12
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2287
Okunma

Padişahların aile hayatı, Osmanlı tarihinin en çok tartışılan konuları arasında bulunmaktadır. Bir kısım yazarlar padişahların harem hayatını kendi hayal ürünleri ve fantazileri doğrultusunda, bir sefahat ve gayr-i meşru eğlence hayatı gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Oysaki lûgat anlamı dahi; “korunan,mukaddes ve muhterem yer” anlamına gelen “harem”, yaşanılan hanelerde (ev,konak,saray,vb.) genellikle iç avluya bakacak şekilde ayarlanan ve kadınların yabancı erekeklerle karşılaşmadan rahatça günlük yaşamlarını devam ettirdikleri kısımdır.
Osmanlı Devlet Teşkilatında Harem-i Hûmayun olarak adlandırılan düzen sadece “harem”i değil aynı zamanda “enderûn”u da kapsar. Bu tür tabirlerin gerçek manalarını ve maksatlarını tarafsız, kasıtsız ve vicdanlı bir şekilde araştırıp bildiğimiz takdirde, haremi, genelde Avrupalı yazarların, gezginlerin, gözlemcilerin ve düşünürlerin iddia ettikleri gibi bir; cinsel fantazi kurma ve yaşama,gayr-i meşru eğlenceler yapılan haramhaneler olarak görmeyi ne mantığımız kaldırır ne de vicdanımız kabul eder.
Harem-i Hûmayun
Harem-i Hûmayun tabiri, hem haremi hemde enderunu içine alır dedik. Şu halde gelelim bu iki tabirin en genel ve anlaşılması en kolay ve sözün özü mahiyetindeki tarifine. Enderûn; padişah, saray ve devlet hizmetinde bulunacak olan erkeklerin yetiştirilmesi için, İkinci Murad tarafından Edirne’de ki Eski Saray’da te’sis edildi, Fatih Sultan Mehmed’in Topkapı Sarayını yaptırmasıyla enderun buraya taşındı ve gerçek şahsiyetini burada buldu. Sarayda eğitim ve öğretim yapılan, büyük irfan merkezi olan bu mektebde, devletin idaresi için mülki ve idari kadronun eğitimi gerçekleştiriliyordu. Hangi eğitim kurumu olursa olsun, maksadının ve kalitesinin ve mahiyetinin ne olduğunu elbetteki işlediği konulardan yani müfredatından anlarız. Enderun mekteblerinin ilk müfredatı dahilinde: Kuran-ı Kerim, İlm-i hâl, tecvid gibi sadece dini bilgileri öğreten dersler mevcut idi. İkinci Murad zamanında müfredat geliştirilip, tefsir, hadîs, fıkıh, feraiz, şiir ve inşâ, hey’et, hendese, coğrafya, ilm-i kelâm, mantık, meâni, bedî ve beyân ile hikmet dersleride verilmeye başlandı. Aynı şekilde harem de ikametgâh görevinin yanında, kadınların yetiştirilmesi, padişaha ve hanedandaki sultanlara, padişah anne ve hanımlarına ve bu protokole uygun ve aslında saray düzeni ve edebine yakışır şekilde olmalarını sağlayan bir eğitim müessesesidir. Bu bakımdan hareme; “yüksek dereceli kadınlar akademisi”de denilebilir. Burada en alt kademe olan cariyelikten ustalığa kadar bir terfi sistemi bulunmaktadır.
Bu denli yoğun bir müfredatla ve çok hassas bir görevin şuuruyla yetiştirilen erkek ve kadınların bulunduğu, ve İslamdaki ve Türk kültüründeki, edep, ahlak, namus, ve hiçbir konuda aşırıcılık ve sapkınlık yanlısı olmayan bir temelin üzerine inşa edilmiş olan, Türk soyunun en şanlı tarihini yazmış koskoca Osmanlı Cihan Devleti’nin eğitim müesseselerinden biri ve aynı zamanda bu büyük Türk Devleti’nin hakanının ikametgahı olan haremin bu çok önemli ve takdire şayan yönü maalesef hiçbir zaman dikkate alınmamış ve hatta çok büyük iftiralara maruz kalmış ve gayesi çarptırılmıştır. En tuhafı da,ki bu niyetin bozukluğunu gösterir; bu iftira ve çarpıtmalar özellikle batılı yazarlarca,haremin hiç bilinmeyen ve bilinmeside mümkün olmayan kısımlarını sanki en bilinen tarafıymış gibi yansıtılması. Oysaki bu konuyu ciddi bir şekilde ele alan araştırmacılar harem sakinlerinin yaşantısına dair pek az bir bilginin mevcut olduğunu bilirler. Harem ismindende anlaşıldığı üzere yabancı gözlerden uzakda olan bir yaşamdı,ayrıca görünmesi mümkün olamdığı gibi içindeki hayata dair konuşmalar dahi yabancıların işitme alanı dışındaydı.
