Okuduğunuz
yazı
31.5.2011 tarihinde günün yazısı olarak seçilmiştir.
Telafi Hecelemelerim ile 'Yazmak'
-Sahafçılarda kendisini gizlemek isteğinde miydi kitaplar? Yazmak günah mıydı, ben neden yazıyordum? Yosması dahi eskiyi aratan cümlelerde ne işim vardı?...-
Ağlamak ile başladım bu dünyaya. Bir ezan sesi ile irkilmiştim ilkin ve tüm bebekler küvezde yatarken, annesinden ilk süt bekleyen ben olmuştum. O zamandan belliydi; annemi sevdiğim kadar yaşamayıda çok seveceğim. Bu yüzden yaşamayı sevdiğim kadar da, süt dişlerim ile kelimeleri kemirip onlardan cümle yazmayıda çok sevdim. Çünkü ben annemin kokusunda geceleri uyumayı çok seviyordum.
Çoğu zaman tuzluğumun içinde tuzum olmadı. Raflar ardınca tozlu bir kitap olma pahasına, boş tuzluğuma saatlerce bakıp ağladığımda çok oldu. Telafi hecelemeler ile çok gece beyhude bir lirikselliğin ardınca uyumadan, sihirli bir elin gözlerime dokunup yumuşacık okşamaları ile uyuyacağım ana kadar, yaşamak için sevdiğim o reyyalar içinde bir şeyler karalayıp durdum.
Kelimelerin herkesin kendini anlatma isteğini hiç sinirlenmeden kabul ettiği asırların verdiği güven ile edep korkuluklarından ümitlerimin birçoğunu daha makber otobüsüne binmeden yitirmeme rağmen, sığındığım cevapsız çağrıların düşlerimi inzivaya çektiği sevinçlerinde, yüreğime indirdiği bahar şavkının kollarımı allaştıran heyecanı ile sonunda mutluluk garantisi verilmese dahi, kamerin rikkatli sarı ışığının izinde, aşk dahil çoğu şeyi yazmaya başladım.
Kaleme ilk dokunduğumda neler hissettiğimi hatırlayamıyorum, ama bedenime ihtar edilen ölüm menkıbesinde çok defa sabah ezanlarını dinledim. İncinen ulvi paradoksumu düzeltmek adına, saatlerce yoğurduğum hamuruma fazladan keder koymanının hüznüyle hamurumun çok sert olmasına sebeb olmuş iken, kan revan olmuş manaların duygusunu en rahat bir şekilde hasbihal eyleyebileceğim tek bilene defalarca aczim ve de fakrım ile gittim.
Onun ulviler nefesine ram eylediği gönül tahtındaki hüsünlü efsunlara zıt bir eda ile, edep ile duracağım mekanında çoğu zaman sergüzeşt yorgunluğumun mutlu olma esasına uzanan zaman aralıklarındaki ufak tefek karelerin arasında tıkanan çıldırışlarımın ardınca sek sek oynayışlarımın garip avuntusunu, istediği cevabı alamayan muallimin talebesine -tekrar, tekrar cevapla- deyişi gibi bir o yana bir bu yana zıplayıp durarak, satır aralıklarımın bazen aylar olduğu sayfalara yazıp durdum.
Bazen, güneş kainatın yumurtasından kırılıp aktığı zamanlarda, hülyamın en berrak ziyasına tümceleri nutkuyla ezberleştiren izmler adına bir şey taşımayan sevgilerin cesareti ile oturdum sandalyeme. Turuncu düşlerinde senelerdir aklımın ucundan bir türlü çıkartamadığım zehirli ve de ilhamların eskimeyen söylemlerine menşure edilmiş, militarist bir baskının omzuma çöktürüverdiği mecburi ifalarımın, bir gün o militarist güce temellendirilmiş deneme ufkumun rehberi turuncu düşümün ifşa edilmesine dahi bir söz etmeyerekten, azimli bir genç ressamın salyangoz kovalar gibi saatlerce bir fırça darbesini fongul sabrında parmakları arasında beklettiği senelerin sancıları ile beraber en sevdiğim kokuda, en sevdiğim ıslaklığın kitaplar yerine uzuvlarımı yaktıkları yalancı cehennem destanlarımda, son bir gülücüğümün olması adına kimseden izin istemeden, korkmadan, hapislere girebileceğimi dahi düşünmeden yazdım.
