37
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3784
Okunma

Genç adamın biri,
Dermiş babasına her gün;
’Benim de dostlarım var, sendeki dost gibi’
Baba, itiraz eder,
Olmaz öyle çok dost, hakikisi
Belki bir, belki iki,
Fazlasını bulamazsın gerçek, hakiki...
Devam eder durur konuşma...
Aralarında başlar bir tartışma,
Karar verirler bir sınava,
Dostun hakikisini anlamaya...
Bir akşam bir koyun keserler
Ve koyarlar çuvala,
Baba der ki oğluna,
’Hadi al bu çuvalı, şimdi götür dostuna’
Çuvaldan kanlar damlamakta,
Sanki öldürmüşler de bir adamı,
Koymuşlar çuvala,
Dıştan böyle sanılmakta,
Delikanlı sırtlar çuvalı,
Gider en iyi bildiği dostuna, çalar kapıyı,
O dost, bakar ki bir çuval, hem de kanlı,
Kapar hızla kapıyı delikanlının suratına,
Almaz içeri arkadaşını,
Böylece tek tek dolaşır delikanlı,
Kendince tanıdığı, sevdiği dostlarını,
Ne çare, hepsinde de sonuç aynıdır,
Evlat geriye döner,
Ama içten yıkılır...
Babasına dönerek; ’haklıymışsın baba’ der,
Dost yokmuş şu dünyada ne sana, ne de bana,
Baba ’hayır Evlat’ der, ’benim bir dostum var bildiğim,
Hadi, çuvalı al da bir kere de git ona’,
Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar,
Alnından ter, çuvaldan kanlar damlar...
Gider, baba dostuna,
Kabul görür, sevinir,
O dost, delikanlıyı alır hemen içeri,
Geçerler arka bahçeye,
Bir çukur kazarlar birlikte,
Çuvaldaki koyunu gömerler adam diye,
Üzerine de serpiştirirler toprak,
Belli olmasın diye dikerler sarımsak...
Genç adam gelir babasına;
’Baba, işte dost buymuş’ diye konuşunca,
Babası; ’daha erken, o belli olmaz daha,
Sen yarın git Ona, çıkart bir kavga,
Atacaksın iki tokat, hiç çekinmeden ona,
İşte o zaman anlaşılacak, dostun hakikisi,
Sonra gel olanları anlat bana...’
Genç adam, aynen yapar babasının dediğini,
Maksadı anlamaktır dostun hakikisini,
Babasının dostuna istemeden basar iki tokadı,
Der ki tokadı yiyen DOST;
’Git de söyle babana,
Biz satmayız sarımsak tarlasını
Böyle iki tokada’
—alıntı—
Şimdiye kadar sayfamda hiç alıntı yazı asmamıştım. Şimdi niye diye sorarsanız eğer; belki öyle icap etti, belki bu yazıyı çok sevdim, birçok ders çıkardım ve başka ders çıkarmak isteyenler olabileceğini düşündüğüm için yazdım. Bu yazıyı internetle tanıştığım yıllarda bir dostum bana mail olarak yollamıştı. Ben dostluğa önem veririm. Sürekli dostum çok diye kendi kendime kasım, kasım kasıldığım da oluyor çok zaman ama kimin gerçek dost, kimin geçici dost olduğu işte bu yazıda olduğu gibi iki tokat atınca meydana çıkıyor.
Gün olur insanın en sevdiği, canım, cananım, sevdiğim dedikleri, sıkı sıkıya kucak açtığı evlatları bile bir bakmışsın terk etmiş gitmiştir. İşte o zaman insanın yanında kalan tek kişi omzunu dayayıp ağlayabileceği gerçek bir dosttur. Bu kişi bazen bir bay, bazen de bayan olabilir. Bana göre, dostluğun cinsiyeti yoktur. Yeter ki yüreği sevgiyle dolu olsun. Yukarıdaki yazı örneğinde olduğu gibi dostunu iki tokada satmasın. Bu tokat bildiğimiz şamar değildir tabii ki, dostun istemeden yaptığı hata ve ya kusur olabilir. Onu istemeden incitip kırmış olabilir. Eğer hatasını anlayıp özür diliyorsa, dostunu istemeden incitip üzdüyse bence affedilmeli. Yoksa sarımsak tarlasını iki tokada satıp dostluğu bitiren bir kişinin gerçek dostluğundan şüphe edilmez mi?
