33
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2247
Okunma

“Gorbaçov gel oğlum” diyor Bahriye Nine. Misket oynayan iki çocuk biraz tuhaf bakıyorlar yaşlı kadına. Onlar herkesi tanıyorlar. Ama Gorbaçov’u hiç görmemiş ve duymamışlar.Yaşları itibariyle gerçek Gorbaçov’u hatırlamaları da mümkün değil. Ben biliyorum ama Gorbaçov’u. Pek sık bahsi geçer bizim evde.
Şimdi ev sahibimiz Çöpçü Erol olsaydı, Gorbaçov ismini duyar duymaz kulakları gerilir, kaşları çatılır “Anasını sattığımın komonisti” diye söylenirdi. Nereden mi biliyorum? Ne zaman Ruslardan konu açılsa -konunun illaki siyaset olması şart değil, mesela bavul ticareti ya da Nataşa falan dense- Çöpçü Erol’un dudakları hareketlenir, alnının ortasından geçen damar kabarır. Bir süre kendini sıkar ama eğer etrafta kadın ve çocuk yoksa başlar Alamanya’da öğrendiği ecnebice küfürleri sıralamaya. Onu dinleyenler yüzündeki mimiklerden iyi bir şey söylemediğini anlar ama, Avrupa görmüş bu zengin şahsiyetin küfür ediyor olabileceğini hiç düşünmezlerdi. Ta ki aşağı mahalleden Seyfi, memlekete kesin dönüş yapıp orta halli bir mahalle kahvesi açana kadar.
O bir gün bütün küfürleri tercüme etti ahaliye. Ben bile biliyorum “kokotte” nin ne demek olduğunu.
“Gorbaçov! Kaybana kedi, neredesin yine?”
Misket oynayan çocuklar Gorbaçov’un bir kedi olduğunu duyunca eksik dişlerini göstere göstere gülüyorlar. “Benim bildiğim, Tekir olur kedinin adı.” diyor bir tanesi. Öbürü omzundan tutup silkeliyor onu. “Sana ne salak! Oynamana bak sen.” Önünde oynadıkları apartmanın, zemin katında oturan zabıta Nusret’in karısı o sıra yanlarından geçiyor olmasaydı, mutlaka birbirlerini pataklayacaklardı. Ondan sonra bu küçük mahalle iki gün iki gece, karşı komşu olan analarının kavgalarını dinleyecekti.
“Oğluna mukayyet ol Fehime Hanım, çok yaşamaz bu kafayla!”
“Hadi oradan terbiyesiz, sen kendi oğluna bak.”
Sonra ağız dalaşı ilerleyecek ve kadınlardan biri diğerini, alacağı cevabı bile bile kocasına sövdürecekti.
Bir keresinde yine bu iki çocuk kavga etmişti de, mahalleli beyhuzur olup iki kadını ayırması için muhtarı ve ağazaları çağırmıştı en nihayetinde. Sokağın ortasında kalıveren muhtar ve ağazaların suratları, kadınların ağzından çıkan her kelimeyle sırtlarındaki pardösülerden daha koyu bir renk almıştı. “Seni kocam” diye başladı biri önce. Diğeri sabırla dinledi. Mahalleli şaştı bu duruma. Çöpün önündeki balık kılçıklarını sıyıran Gorbaçov bile… Bir tarafın kelimelerinin tükenmiş olmasına sevindiler belki de. Bu az sonra kavganın kendiliğinden nihayetleneceğine dair bir işaret olabilirdi. Ama sanılan olmadı. Susan kadın konuştu.
“Bana bak! Ben seni dünyada kocama sövdürmem, kıskanırım. Senin kocan beni o dediklerin gibi yapsın ki, sen arından, kıskancından çatla!”
Bu sözler üzerine durum daha çetrefilli bir hal aldı. Zira kadınların kocaları sokağın ucundaki kahveden bütün konuşulanları duydu. Aslında eski dost olan bu iki adamın, kadın kavgasına bulaşmak gibi bir niyetleri yoktu ama, işin içine erkeklikleri bulaşınca, ikisi de fabrikada on altı saat ter döktüklerini unutup, Allah ne verdiyse bir güçle birbirlerine girdiler.
Artık muhtar ve ağazaların yapabilecekleri tek şey, olay mahallinden kaçmaktı. Zaten yarı uyur vaziyetteki ihtiyarların kaçarken ki halleri, görülmeye değer manzaraydı doğrusu. Zavallılar tık nefeste mahalle yokuşunu tırmanıp gözden kaybolana kadar mahalle çocukları gülmekten yerlerde yuvarlandı.