Biliyordum ki; lügatten silinmiş o güzelliğinde, anlamak istemeyenlere zorla bir şey anlatamayacaktım. Bir sürü canlınında biz, insanlar gibi nefes alabildiğini düşündüğümde, zorla bu hayata bağlanmak istemeyen ve zoraki bu yaşamın dehlizlerinde dolanımlar ile kendini kandıran şahsım adıma hep özden ve de hep başka soluklarıyla ağzı yumurta kokan çocukların tasasız geleceklerine düşen ahenkli gülücüklerindeki kelimeler gibi, her gece en güzel Türkçe ödülünü verdim sessiz kalışıma ve topladım 29 tane arkadaşımı parmaklarımın üzerine, kendi sessizliğimden korktukça.
Çünkü acılar hiç yorulmayacaktı; acıtmak istemesede insanlar birbirlerini, hiç su-i zan beslemesede yüreği, yine de kirpiklerini ıslata ıslata koynunda yılanlar besleyebilecekti. Ve annem olmasada, yaşamak adına bir inancım kalmasada, herkesin yaşamaya inandığımı zannedip güldüğüm zamanlarda bile şimdiki gibi oturup yazacaktım, tek bildiğim yalnız O olduğunda ve de bunun temennisinde kelimelerin yardımcı olacağını bildiğimin şu an gibi, her zaman.
*
Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
On yıl falan olmuştur herhalde bir yazıdan esinlenerek yazı türetmeyeli. Böyle kör kütük bir aşk sancısı çekerken ilaç olmuştur o mütevazi yazı. Duygularıma çok yakın gelen o yazıyı kendime uyarlamış ve müsebbibine gönderivermiştim. uzun zamandır ses sedası çıkmayan fail ses vermişti neden sonra.
Sevgili şair demek istediğim uzun yıllar sonra bir şairi bu denli kıskanmamıştım.
Tebrik etmek işin ucuz tarafı.
Ama itiraf etmeliyim ki..
Bu yazının sahibini çok kıskandım. Böyle bir yazıyı yazmayı çok isterdim...
Aslında uysal bir koyun gibi dursam da çok kitabı kuyruğundan tutup attığım oldu. Bende rahatsızlığa sebep olan eserleri tahammül sınırlarımın dibine kadar götürmeden atıp kolayca bir karikatür dergisiyle mutlu olabiliyorum. Burada asından bahsedemeyeceğim fakat memleketimizin "kültürcü" insanları tarafından kitaplarının okunması "moda" olan yazarların o üzeri allı pullu kitaplarını evde toz yapmasın diye çok defa olduğum yerden en uzağa gönderiyorum. Bir kavram keşfediliyor ve o boyunlarında her tekrarlanışında gittikçe ağırlaşan ve kelimelerin ruhuma eziyet eden bir pranga gibi her sayfada karşıma çıkıyor. Bir "muştu" ,bir "kadim" buna örnek verebileceğim iki piyasa zillisi kelime. Sanki bilinmeyeni yazdın mı kelimelere "cepken " giydirmiş oluyorsun. Daha bir sanati/sanatsal oluyor yazdıkların. Hani şu boyuna atılan keten atkılar gibi. Olmadan sanatçı olunmuyor ne yapalım? Vallahi benim size diyeceğim değerli kardeşim "ayağını denk al." Havalara girme. Bir de eski kitaplardan cımbızla çekilip yeri kanatılmış Osmanlıca kelimeler beni hasta eder. Aslında ben kuşak olarak Osmanlıcanın çok konuşulduğu bir devrenin ve çevrenin ürünüyüm. Yine de Osmanlıcayı kendi temiz ve leziz ortamından ,çılgınca partilerin yapıldığı beşinci sınıf diskotek pistine atılmasına karşıyım.Yok,kardeşim sende böyle bir durum yok. Bir tek :Turuncu düşlerinde senelerdir aklımın ucundan bir türlü çıkartamadığım zehirli ve de ilhamların eskimeyen söylemlerine menşure edilmiş, militarist bir baskının omzuma çöktürüverdiği mecburi ifalarımın, bir gün o militarist güce temellendirilmiş deneme ufkumun rehberi turuncu düşümün ifşa edilmesine dahi bir söz etmeyerekten, azimli bir genç ressamın salyangoz kovalar gibi saatlerce bir fırça darbesini fongul sabrında parmakları arasında beklettiği senelerin sancıları ile beraber en sevdiğim kokuda, en sevdiğim ıslaklığın kitaplar yerine uzuvlarımı yaktıkları yalancı cehennem destanlarımda, son bir gülücüğümün olması adına kimseden izin istemeden, korkmadan, hapislere girebileceğimi dahi düşünmeden yazdım." Biraz uzun olmamış mı? Kısa olsaydı sonuna geldiğimde başını unutmazdım. Bir daha tekerrür etmekte fayda olduğu kanaatiyle : " Havalara girme." Zaten öyle bir insan olmadığın belli.Ondan rahat yazıyorum. Selam ve sevgilerimle.
