6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1394
Okunma

AYTEN
Beyoğlu’nun ünlü İstiklal meyhanesi…
Şimdilerde ömrünün son demini yaşayan, tarihin tozlu sayfalarında sıkışıp kalmış, bir zamanlar Kâtip Mustafa Çelebi Camii adıyla anılıp ibadethane olarak kullanmış bir pavyon.
Giriş kapısındaki renkli neon ışıkları sizi içeriye davet edercesine şuh kahkahalar atarak gülmekte. Işıklı kapısının önünde; kollarındaki pazıları giydikleri siyah ceketlerinin dikiş yerlerinden fırlayacakmış gibi görünen, eskinin kabadayıları şimdilerin ise badigartları olan kaytan bıyıklı adamlar bir oyana bir bu yana volta atmakta.
Küçük bir iskemlenin üzerinde; kıçına geçirdiği şalvarı ile koca kalçalarını sığdırmaya çalışarak devinen, önündeki sepetteki kırmızı gonca gülleri dizmekle uğraşan Romen kadını, İstiklal pavyonunu oluşturan tablonun son fırça darbelerinden birini oluşturuyor.
Asmalı Mescit Sokağının başında; baştan aşağıya dökülmeye yüz tutmuş binaların hemen yanı başında ki sokak lambasının altında bekleyen taksi, gecenin karanlığında sönük farlarıyla yıkık bir abide gibi duruyordu. Taksi ve içindeki nahoş suratlı adam, karanlığın siyahlığında sanki burada beklemek onun için asil bir şeymişçesine kasım kasım kasılarak, oturduğu yerden sigarasının gri dumanını gecenin bilinmezliğine doğru üflüyordu.
Kaldırım taşının üzerinde ki tik tak sesleri gecenin sessizliğini böldü. Hemen yanı sıra sokak bekçisinin düdüğünden çıkan tiz ses havayı yırtıp etraftaki evlerin yorgun duvarlarına çarptı. Karşı apartmanın açık penceresinden canhıraş bağıran kadının sesi evdeki sarhoş dostunun üzerine atılmasıyla aniden kesiliverdi.
Burası ünlü Asmalı Mescit Sokağıydı.
Beyoğlu’nun bildik tanıdık tüm güzelliklerinin yanı sıra; sarhoşların, içicilerin, fahişelerin, ibnelerin, pavyon kadınlarının, penceresinin önünde çırılçıplak gezen Rus revü kızlarının yatıp kalktığı, tuvaleti dahi olmayan yıkık dökük binalarıyla beraber ne kadar tezat bir haldeydi.
Tuğla örülü duvarlarına dokunsanız, bin ah işiteceğiniz binanın demir kapısından dışarıya çıktı.
Çiçek.
Yani Ayten.
Asıl adı Aytendi. Çok sevdiği rahmetli anneannesi koymuştu adını.
Çok uzun zamandır Çiçek olmuştu. Kendinin dahi hatırlayamadığı bir zaman öncesi…
Kafasındaki postişi sinirli bir el hareketi ile düzeltip, leopar desenli ayakkabısının kalem topuklarını kaldırımın üzerinde tıklatarak bekleyen taksiye doğru yöneldi. Postişin sarılığı gecenin karanlığında gözleri tırmalarcasına ben buradayım diyordu. Dolgun kalçalarını saran kırmızı lame elbisesi kadınlığının tüm ucuz sekliliğiyle beraber üzerinde eğrelti gibi duruyordu. Jartiyer çorabının baldırlarına doğru uzanan arka dikişi, dikkatleri tam da buraya çekmek için özellikle kondurulmuş gibiydi.
Alışılmışlığın verdiği bir rahatlıkla taksinin arka koltuğuna attı kendini. Rahatça.
Bacak arasına kadar açılan eteğini umursamadan. Şoför koltuğunda oturan pezevenk tipli adama aldırış etmeden. O yokçasına. Yok sayaraktan.
Üçgen yüzünde en belirgin olan yeşil gözleri; çoktan feleğin çemberinden geçenlere has bakışlarıyla arabanın içini şöyle bir kolaçan etti. Göz kapaklarının üzerine sürdüğü yoğun pırıltılı altın sarısı farın ağırlığıyla, ok misali kirpilerini kırpıştırmakta zorlanıyordu.
Belki de bu yüzdendi yarı baygın bakışlarının duruşu.