“İçeriyi görmedim”
Bu tür ilimi calışmalarda ve iddialarda muhakkak delil ve ispat şarttır. Bizde konumuz doğrultusunda son yıllarda yerli ve yabancı bilim adamlarının yaptıkları araştırmalarında haremin padişahın evi olması yanısıra, başka bir eşi ve benzeri olmayan bir eğitim messesesi olduğunu iddia ve ispat ettiklerine şahid olduk.
Harem-i Hümayun hakkında on yıllık yorucu bir mesai sonunda arşiv belgelerine dayalı bir doktora tezi hazırlayan Amerikalı uzman; Leslie Peirce "Biz batılılar İslam toplumunda cinselliği saplantı haline getirmek gibi eski ama güçlü bir geleneğim mirasçılarıyız. Harem, müslüman cinsel duyarlılığı üzerine kurulu Batı efsanelerinin kuşkusuz en yaygın simgesidir" dedikten sonra haremin amaç ve teşkilatı hakkında verdiği bilgiler aleyhteki iddialara en güzel cevaptır.
"Hanedan ailesi üyeleri için harem bir ikametgâhtı. Sultan ailesinin hizmetkârları için ise bir eğitim kurumu diye tarif olunabilir. Genç kadınlar sadece padişaha uygun cariyeler ve annesiyle diğer ileri gelen harem kadınlarına nedimler sağlamak amacıyla değil, aynı zamanda askerî/idarî hiyerarşinin tepesine yakın erkekler için uygun eş sağlama amacıyla eğitilirlerdi. Enderun, saray içinde padişaha kişisel hizmet yoluyla erkekleri nasıl saray dışında hanedana hizmet hazırlıyorsa, harem de kadınları padişah ve annesine kişisel hizmet yoluyla dış dünyadaki rollerini almaya hazırlıyordu.
Azat edilerek enderun mezunları veya diğer görevlilerle evlendirilen bu kadınların payına da kocalarının oluşturduğu erkek hanelerini (selamlık) tamamlayan haremler oluşturmak düşerdi.
Sultan hanesinin kurduğu teşkilat ve eğitim kalıbı bu köle evlilikleri vasıtasıyla çoğaltılarak Osmanlı yönetici sınıfının sosyal ve politik temelini oluşturuyordu. Saray eğitim sisteminin -hem erkek hem de kadınlar için- ana hedeflerinden biri hükümran hanedana sadakatin aşılanmasıydı. İmparatorluk elitini sarmalayan bağları erkekler kadar kadınlar da sürdüğü için elitin sadakatinin odağında sadece padişahın kendisi değil, aynı zamanda sultan hanesinin kadınları, yani bir bütün olarak haneden ailesi vardı."
Yine 17. yüzyıl bazı batılı yazarlardan haremin gizliliğinin yaznısıra harem hakkında konuşamların da fanteziler üretmekten başka bir şey yapmadıklarını gözlemlemek mümkündür.
"Sarayın, ikinci avluya girmelerine izin verilen yabancıların gidebildiği kadarını gördüm... İçeriyi görmedim. Ama hükümdarlarına karşı huşu duyduklarını gösteren şahane bir sessizlik ve saygı içindeki sonsuz bir görevliler ve hizmetkârlar kalabalığı ile karşılaştım." (Henry Blunt, A Voyage into the Levant, 1638).
"Kadınlar dairesine ilişkin bir bölümü buraya, okuyucuya bu daireyi iyi bilmenin imkânsızlığını anlatabilmek için dahil ediyorum... Buraya erkeklerin girmesi yasaktır ve bu yasak Hristiyan manastırındakinden çok daha büyük bir dikkatle uygulanır...
Sultanın aşk hayatının niteliği gizli tutulur. Bunun üzerine konuşmayacağım ve bu konu hakkında hiç bir bilgi edinemedim. Bu konuda fantezi kurmak kolay ama doğru bir şeyler söylemek alabildiğine güçtür." (Jean-Baptiste Tavernier Nottvelle Relation de l’interieur du serrail de Grand Seigneur, 1675).
"Kardeşim, Osmanlı imparatorlarının sarayı konusundaki merakını herkesten kolay giderebilirim. Çünkü yirmi yıldan fazla bir süredir bu sarayın içine kapalı kalmış biri olarak güzelliklerini, yaşam tarzını, disiplinini gözlemleme zamanım oldu. Çeşitli yabancı gezginlerin bir kısmı dilimize de çevrilmiş olan bir çok fantastik tasvirine inanılacak olursa b sarayın büyülü bir yer olmadığını hayal etmemek güçtür... Fakat sarayın asıl güzelliği içinde gözlenen düzende ve burada yaşayan güçlü kişilerin hizmetine bakacak olanların eğitiminde yatar." (François Petis de la Croix, Ett General de l’Empire Ottoman, 1695).
