33
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2700
Okunma

Selami, biriken borçlarını ödemekte oldukça zorlanıyordu. Her yıl büyük umutlarla tarlaya ektiği mahsul, masrafını bile çıkaramaz olmuştu son yıllarda. Birkaç yıl üst üste gelen kuraklık, ürünü tarlada kurutmuş, yeterli miktarda hasat edilmemişti. Tarım kredi kooperatifinden çektiği krediyi ödeyemediği gibi, gübre ve işçi parasını da ödeyememiş, Ziraat Bankası’ndan da kredi çekmişti. Banka, borcunu ödemesi için ihtar üstüne ihtar yolluyordu Selami’ye. Son aldığı ihtarda ‘ eğer borcunuzu şu zamana kadar ödemezseniz, hakkınızda icra takibi başlatılacaktır.” deniyordu. Selami, uykusuz geçen bir gecenin ardından sabah erkenden kalkıp şehrin yolunu tuttu. Amacı, bankaya gidip borcunu biraz daha erteletebilmekti.
Ezile büzüle bankaya girdi ve sıra kendine gelince borcundan bahsetti müdüre. Biraz daha müsaade etmelerini, yakın zamanda tarlasını satıp borcunu tümüyle ödemeye çalışacağını, evine icra yollayıp köylüye rezil etmemelerini rica etmeye çalıştı titreyen sesiyle.
Banka müdürü:
-Selami Bey, sizin bankaya olan bütün borcunuz ödendi.
-Nasıl olur! Daha iki gün önce ihtarname yolladınız. Ben borcumu ödemedim ki.
-Sizin adınıza Zafer Bey ödedi.
-Hangi Zafer?
-Sizin Köydenmiş. Sana da şu mektubu vermemizi istedi.
Müdür çekmecesinde sakladığı mektubu çıkarıp Selami’ye uzattı. Selami mektubu aldı ve bir köşeye çekilip açtı. Okumaya çalıştı.
“Değerli arkadaşım Selami, senin zor durumda olduğunu banka müdürden öğrendim. Seninle aynı köyden olduğumuzu bildiği için, borcundan bahsetti bana. Zor durumda olduğunu ve çok da gururlu olduğunu biliyorum. Sana getirip bu parayı verseydim, kesinlikle almazdın. Ben de bankaya ödedim. Böylelikle sana olan vefa borcumun belki bir kısmını ödemiş olurum. Sen hayatta tanıdığım en iyi insanların başında geliyorsun. Köyde bizi kimse adam yerine koyup konuşmazken, sen benim en iyi arkadaşımdın. Yediklerinden yedirir, giydiklerinden giydirirdin. Çocukluğumuz birlikte geçti; çok şeyler paylaştık seninle. Seni ve yaşadıklarımızı asla unutmadım arkadaşım. Başın sıkışınca şu adreste…. beni bulabilirsin.
Selamlar, arkadaşın Zafer.”
Selami mektubu evire çevire okudu. Gözleri daldı. Bir an çocukluk yıllarına gitti. Zafer’le aynı sınıfta okumuştu. Zafer de kendisi gibi çalışkan ve dürüst bir çocuktu. Ta o zamanlardan belliydi kişilik sahibi olduğu. Zafer’in ailesi çok fakir olduğu için, köyde tarlaları falan yoktu. Başkalarına gündeliğe giderek geçimlerini sağlıyorlardı. Selami’nin ailesinin ise, arazileri ve hayvanları çoktu. Her türlü meyve ağaçları vardı. Selami, Zafer’i hiç yalnız bırakmazdı; kendi tarlalarına onu da götürüp meyve toplarlardı birlikte. Hele bahar gelince yeşil erik toplamayı çok severlerdi.
Bir gün, Zafer’le Selami, meyve bahçesine gidip erik ağacının en tepesine çıkmışlardı erik toplamak için. Öyle dalmışlardı ki erik toplamaya, birbirlerini unutmuşlardı. Selami, gürültü patırtı sesiyle kendine geldiğinde, arkadaşı Zafer, erik ağacının kırılan gevrek dalından düşmüştü. Ağacın dibindeki taşa başı çarpmış yerde boylu boyunca yatıyordu. Selami ne yapacağını şaşırmıştı. Kedi gibi ağaçtan aşağıya indiğinde, Zafer düştüğü yerde inliyordu. Kalkmaya çalışmıştı ama nafile, kalkamamıştı. Üstüne düştüğü bacağı kırılmış, başı yarılmış kanıyordu. Erik ağacı köye birkaç km. uzaklıktaki tarlanın birindeydi. Etrafta yardım isteyecekleri kimse yoktu. Selami şaşkındı. Zafer acılar içinde çırpınıyordu.
Yapacak bir şey yoktu. Selami, Zafer’i sırtına alıp, kırılan ayağını da eliyle destekledikten sonra köye kadar hiç dinlenmeden sırtında taşımıştı. İkisi de on yaşındaydı o zamanlar. Sonraki yıl, Zafer’in ailesi İstanbul’a taşınmıştı. Zafer’in babası ilk önceleri inşaatlarda işçi olarak işe başladı. Köye, birkaç yılda bir babası gidip gidiyordu. Zafer, çocukluk yılları boyunca pek köye gidemedi. Babası götürmemişti. Arkadaşlarını, hele sınıfta âşık olduğu kız arkadaşı Bahar’ı hiç unutmamıştı. O günleri düşündükçe derin hülyalara dalardı. Zafer, İstanbul da yapabildiği her işi yapmıştı çocukken. Ayakkabı boyadı, sokaklarda su sattı. Hallerde hamallık yaptı, sanayide çalıştı. Sonunda babası, inşaat işini iyice öğrenip ufak bir inşaat şirketi kurdu. Zafer de hem çalıştı hem okudu. Okuma azmi hiçbir engeli tanımıyordu. Zafer, inşaat mühendisi olup babasının işlerini daha da büyüttü. Geliştirdi. Güçlendirdi. Dürüst kişiliği sayesinde işi çok oluyor, çok para kazanıyordu.
Bir gün çeklerini tahsil etmek için bankaya gittiğinde, banka müdürü köylülerin perişanlığından, mahsullerin para etmediğinden ve köylünün iflas ettiğinden, hatta kendi köylerindeki birkaç müşteriye haciz uygulayacaklarından bahsedince Zafer, Selami’nin borcunu öğrenmişti. Selami’nin kendisi için yaptığı o fedakarlığı hiç unutmamıştı; az da olsa vefa borcunu ödeyebilmek için borcu üstlenip ödemişti.
Selami elindeki mektuba düşen gözyaşlarını dirseği ile silerken mutlu ve huzurlu olarak köyünün yolunu tuttu.
“İyilik yap denize at, balık bilmezse Halik bilir” dedi.
Emine UYSAL
3/02/2011/ MANİSA