3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
832
Okunma
Yol bozuktu. Kamyon ilerlerken sarsılıyor, kasasında oturan herkesi de yanındakilere vurduruyordu. Bir yere tutunmak mümkün değildi; ellerimiz arkadan bağlıydı. Bizden sorumlu nöbetçiler sıranın başında oturuyorlardı. Ara ara konuşmalarına rağmen genelde sessizdiler. Gözlerimiz kapalı olduğundan onları göremiyorduk. Bir ara üsteğmen Tacettin’in bana fısıldadığını duydum:
‘’Ellerimdeki bağı çözmek üzereyim; bitireyim mi?’’
‘’Çözünce ne yapacaksın Tacettin? Silahlıyken karşı koymadık, şimdi çıplak elle mi girişeceğiz? Hem emir kesin: Çatışma yok. O yüzden otur oturduğun yerde.’’
‘’Emredersiniz binbaşım.’’
Benim de içime sinmemişti silahları indirmek. Ama yapacak bir şey yoktu. Gündoğumunda gelmişlerdi. İki yüz kadar asker vardı. Üniformalılara peşmergeler eşlik ediyordu. Biz ise on bir kişiydik. Sayılar bir yana, karşımızda müttefik bir ülkenin askerleri vardı. Onlarla aynı üniformaları taşıyanlar sınırın bizim tarafında askeri üsse sahiptiler. Çarpışa çarpışa ölmek ucuz bir çözüm olurdu. Yukarıdan ise ‘’Direnmeyin!’’ emri gelmişti. Eğitimleri boyunca ‘’Silahı teslim eden anasını teslim eder.’’ diye şartlandırdığımız çocuklara şimdi ‘’İndirin silahlarınızı!’’ demek zorunda kalmıştım. Herhangi birisinin tetiğe dokunması yeterliydi herşeyi karışması için. O adrenalin yağmurunda bunu nasıl engelleyebildim, bilmiyorum.
Şimdi ise kamyonda, esir olarak karargahlarına götürülüyorduk. Hepimizin başında, gözlerimizi de kapatan çuval bezinden yapılma birer kukuleta vardı. Osman çavuş sürekli küfrediyordu. Diğerleri sessizdi. Ölüme ne kadar yaklaştıklarını akıllarına bile getirmiyorlardı. Sadece kızgındılar.
Konvoy durdu. Nöbetçiler birisini sürükleyip kasadan indirdiler. Adamlarım arasıdan ‘’Komutanım, Mesut’u götürüyorlar.’’ sesleri yükseldi. Mesut bizim Türkmen mihmandarımız, Süleymaniye’deki dilimiz, kulağımızdı.
‘’Onu nereye götürüyorsunuz?’’ diye bağırdım.
Cevap veren olmadı. Amerkalıların aralarında konuşmaları duyuluyordu. Bunlara peşmergelerin bozuk ingilizcesi eklendi. Sonra herkes yerine geçti, konvoy yola koyuldu. Mesut kamyona geri bindirilmemişti.
Tacettin bana ‘’Ona yapacaklar?’’ diye sordu.
‘’Sana ne yapacaklarını merak etmiyor musun Tacettin teğmenim?’’ dedim.
Muhafızımız ‘’Susun! Konuşmak yok’’ diye bağırınca üsteğmen cevap veremedi. Mesut’tan ise bir daha haber alamadık. İlerleyen günlerde istihbarat birimleri de onun izini kaybedeceklerdi. Amerikalılar onu peşmergelere teslim etmişlerdi. Mesut’la ilgili elimizdeki son bilgi buydu. Biz ise başımızda kukuletalar sorguya götürülüyorduk. En son bir Türk subayı ne zaman başkaları tarafından sorgulanmıştı acaba? Kıbrıs’ta mı? Kore’de mi?
Kamyonumuz bozuk yolda ilerliyordu. Bir kırılma noktasına gidiyorduk . Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı.