben acılarımı, yaralarımı unutup kolonya yetiştiriyorum pür telaş.
Babam son derece ilgisiz. Vatandan sökülüp koparılışının acısını unutturacak ya anneme maddi yönden. İyi kazanıyor. Ama biz hep yoksuluz, yoksunuz her şeyden.
Anasınıf çağında evde kendi kendime okumayı söküyorum. Yapacak bişey yok ki zaten. Komşuların çocukları dışlıyor Türkiyeliyim diye. Televizyonumuz yok.Kardeşim yok. Babam yok. Annem yok. Annem yok …
Mahalle okulunun müdürü bir yıl önceden okula alıyor beni. Ve var gücümle sarılıyorum okula, sonraki 18 yıl boyunca.
Babamdan bir kalem bile görmedim hiç. Hep annem çırpındı beni okutmak için. Evlere temizliğe gitti önceleri. Hatta gittiği evlerden birinin kızı ortaokulda bizim sınıftaydı. Sürekli ‘’annen bize temizliğe ne gün gelecek?’’ diye çığlık çığlığa bağırmaları hala kulaklarımda . Sonra iktidar olan partinin hademeliğini yaptı uzun yıllar. En üst makama kadar bir çok siyasiyi tanırım. Ellerinde büyüdüm. Babamdan daha çok babalık yaptılar bana.
Akşamları işten dönerken tencereyle gelirdi annem. İşyerinin mutfağında pişirir, koku milletvekillerine ve bakanlar gitmesin diye de kapıları sıkı sıkı kapatırmış azarlamaları göze alarak. Sonradan öğrendiğime göre de o sebze yemeklerini, sabahın köründe işe giderken mahalle bakkalının atık kasalarından toplarmış. Ve aslında bu yüzden sabahın köründe düşermiş yola.
İlkokulu bitirince babamın kükremelerini anımsadım şimdi. ‘’Kız kısmı okuyup da ne yapacak!!!’’’…Ve annemin cevabını: ‘’Ben okumadan böyleysem, benim kızım okuyunca ne olur kimbilir. Sizin gibi erkekler varken ….…’’
Komşu komşu gezdi annem. Üniforma, ayakkabı, çanta, kitap, kırtasiye… ne bulduysa topladı eski meski …kulağındaki ana yadigarı küpeyi de satıp okula yazdırdı beni. Bir yandan da giderek büyüyen kardeşimin giderek büyüyen sorunlarıyla cebelleşirken … Her ne kadar bana hissettirmemeye çalışsa da ben hep eridim inceden …
Kısacası annemin insan üstü fedakarlıkları ben üniversiteyi bitirinceye dek, hatta evleninceye dek, hatta ve hatta 3 ay öncesine dek sürdü … Ve bir gün ansızın vücudu ve beyni iflas etti ve felç oldu.
Şimdi yatağa bağlı, tıpkı bebekliğim gibi. Derdini tam olarak anlatamıyor, tıpkı çocukluğum gibi. Sevgi istiyor, ilgi istiyor, tıpkı yaşayamadığım gençliğim gibi.
Elini tutmamı istiyorsun ya annem. Uzanamıyorum sana. Anne eli nasıl tutulur öğretmedin ki hiç. Sarılmamı istiyorsun tekerlekli sandalyene oturturken. Sahi, ana kucağı nasıl bir şey anne ?
Bak … saçların dağılmış. Sen hiç okşadın mı saçlarımı anne ? … Acıtır mıyım acaba acemice tararken ?
Bak ben okudum anne. Öğretmen oldum senin sayende. Her istediğini alabiliyorum artık. Yatağını, tekerlekli sandalyeni, lazımlığını, bezlerini, ilaçlarını … Bunlar yetmez mi anne ? Kolayına kaçıyorum ben de senin gibi. Sevgimi saklayıp da her şeyimi vermeyi sen öğrettin bana anne.
Hatırlıyor musun … Hani babam ambulansla hastaneye götürülürken üzülmeyeyim diye yollamıştın beni evden. Sen ne yaptın be anne ? Bir daha babamı göremedim ben … O gün bi yarım ambulansla gitti ve bunu hiç söyleyemedim sana. Duygularımı nasıl saklayacağımı çok iyi öğrendim senden.
Şimdi sevgi, şefkat istiyorsun ya … Nereye sakladığımı unutmuşum annem . Bulamıyorum . Bazen yaşlı gözlerine dalıp dalıp gidiyorum. Çocuksu bakışlarına sarılasım geliyor. Titreyen dudaklarından, nasırlaşmış ellerinden öpesim geliyor. Başını yanağıma yaslayıp ‘’bu da geçecek!’’ diyesim geliyor. Ama duygularımı bulamıyorum . Biliyor musun … Herbiri yaramaz birer çocuk gibi, geldikleri gibi gidiyorlar saklandıkları yere annem !... Bitap düşünceye kadar dövüp, ağızlarına biber süresim geliyor arsızlara …
Kolonya verir misin annem ?...
...