15
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1716
Okunma


Aslına bakarsanız Aydın tam bir emekliler cenneti. Sebzesi meyvesi bol ve ucuz bir kent. Ne büyük kentlerin sıkıntısını ne de küçük kentlerin yokluğunu yaşarsınız bu kentte.
Yaz-kış, caddelerin bulvarların kenarlarını süsleyen narenciye ağaçları bir altın gerdanlık gibi süsler kenti. İzmir’e sadece Kırk beş dakika uzaklıkta. İlle de büyük şehir havası solumak isterseniz günübirlik rahatlıkla İzmir’e gidip, dilediğinizce eğlenip geri dönebilirsiniz. Hem tatil beldeleri hem de turistik antik kentlerin bol olduğu Aydın kenti Menderes ırmağının havzasında Aydın ve Beşparmak dağlarının eteklerindedir.
Menderes ırmağının adı Türkçeymiş gibi algılanmasın, Eski Yunancadan hatta Mitolojiden alır adını. Meandros’dur aslı ve kıvrılarak akan ırmak anlamına gelir.
Bilinen en eski tarihçilerden ve Tarihin babası olarak bilinen Herodot, Aydın toprakları için “Gökyüzünün altındaki en güzel yeryüzü” demiştir.
Şimdikiler de “ovalarından bal, dağlarından yağ akan kent” demişler.
Bunun da nedeni, dağı taşı Zeytin doludur Aydın’ın ve ovaları bal gibi tatlı ve dünyanın en iyi incirlerinin yetiştiği yerdir. Nazilli’den başlayıp Söke ilçesinde denize kadar uzanan ovadaki pamuk tarlaları da bir başka güzelliğidir Aydın’ın.
Böyle bir kent, sadece emekliler için değil, memurlar için de bir cennettir. Buraya gelen her meslekten memur, kendini ya şanslı hisseder, ya da gerçekten torpillidir.
Tayiniyle birlikte ilk meslek yeri olan Aydın, Sibel öğretmen için de rahat ve huzurlu bir kentti.
Tek başına yaşıyordu. Henüz evlenmemiş, bekârdı. Bu kentte rahat ve huzurlu olabilmesinin ve memleketindeki anne babasının da bu durumdan rahat olmalarının en önemli nedeni, buraya daha önce memur olarak gelen ve buradan emekli olup yıllardır artık buralı olmuş sayılan bir akrabalarının varlığıydı.
Her hangi bir sorunu olduğunda, ya da bir şey lazım olduğunda, Sibel Öğretmen hemen akrabaları olan Süleyman amcasının kapısını çalardı.
Bir Cuma günüydü.
Sibel öğretmen Süleyman amcayı her zamanki yerinde oturur buldu.
Vardar İşhanı denilen yerde, bir dostunun matbaasında oturmuş sohbet ediyordu.
-Süleyman amca, benim evimdeki lavabo taşı iyice kullanılmaz hale geldi. Girdiğimde zaten çatlaktı. Şimdi hepten kırıldı. Ben aynı ölçülerde yenisini şu sokaktaki bir malzemeciden aldım. Şimdi bana senin de tanıdığın ve bana tavsiye edeceğin iyi bir usta lazım. Yarın ben hazır evdeyken gelip yenisini taksa diyorum.
-Tamam, Sibel kızım, ben hallederim, diye sürdürecekken konuşmasını, matbaa sahibi dostu araya girip:
-Bizim Ünal’ı göndeririz. Çok iyi ustadır. İşini temiz yapar. Hem garibandır. Öyle fazla bir para da istemez. Temiz, dürüst, namusludur. Eli de çabuktur.
-İyi ya, dedi Süleyman Bey, çağır şunu hemen işi yoksa gelsin konuşalım.
-Tamam, dedi matbaacı. Sibel öğretmene dönüp: Otur kızım sen şuraya, diyerek bir sandalye verdi. Sana bir çay söyleyeyim, şimdi telefon ederim Ünal’a işi yoksa hemen gelir. Hatta istersen bugün bile gelip yapar.
-Yok, dedi Sibel. Şimdi okuldan çıktım. Bütün haftanın yorgunluğu var. Hem biraz dinleneyim hem de ortalığı toparlayıp hazırlayayım da usta gelince de hemen işine baksın.
-Baksana kızım, dedi Süleyman Bey, bu lavaboyu sen neden yaptırıyorsun ki, söyleriz ev sahibine yaptırsın. Sen yaptırmak zorunda değilsin.
-Ev sahibiyle konuşup anlaştık Süleyman amca. Taşın parasını onlar veriyor. Ben sadece taktırmak için para vereceğim. Öyle anlaştık, dedi Sibel.
-Lavabo taşını ne yaptın peki, onu nasıl götüreceksin? Dedi Süleyman Bey.
-Dükkân sahipleri akşama doğru iş bitiminde getirip bırakacaklar eve, dedi Sibel.
Ertesi gün öğlene doğru, Sibel çoktan uyanmış, kahvaltısını yapmış, öğrencilerinin sınav kâğıtlarına bakıyorken, kapı zili çaldı. Açtığında karşısında elinde bir alet çantasıyla, saçı başı dağınık, üzerinde kirli iş elbiseleriyle, ama sevimli yüzlü birini görünce onun Süleyman Amca ve matbaacı dostu tarafından gönderilen Ünal usta olduğunu anladı. Yaklaşık kırk yaşlarında görünen bu sempatik adam, henüz Sibel bir şey demeden:
-Meraba, beni Matbaacı Turan amcam gönderiveedi. Ne vaadın burada, ne yapılecek?