Üst dudağının sol yanında keskin bir yaranın eski hatırası saklı kalmıştı. Kalın kıvrımlı dudakları çilek kırmızısı renginde, isterik bir halde buradayım diyordu.
Gayri ihtiyari yarasına dokundu. Bu onda alışkanlık haline gelmişti. Eski bir hatıranın eski bir alışkanlığıydı. Aslında kendine dahi itiraf edemediği, hiçbir şeyi unutmamak adına yapılan şartlı bir refleksten başka bir şey değildi.
Gecenin on birinde; bu sarı taksi ve içindeki pezevenk tipli adam onu evinden alır, sabahın ilk ışıklarına kadar sürteceği pavyona götürürdü. Her gece. Aynı yerde. Aynı taksi. Ve hep aynı adam…
Gece âleminde çalışan kadınlara has içki ve nikotinden boğuklaşmış sesiyle konuştu.
_Karnım aç. Çek bir çorbacıya.
_Geç kaldık zaten. Pavyonda içersin.
_Tabakhaneye bokmu yetiştireceğiz ulan.
Adam alışkındı. İçinden ana avrat sövdü Aytene. Bunların alayı orospu diye geçirdi aklından. Yoluna devam etti.
Koltuğuna biraz daha gömüldü. Çorba falan bahaneydi. Hiç çalışmak istemiyordu bu gece. Biraz zaman kazansa fenamıydı? Her gece evden çıkarken yüzüne taktığı maskeyi çıkarıp yan tarafa koydu.
Çiçek, içindeki Ayten ile konuşmaya başladı.
Oh ne çok yorgunum. Bıkkınım. Her şeyden. Nefret ediyorum bazen. Kendimden bile. Nerede kaldı pavyondaki pezevenkler, kancık karılar.
Taksinin camından, sokak lambalarının ışığı yansıyan evlerin pencerelerine baktı. Perdelerin ardında ortalıkta dolaşan insan siluetlerine takılı kaldı.
İç geçirdi.
Hiç tanımadığı insanlara imrendi.
Televizyonlarının karşısında çekirdek çıtlatan çocuklara, küçücük mutfağında çayın altına su çeken evin annesine, kırmızı koltuğunda oturan babaya özendi.
Kendi kızını düşündü. Ve hemen ardından yarın bankaya gidip harç parasını yatırmayı unutmaması gerektiğini hatırlattı kendine.
Anne mezuniyet balosuna bekliyorum seni demişti Aylin.
Tam iki ayı kalmıştı mezun olmasına. Aylin’in iple çektiği günler. Aytenin korkuyla beklediği anlar.
Acı ve alayla gülümsedi kendine.
Ne olacak bu pezevenk taksiciyle gidersin.
Bir güzelde aile saadetini oynayıverirsin Ayten.
Hı? Ne dersin? Ne güzel olur değil mi?
Ballandıra ballandıra anlatırsın pavyon hayatını. Masalarda nasıl kırıtarak dolaştığını… Cüzdanı en kabarık olanını seçip şampanyaları ardı sıra nasılda patlattırdığını. Oturduğun yerde, ciğeri beş para etmez adamlara, masa altlarından nasılda oranı buranı mıncıklattığını gösterirsin. Şerefsiz patronun daha fazla kazansın diye sahte viskileri sen devirirken, ellalemin deyyuslarına nasıl sokuşturduğunu anlatırsın kabarık hesapları. Hele birde anlatın mı sana yazan yağız delikanlıları, bu sebepten pavyonda çıkan kavgaları. Aynen olursun balonun maskeli prensesi.
_Sus artık yeter.
_Ne dedin?
_Sana demedim ulan.
Adam oturaklı bir küfür daha savurdu içinden. Delimi ne diye sessizce düşündü. Keskin bir firen yaparak pavyonun önünde durdu.
_Sabah beşte alırım.
Çiçek hiç seslenmeden taksiden indi. Ayaklarını sürüyerek pavyonun kapısına doğru yöneldi.
Romen kadının sesiyle irkildi.
_ Çiçek gülüm, gülünü almadın.
_Sağ ol abla.
Kırmızı gülü saçlarının arasına tutuşturdu.
Yüzündeki mimiklere çeki düzen verip, beyaz maskesini üzerine geçirdi.
Sarkmış omuzlarını dikleştirip leopar desenli ayakkabılarını tıkırdatıp, kırıtarak pavyonun kapısından içeriye girdi.
SEVİLAY DİLBER