3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1043
Okunma
Acısıyla tatlısıyla eski günleri andıkça hep hüzünleniriz. Buna nostalji yani geçmişe özlem dense de geçmişin yeniden yaşanabilmesinin mümkün olmadığını biliriz. Üstelik yaşananların iyimserliğimizi azaltmasını hatta yok etmesini hiçbirimiz istemeyiz, diye düşünmekteyim.
İyimserliğimiz yaşama coşkumuzu arttırarak güçlendiren en büyük etkendir. Ne zaman umutsuz, özgüvensiz ya da çaresiz hissetsek, muhakkak iyimserliğimizde azalma, eksilme ya da zayıflama söz konusudur.
Aşırı duyarlı, duygu yüklü ve sinir katsayımızın düşük olduğu zamanlarda iyimserlikten bahsetmemiz oldukça güçtür; bir başka deyişle bardağın yarısını boş görmekten kendimizi alıkoyamayız.
Değil mi ki doğarken ilk ağlama sesimiz duyulmaktadır; demek ki insanoğlu en az gülmek kadar ağlama potansiyeline de sahiptir hem de doğuştan.
Zamanımızda, yeryüzünde, içinde bulunduğumuz ve yaşamakta olduğumuz koşullar arasında o kadar çok ve çeşitli olumsuzluklar, terslikler, zulümler, haksızlıklar ve kötülükler var ki bir an ağlamamak ne mümkün!
Öyle zamanlar olur ki yüreğimiz kanar, kanadıkça bağrımız yanar ve ister istemez gözlerimiz dolar… Bazen başkaları için, bazen de kendimiz için ağlarız hem de için için…
Ağlamak yüreğimize dinginlik, ferahlama ve biraz huzur verse de Allah kimseyi ağlatmasın!
Tüm yaratılanlar içinde en gelişmiş ve güçlü olduğu kadar anlaşılması da o denli güç olan insanoğlu ağlamayı değil gülmeyi fazlasıyla hak etmektedir. Hal böyle iken, insanın insana reva gördüğünü, çektirdiğini diğer varlıklar birbirine yapmamaktadır, diye düşünmekteyim.
Ne iyimserliğimizi, ne de karamsarlığımızı herkesle paylaşabilmemiz söz konusu olamaz zira herkesle bir yere kadar ‘arkadaş’ olunabilir ancak herkesle ‘dost’ olabilmemiz mümkün değildir.
Acıların, hüzünlerin ve mutsuzlukların güvenebileceğimiz birileriyle paylaşıldıkça azaldığı, hafiflediği ve dindiği bilinirse de ‘dost’ diyebileceğimiz insanları her zaman yanımızda görebilmek pek kolay olmasa gerek!
Dostlarının kederleriyle mükedder ve sevinçleriyle mesrur olabilenlerin ‘dost’ olarak kabul edildiği ve bunun herkes için geçerli olduğu yadsınamaz.
Eskiden canını bile hiç düşünmeden uğruna feda edebileceği dostlar ve güçlü dostluklar varken, zamanımızda kendilerinden ne gibi çıkarlar sağlanabileceğinin hesabı yapan ve ona göre arayan ve yaklaşan insanlar hızla çoğalmaktadır.
Karşılıklı saygı, sevgi, anlayış, hoşgörü ve güven var olduğu sürece birileriyle en azından ‘arkadaş’ olunabileceğini bilmeyenimiz yoktur, sanırım.
Artık bir selamın bile çıkara dayanıp dayanmadığını sorgular hale gelmiş bulunmaktayız ancak yine de iyimserliğimizi tamamen yitirmemiz gerekmez. İnsanız; o halde hata yapabiliriz, içten davranmayabiliriz hatta her zaman iyi niyetli de olamayabiliriz!
Arkamızdan taş atana ‘arkadaş’ diyemediğimiz gibi yüzümüze her güleni de ‘dost’ kabul etmemiz safderunluk olur. İnsana en büyük dost ve en büyük düşman insanın ta kendisi değil midir?
Özümüzle barışık olmamız ve özgüvenimizin tam olması son derece önem arz eder zira kendimize güvenebildiğimiz oranda başkalarına da güven duyabiliriz. Başkalarını sayalım ki sayılabilelim, sevelim ki sevilebilelim, güven duyalım ki bize de güvenilebilsin.
Madden ve manen sahip olduklarımız ve sahip olmadıklarımız şöyle dursun, biraz duyarlı ve duygu yüklü yüreğimiz varsa yaratılanları Yaratan’dan ötürü severiz.
Her tür acının ve tatlının biz insanlar için olduğunu bilsek de kendimize yetmesini, var olanla yetinmesini ve haddimizi bildiğimiz oranda hem güçlüyüz, hem de iyimseriz.
Ne geçmişten tamamen soyutlanabiliriz, ne de geçmişe çakılıp kalarak geleceğimizi karartmak gibi bir lüksümüz olmasa gerek! Her şeye karşın ara sıra geçmişe özlem duyarız ve bazen hüzünleniriz.
Gözlerimiz, yüzümüz ve ille yüreğimiz her zaman gülsün!