Valide Sultan
Bu açıklama ve araştırmalarda haremin durumunu, hakkında neyin nekdar bilinebileceğini, içerdeki işleyişi, teşkilatlanmayı gösteriyor. Peki haremle alakalı bildiğimiz neler var? Harem sakinleri saray ehli olduklarından yine bir hiyerarşi mevcut. Haremin en itibarlı kadını Valide Sultan,yani padişahın annesiydi. Valide sultanın herkesten üstün olması haremin esasıydı. O hanedanın vesayetinden sorumlu olduğu gibi, harem hanesinin günlük işleyişinin idarî denetimide onun sorumluluğundaydı. Bütün bunlara rağmen Avrupa kaynaklı açıklamalarda Valide Sultandan hiç bahsedilmez, daha çok padişahın kadınları ön plana cıkarılır, sanki Valide Sultan haremin idari amiri değilmişcesine adı geçmez, haremdeki gücün ondan olduğundan söz edilmez, tabiki bunu bu şekilde aksettirmek yabancı gözlemcilerin cinsel fantezi ve entrike senaryolarını daha rahat kurabilmelerini sağlayacak başka bir yalan yoluyor.
Harem-i hümayun konusunda arşiv belgelerine dayalı ciddi bir eser ortaya koyan Amerikalı tarihçi Lesli Peirce, bu durumu;“büyük ölçüde kendi kraliçelerinin karşılığını arayan ve dolayısıyla Osmanlı haremindeki en büyük güç ve statü sahibinin valide sultan olduğunu anlamaya hazır olmayan Avrupalı gözlemcilerin kültürel at gözlüklerine bağlanması gerekir” diyerek açıklamaktadır.
Valide sultanla ilgili bu kısa bilgiyi verdikten sonra yine Valide Sultanla alakalı olan ve haremi daha iyi tasvir edebilmemiz açısından haremin en itibarlı kadınının bulunduğu bölümü; Valide Dairesinden bahsedip Harem-i Hûmayunla alakalı vermiş olduğumuz bu küçük bilgi ve hatılatma parantezini kapatalım.
Valide Dairesi,
“Otuz altı Osmanlı padişahından sadece yirmi üçünün annesi valide sultan ünvanını kullanmış, diğerleri oğulları tahta geçmeden vefat ettikleri için bu ünvanı alamamıştır.
Valide Sultanların kendilerine verilmiş paşmaklık denilen hasları vardır. Daha sonraları haslarından başka kendilerine darphaneden muayyen bir maaş da tahsis edilmiştir.
Validelerin kalabalık bir maiyyetleri vardı. Haremi, Haznedar Usta vasıtasıyla idare ederlerdi. Haremdeki bütün kadınlar, sultanlar, ustalar, ve cariyeler kendisinden çekinirler onu sayarlardı. Haremdeki bütün işler onun emriyle yapılırdı. Göçler, gezintiler onun emriyle ve arzusuna uygun olarak haznedar ve kalfalar tarafından uygulanırdı. Törenlerde ve hareme kabullerde baç rolü valide sultan oynardı. Hariçteki işlerin Valide Kethüdası denilen bir memur bakardı. Validelerin hasları ve mukataalarını da o idare ederdi.
Haremde valide sultan dairesi padişaha ait mekanlardan sonra, en büyük ve en önemli mekândır. Daireyi valide taşlığından bir bekleme odası ile girilirdi. Girişte nöbetçi cariyeler beklerdi. Daire yüksek kubbeli bir sofa, daha küçük bir yatak ve ibadet odası ile iç içe üç bölüm halindedir. Sofanın duvarlarının alt kısımları çinili, üst bölümleri ise 19. yüzyıl hayali panoramik manzara resimleriyle dekorlanmıştır. Sedef kakmalı gömme dolapları ve kapı kanatları eskidir. Bir ocak ve çeşmeye de sahip olan odaya kadife sedirler ve sofra takımı da kurulmuştur. Valide Sultanlar yemeklerini burada yerlerdi.
Yatak odası kapısının yanında mermer üzerine yazılmış olan;
Lâ ilâhe illallah
Muhammedun Resûlullah
Dem bedem saat besaat
bâd ikbâlet fizûn
Düşmenet çün
şişe-i saat bemişe ser nigûn
Bu ocağın dûd-i dâim
sünbül izhâr eylesün
Sahibine hazret-i Hak
nârı gülzâr eylesün
Açıklaması:
Allahü Teâlâ’dan başka ilah yoktur, Muhammed "aleyhisselam" O’nun Resûlüdür. Her ana her saat talihin yükselsin, Düşmanın, saat şişesi gibi baş aşağı olsun Bu ocağın daimi olan dumanı sünbül gibi görünsün Sahibine Hazret-i Hak, ateşi gül bahçesi eylesin.
Anlamına gelen bir beyit yeralmıştır. Yatak odasının 17. yüzyıl İznik çiniciliğinin son kaliteli ürünleriyle kaplı duvarlarında, çiçekler fışkıran şadırvan motifleri kullanılmıştır. Solda ahşap altın yaldızlı, kabartmalı ve üstü dört sütuna dayalı parmaklıkla çevrili alanı yatak yeridir.
Yatak odasından mermer söveli ve demir şebekeli bir zar ile geçilen dua odası da benzer görünüşlüdür. Duvarında çiniden bir Kabe tasviri de vardır.
Ölen ya da tahttan indirilen padişahların anneleri, merindeki cariyeleri ile birlikte bu daireyi boşaltarak yeniden Eski Saray’a yerleşir ve kendilerini tamamen hayır işlerine verirlerdi.”