11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2131
Okunma

Bahçe kapısını açıp içeri girdiğinde başını kaldırıp neşe içinde gökyüzüne baktı önce. Sonra bakışları kocaman olan evine düştü birden. Üç yıl önce, eşi Tülay için trubleks olan bu evi alıp doğum günü hediyesi olarak sürpriz yapmıştı ona.
Çeşitli çiçek kokuları,gencecik ağaç dallarında söyleşen kuş sesleri ve dalları sallayan rüzgâr, onu inanılmaz mutlu ediyordu. Yuvasıydı onun eviydi burası. Önce göz gezdirip baktı ağaçlara ve sonra kapıya yöneldi hızlı adımlarla.
Karnı çok acıkmıştı. Akşam eşi Tülay"a karnıyarık yapmasını söylemişti. Ailece yemek yemek için can atıyordu Ahmet Efe. Aç olan karnını çocuğu ve karısı ile doyuırmak istiyordu bir an önce.
Bir kaç adım ilerleyip kapının zilini çaldı. Ancak içeriden ona doğru bir ses gelmiyordu. Yardımcı kadınında izin günüydü. Tekrar denedi ancak sonuç aynıydı. Tek bir tıkırtı yoktu.
Son günlerde bu olayı çok sık yaşıyordu. Bir süre bekledi ancak durum yine değişmedi. Siyah çantasının otra göz fermuarına dokunup çantanın ağzını açtı. Elini kara boşulğa daldırdı.
Kısa bir gezintinin ardından şıkır şıkır sesler eşliğinde anahtarı alıp kapının kilidine taktı. Bir çevirdi, bir iknci defa daha çevirip evinin kapısını açtı nihayet.
Soğuk bir sıcak okşayıp geçmişti yüzünü. Ev durgundu. Oğlu Buğra"nın sesi yoktu. Son zamanlarda eve geldiğinde eşini genelde evde bulamıyordu. Evleneli tam yedi yıl olmuştu. Hayatları biraz durağanlaşmıştı sanki.
İlk yıllardaki çoşku ve heyecan yoktu artık. Elindeki çantasını kırık beyaz fayansın üzerine koyup, ceketini fort manto"ya astı. Ellerini beline koyup bir kaç adım yürüdü sonra.
Attığı her adımda ayakları halının içine gömülüyordu. Yumuşacık ve şefkat dolu bir zemindi. Bir an kendini salonun tam orta yerinde buldu. Derin bir nefes alıp omuzlarını bir kaç santim yukarı kaldırdı.
Off!!! dedi tatlı sert bir his içinde. Sitemli bir bakış ile sessiz bir çığlık tadında avurtlarını şişirdi sonra. Ve dudaklarından akan yorgunluğunu evinin içindeki oksijen ile buluşturdu.
Kendi içindeki Ahmet Efe ile dış zemindeki Ahmet Efe buluşmuştu.
Ve bu derin soluğun ardından siyah benekli kanpesine uzandı boylu boyunca. Elleri taş toprağa hiç dokunmamıştı ancak yinede parmaklarında bir ağrı hissediyordu. Yorgundu elleri.
Ekmek aslanın ağzında olarak bilinen dünyada evine ve çocuğuna bakmak için durmadan çalışıyordu.
Kendi "Röprezant" olduğundan maddi olarak çok rahat bir durumu vardı. Ancak manevi olarak ruhu çok derin bir yorgunluk içindeydi. Kısa bir düş bulaştı kirpiklerine.
Neden böyle olmuştu diye düşünüyordu kendince. Telefonun tuşlarına dokunup aradı karısını. Cevap sürekli aynıydı. "Sinyal sesinden sonra mesajınızı bırakabilirsiniz." "Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor lütfen daha sonra tekrar deneyin."gibi.
Daldırıp gözlerini pencereye doğru aklını yokladı. Acımsı bir soğuk hisseti salonun içinde. Dışarıda sıcak bir sevgi esintisi vardı. Evin içinde gri bir sevgi dalgası. Gözlerini çevirip başucunda ki sehba da duran kumandaya dokundu yorgunca.