Hayat garip bir şey bu mahallede işte. Ne balkonlarda kavga eden kadınlar, ne kahvede cam çerçeve indiren adamlar umurlarındaydı çocukların. Hatta kavganın müsebbibi iki çocuk bile kollarını birbirlerinin omzuna atmış gülüyorlardı.
Sonunda çapkın Gorbaçov apartmanların birinin balkonundan sıçrayıp, biraz korkak, biraz mahzun gözlerle hanımeli tenekelerinin arasından Bahriye Nineye baktı. Bir süre, ortasından kırmızı bir leke geçen başını tenekelere sürtmek suretiyle kaşıdı. Bir kadın “Pist pis musibet!” diye çığlık atıp elindeki plastik maşrapayı Gorbaçov’a fırlatana kadar, Bahriye Nine onu görmedi. Gorbaçov, sırtına yediği maşrapanın acısıyla, bulunduğu yerden üç metre öteye sıçrayıp, saniyeler içinde, bir esas hamle için mandallığa davranan kadına, bir de tencere kapağı büyüklüğündeki gözlüklerinin üzerinden gülümseyerek kendisine bakan Bahriye Nineye baktı.
Misket oynayan çocuklar dönüşümlü olarak her üçüne de baktı. O sırada Nusret’in karısı sokağın diğer ucunda kaybolup gitti.
Elindeki mandalığı hışımla hedefe savurmaya hazırlanan kadın içeriden gelen sesle irkildi.
“Nerde lan bu kumandanın pilleri? Çakmağım da kayıp.” Kadın Gorbaçov’a “sen görürsün” manasında kafasını salladıktan sonra, elindeki sepeti çamaşır teline asarak içeri girdi.
“Ulan her sabah bir çakmak alıyorum, eve geliyorum, yok! Bir yerde işporta mı açtınız da haberim yok!”
“Aman bey, kim bilir nerede düşürdün.”
Akşamüzeri Çöpçü Erol Amca mersedesiyle sokağa girdi. Arabasını büyük bir itina ile her zamanki gibi yarısı sokakta, yarısı bizim kata bitişik kaldırımda kalacak şekilde park etti. Babam bu duruma çok sinirlense de, annem penceresine yarım metre mesafede bir mersedesin oluşundan dolayı memnun.
Her okul dönüşümde, emsalleri Medeniyetler Müzesinde sergilenen, kalın pilli fotoğraf makinesini elime veriyor. Sonra perdeyi sonuna kadar sıyırıp, öğle oturmasında Gülnaz Yengemden aldığı ödünç bilezikleri koluna takıp, en güzel esvaplarını giyiniyor ve heybetli bir valide sultan pozu veriyor. Arkada Mercedes, kolunda enli bileziklerle annem hakikaten kıskanılmayacak gibi değil.
Yaptığım bu hizmet karşılığında bir lira alıyorum. Seviniyorum haliyle. Ama benden çok seviniyor Bakkal Saniye Abla.
Fotoğrafları, eşe dosta, uzak akrabaya nispet olsun diye sosyal paylaşım sitelerine atma fiyatım ise iki buçuk lira. Annem bu kısımda genellikle veresiye ayaklarına yatsa da, onu babama söylemekle tehdit edince yekun alacağımı tahsil etmek zor olmuyor.
“Medeniyetsiz insanlar!” diye bağırıyor ev sahibimiz Çöpçü Erol Amca. Anlaşılan Saime Hanım teyzenin, su tesisatından artan boruyla halı çırptığını gördü. Alamanya’da bunu yap, seni madara ederler, diye söyleniyor. Sonra her akşam yaptığı gibi cebinden çıkarttığı ameliyat eldivenlerini eline geçirip, sağda solda uçuşan çöpleri topluyor.
Annem bir çırpıda poz vermek üzere oturduğu çekyattan kalkıp perdeyi kapatıyor. Gitti bugünkü üç buçuk liralık rızkım diye hayıflanıyorum.
Gorbaçov beyaz bir kediyle geçiyor ince perdemizin önünden.
Karşı balkonda bir kadın, çamaşırları toplarken aşağı firar eden mandalına bakıyor.
Kuru fasulye kokuyor bulutlar. Bir de bulgur pilavı. Her şey çok çabuk geçiyor…
Ve artık akşam…
...ENGİNDENİZ...
............................................
Kokotte: Almanca “fahişe” demek.