''Türkçe ödülünü verdim sessiz kalışıma ve topladım 29 tane arkadaşımı parmaklarımın üzerine, kendi sessizliğimden korktukça.''
En iyi arkadaş kitaptır diye öğrenmiştik ki çok ta doğrudur...Şimdi bu yazıyı okurken,usuma kazınan bu cümleyle benim de harika 29 arkadaşım olduğunun farkına vardım...
Daha bu sabah bir şiirinizdeki öz eleştirinizi okurken,yapma be şairim diye iç geçirdim...Sancılı bir geceden güne hem harika bir yazı hem de cesur bir yürek düşmüş iyi kide düşmüş...Kutlarım değerli yazarım...Sevgilerimle...
Sevgili arkadasim, ilk önce bu ugrasini kutlarim. Ben uzun cümleler kurdugumu saniyordum ama sen noktasiz yasiyorsun mübarek. Asagiya ekliyorum ;
Turuncu düşlerinde senelerdir aklımın ucundan bir türlü çıkartamadığım zehirli ve de ilhamların eskimeyen söylemlerine menşure edilmiş, militarist bir baskının omzuma çöktürüverdiği mecburi ifalarımın, bir gün o militarist güce temellendirilmiş deneme ufkumun rehberi turuncu düşümün ifşa edilmesine dahi bir söz etmeyerekten, azimli bir genç ressamın salyangoz kovalar gibi saatlerce bir fırça darbesini fongul sabrında parmakları arasında beklettiği senelerin sancıları ile beraber en sevdiğim kokuda, en sevdiğim ıslaklığın kitaplar yerine uzuvlarımı yaktıkları yalancı cehennem destanlarımda, son bir gülücüğümün olması adına kimseden izin istemeden, korkmadan, hapislere girebileceğimi dahi düşünmeden yazdım.
Bu ne uzunluk! Ama en güzeli,dedigin gibi. kimseden izin istemeden, korkmadan, hapislere girebileceğimi dahi düşünmeden yazdım. Böyle yazmaya devam et....
Kaybolmuştur aslında tuzluklar raftan Bakıver masaya.Ya bulduğun da tuz kalmamışsa avuçta. Yumurtanın içi gibi dağıldı güneş Kokusunda kelimeler toplandı. Kelimelerden salıncak yaptı yazar Yazar şairliğini konuşturdu cümle yüreğiyle kattıklarında Sen varya sen...........işte o kadar..
Sana bir abla nasihati o halde: Sen herkese sahteymiş gözüyle bak. Gerçekler ve mertler nasılsa birer birer kalbine girecek. Rabbim onları sana gösterecek. Yeter ki sen mert olmaya devam et ve güven eşiğini aşçak tut.
Eleştiri hay hay...Hele bir hatanı göreyim:)) Şaka bir yana hayatımın en ağır eleştirisini sana yaptım zaten. Çünkü galiba senin kadar kimse şok etmedi beni:)
bu aralar çok canlar yakıyor.. kalemin hiç susmasın güzel yürekli şairim.. sen yaz ki her defasında bir sözcükle vuralım o suskuları tam onikiden:) var ol.. eyvallah..
ebru sanatı zordur mir'im... hem pis bi öd kokusuna katlanacaksın hem de suyu boyamayı bileceksin; suyun dilinden anlayarak.. su tarafından anlaşılarak.. sen şair!! evet sana diyorum: sen nesli tükenen bi ebru sanatçısısın ! sen suyu anlarsın, su seni anlar, boyalar zatan kölen olmuş, öd kokusu misler gibi...
tebessümle kendimi okuduğum anlar da oldu ; teşekkürümü kabul eyle..
ve o efsunlu kalemin susmasın edebiyat şairi'm
saygı, sevgi ve hürmetlerimle..
dali''nya tarafından 5/31/2011 8:47:24 AM zamanında düzenlenmiştir.
Eller boya içinde mi kan içinde mi belli değil... Boyanan suratlardan kir akıyor toprağın arşına... Bu misal ile her gün tükenirken dünya.... O öd kokularını dahi Cennetten sayıyor şair...
Ki şair mi, gülerim her öyle deyişinde azimeye.. Gocunmasın diye katlanırım onun atfının sihrine... Efsunlu kalemi daha çok şey öğrenecek bu güçle.. Yeter ki o da susmasın, boyasın her yeri güneşiyle
:))
Benim asacak bir tablom olmadı şimdiye kadar, ama yazacağım çok tablo oldu...İçinde sizi de görmek güzeldi doğrusu
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.