Dört yılı aşkın bir zamandır Aydın’da yaşayan Sibel öğretmen, artık zorlanmadan şiveli konuşmaları anlayabiliyordu. Gülümseyerek Ünal ustaya:
-Ne yapılacağını sana söylemediler mi?
-Unutuveedim be! Ne bilem ben. Gafa mı galıp duru insanda, garının dırdırından.
-Eski kırık lavabo taşı çıkarılıp yerine yenisi takılacak. İşte bu da yenisi, diyerek koridorda, yerdeki lavabo taşını gösterdi.
-Tamam, tamam. Hindi bilip durdum. Geç bakem sen şu yana, diyerek Sibel öğretmenin yanından sıyrılıp içeriye geçti. Banyo neresi? Şurası mı olupduru?
Sonra banyoya girip çalışmaya başladı.
Sibel öğretmen de yeniden çalışma odasına geçip sınav kâğıtlarını okumaya devam etti.
Bir ara kalkıp Ünal Usta için bir neskafe hazırladı.
-Size bir kahve yaptım, sormadım ama umarım içersiniz, diyerek banyodaki Ünal ustaya seslendi.
Ünal usta kafasını dışarı çıkarıp:
-De gidi deee! İçmem mi heç? Madem öyle, gahvemi içiverem de soona bakıverem işime.
-Herhangi bir şey gerekli mi? Dedi Sibel öğretmen kahveyi verdikten sonra, olursa ben buradayım, diyerek yeniden çalışma odasına geçti.
Birazdan Ünal ustanın sesi duyuldu yeniden.
-Müzisyen mi sen?
-Hayır. Müzisyen değilim.
Salonun açık olan kapısından koltuğun üzerinde açıkta duran gitarı kastederek:
-Şu dımbırtıyı görüveedim de ondan soruyom gari.
-Yok değilim. Müzisyen değilim.
-Benim gız da isteyip duru bundan. Okulda müzik gurubunda mı çalecekmiş ne! Ne deyyodunuz siz bunun adına?
-Gitar.
-Ha, işte ondan deyyom. Ama alamadım tabi. Yannış aanama, sana demiyom da, gız gısmı ne işi va bu dımbırtıyla? Yarın öbürgün goceye gitcek, gocasına cocuk mu doğurecek, dımbırtı mı çalceek?
Ünal ustanın geveze biri çıktığını gören Sibel öğretmen, bir an önce işini bitirip de gitse diye düşünmeye başladı.
-Çok sürer mi işiniz.Biter mi şimdi? Diye sordu bu yüzden.
-Bitee, bite. Hindik bitee. Bitee de sen akşama gada gullenmiyecen gayri. Silikonları bir eyice sağlam olsun.
Kısa bir sessizlik. Yeniden banyoya döndüğü duyuluyordu. Çok geçmeden:
-Gusura bakmiceksen seni bir şey soruveecem, dedi.
-Buyurun. Ne soaracaktınız?
-Sen ne iş yapıp durun?
-Öğretmenim ben.
-Maşallah, dedi. Arkasından: Gaç yaşındasın sen? Dedi.
-27
-Aboo! Maşallah, dedi yeniden. Ben seni daş çatlısa yirmi yaşındadı diye düşünüveedim. Hemi de öğretmensin öyle mi?
-Evet öğretmenim.
-Lise sonda bir oğlum var ya, gulak asma. Sevmeyipduru okulu. Aklı bi garış havada. Vaasa yoksa gızların peşinde. Biz onun yaşındayken bi gızın yanından bile geçemezdik. Şimdi el ele gezip durular. Hem ben bilmeyom mu, köşede bucakta öpüp goklayıp durular gızları. Ben garımla evlendiğimde onu ilk defa evlendiğimiz gün öpmüştüm. O gece bene ne dedi bileyon mu?
Ünal ustanın gevezeliği karısıyla ilk gün ilişkilerine kadar gittiğini görünce, Sibel öğretmen aceleyle yerinden kalktı, hem işlerin ne kadar ilerlediğini görmek hem de ona elini çabuk tutmasını söylemek için banyoya yöneldi.
-Daha çok sürer mi işiniz. Benim çalışmam gerekiyor da. Çocukların sınav kâğıtlarını okuyup notlarını vermem gerekir. Ben içerideyim. İşiniz bitince haber verirsiniz, diyerek, yeniden odasına geçti ve garip bir duyguyla kapıyı arkadan kilitledi.
Kapının kilitlendiğini duyan Ünal usta, Sibel Öğretmenin korktuğunu düşünerek, utandı. Sessiz kalarak aceleyle ve yine de özenerek işine devam etti.
Yirmi dakika sonra koridordan seslendi.
-Tamam, işim bitti. Bana bir bez veeceksen etrafı biraz temizleyeyim. Pek kirlendi.
Sibel öğretmen, kapıyı açıp:
-Yok gerek yok. Bırakın siz. Ben birazdan yaparım. Sadece şu eski taşı alıp aşağıda çöp kutusunun yanına koyarsanız çok sevinirim. Ben taşıyamam onu şimdi.
-Olu, olu! Yapmam mı heç?
-Teşekkür ederim. Borcum ne kadar?
-20 Lira veesen yeter be.
Sibel öğretmen 30 Lira verdi Ünal ustaya. Sonra da onu eski taşla birlikte dışarıya uğurlayıp, kapıyı kapattı.
Tüm saflığıyla epeyce gevezelik etmiş olsa da, tertemiz bir iş çıkarmıştı Ünal Usta, yüreği gibi.