Elleri ile tutyordu bu aleti. Kırmızı düğmenin tv yi açtığını biliyordu. Çok iyi biliyordu hemde. İşaret parmağını kaldırıp düğmeye bastığında koca cam ekran tam karşısındaydı işte.
İnsanın bildiği bir şeyi anlayıp yapması çok kolaydı. Koca bir ekranda saysızız insanlar koşturuyordu. Saysız insanları, sayısız bir düşünce ile tanıyordu. Sayısız anlamsızlıklar içinde sayısız anlamlar arıyordu kendine.
Filmler, haberler, magazinler... Hepsi zihinlerde ezber ezber. "Bir dünyayı tanıyan bir makina mı daha üstün, kendi evine yabancı bir insan mı?" diye geçirdi aklından.
Gözlerini koca cam ekranda gezdiriken "neredesin Tülay?" diye sessizce söyleniyordu kendi iç sesi ile. Bir süre gezindikten sonra açlığını unutmuş ve yorgunluğunu uykusunun şefkatli ellerine bırakmıştı .
Rüyasız bir uyuklama halinde renksiz dakikalar ilerlemiş ve epey bir zaman geçmişti.
Bir an, Buğranın sesi ile gözlerini fal taşı gibi açtı birden. Tülay elindeki poşetlerle yukarı kata çıkan merdivenlerin üçüncü basamağında ilerliyordu.
Buğra gürültülü bir ses ile bozmuştu bu tatsızlığı. Adamın kollarına atılıp "biz geldik baba" diye seviniyordu. Sonra yeni aldığı papuçları gösteriyordu babasına heyecan ile.
Son zamanlarda evde ciddi anlamda sık sık değişikler yapıp, gördüğü her şeyin en son modelini alıyordu Tülay. Üç katlı trubleks evin değişmeyen tek bir yeri kalmaıştı. Her gün yeni bir renk ve yeni bir yabancı eşya ile tanışıyorlardı. Daha birine alışmadan bakışları, bir başka renge bulaşıyordu gözleri.
Kısa bir süre sonra aşağı inen Tülay, "hoşgeldin Ahmet" dedi ve geçip karşısına oturdu.
Heyecanlı bir halde, arkadaşları ile yaptığı alışveriş ve eğlencelerini anlatmaya başladı. Zihninde tuhaf bir dalgalanma yaşıyordu Ahmet Efe. Son günlerde sıkca duyduğu tek söylem, Tülay"ın "Ahmet "şunu şöyle yapıp bunu böyle" değiştirelim mi? sözleri olmuştu..
Buğra daha dört yaşındaydı. Tülay, onun odasınıda değiştirmek istediğini Ahmet Efe"ye anlatıyordu. Buğra elindeki sarı arabası ile oynarken bir yandan da anne-babanın konuşmlarını dinliyor ve zihninde hızlı hızlı değişimlere uğruyordu.
Bir an sesini yükseltip "hayııır...!" diyerek bağırdı. "Ben odamı vermek istemiyorum" diye devam etti sonra. Ortaya konuşuyordu Buğra. Ahmet Efe telaş ile Buğra"ya dönüp, "tamam oğlum, sen odanı verme" dedi ve yanağına içli bir buse kondurdu.
Akşam yemeği ve karnı yarığı unutmuş gibiydi Ahmet Efe. Dilinin ucuna bir kaç defa almıştı sormak için ancak sözünü derhal geri yutmuştu. Ve her yutuşunda biraz daha karnı doymuştu.
Bir kaç zaman daha böyle devam etti bu durum. Tülay, alışveriş ve evdeki değişikliklere inanılmaz bir hız katmıştı. Sürekli değişim içindeydi.
Bir gün, Ahmet efe elinde siyah çantası ile zile bastı yine. Buğra hızlı adımlarla koşup kapıyı açtı. Gelen babasıydı. Siyah takım elbise ve siyah bir çanta ile karşısında duruyordu işte.
Salonun orta yerinde duran Annesine dönüp seslendi çocuk... "Anne..! "babamı da değiştirelim mi?"diye...
Evde tık yoktu...