Her zaman dostumun çokluğundan bahsedince, rahmetli anneciğim; “İnsanın öyle kolay kolay çok dostu olmaz evladım” derdi. Ben ısrarla; “benim var ama” dediğimde, “Sen onları dost sanıyorsun… Çünkü ağladıklarında ağlıyorsun, güldüklerinde gülüyorsun, anlattıklarında dinliyorsun, sırlarını saklıyorsun ve bütün bunları yaptığın içinde çevrende toplananları dost zannediyorsun.” Derdi.
Aklım oldukça karışıyordu ve anneme, “peki, gerçek dostu nasıl seçmeliyim?” diye sorduğumda, yüzüne ciddi bir ifade takınır, derin bir nefes alır; “bak evladım; insanoğlu durgun su gibidir. İlk baktığında pırıl pırıldır. Berraklığı gözünü kamaştırır… Kendine hayran bıraktırır… Ah ne mükemmel insan der ve hemen kendine dost edinmeye çalışırsın. Oysa olay öyle basit değildir; suyun ne kadar temiz olduğunu anlamak için eline bir sopa al, suya bütün gücünle bir kez vur su dalgalanır. İkinci kez vurduğunda çamurlar suyun yüzüne çıkmaya başlar. Üçüncü kez vurduğunda artık o berrak sudan eser kalmamış, çamur deryasına dönmüştür az önceki berrak su göledi. İşte böyledir evladım; dostuna bir taş atmadan gerçek dostunu asla seçemezsin. Seçtiğini sanıp kendini kandırırsın.”
Annemin bu sözleri kulağımda küpedir her zaman; ama hiçbir dostuma bilerek ve isteyerek taş atıp onları sınamaya kalkmadım. Belki yeterince cesur değildim, belki dostlarıma kıyamadım, belki çekip gitmelerinden korktum (!) Evet evet… Dürüst davranmak gerekirse, çekip gitmelerinden korktum. Belki sahteydi, belki gerçekti ama bir iki dostum vardı, bana yetiyordu.
Ben hiç kimseye gerçek sırlarımı vermedim ama onlarca sırrı alıp heybeme doldurdum. Asla o heybeyi boşaltmayı düşünmedim. O heybe benimle birlikte mezara kadar gidecek. Ne kadar ağır olursa olsun… Peki, sen kimseye güvenmiyor musun da sırlarını vermedin, senin rahatlamaya, konuşmaya ihtiyacın yok mu diyenleriniz olacaktır mutlaka. Elbette var ama ben dostlarımı sınayıp gerçekliğini ölçmediğim için sırlarımı vermeye de yanaşmadım. Onları da sırtımda taşımaktayım; tıpkı dostlarımınki gibi…
Bir gün bir taş attım. Amacım; kuş vurmaktı. Taşın nereye gittiğine hiç bakmadım. Sonrasında baktım ki bir dostum dalgalanıyor. Alışkın değildim dostlarımın dalgalanmasına. Merak ettim, “ne oldu, ne var, neden dalgalısın?” dedim. Aldığım cevap beni çok şaşırttı… Meğer kuş vurmak için attığım taş dostumun başına düşmüş, onun için dalgalanıyormuş. Hemen açıklama yaptım, “ben o taşla kuş vuracaktım, ya hedefi tutturamadım, ya da gücüm yetmedi ki taş senin gölede düşmüş” dedim. Binlerce kez özür diledim. “Ben sana hiç kıyabilir miyim, bu mümkün mü” dedim ama dostum hâlâ dalgalanıyor. Ne dediysem dostumu ikna edemedim.
Oysa ben annemi dinleyip o taşı bilerek atmamış ve dostumu teste tabi tutmamıştım. Olay kendiliğinden gelişip taş hedefine ulaşamadan dostumun gölüne düşmüştü. Şimdilik dalgalanıyor… “Çamuru çıktı mı?” diye sorarsanız; henüz çıkmadı. Ben ikinci taşı atmadım ki, dostumun sakinleşmesini bekliyorum. Tabii dostum ise…
20.04.2011/ Emine UYSAL