8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
737
Okunma

Bir erkek olarak mutfakta çalışmak zor gelse de, Salih ustanın verdiği her işi yapıyordu. O güne kadar mutfağın o kadar zahmetli çalışma gerektirdiğini bilmiyordu. Bulaşıkla başladığı işinde bir adım daha ilerlemiş ustaya yardım etmeye başlamıştı. Çok titiz çalışan bir aşçıydı. Aslen Bolu’ nun Mengen İlçesinden olan Salih ustanın, yaratılıştan bir yeteneği vardı sanki. Yaratıcılığı sayesinde, bir malzemeden çok farklı yemekler ortaya çıkarıyordu. Türkiye’nin her yerinde çalışmıştı. Güzelbahçe hoşuna gitmişti. Üç yıla yakın bir süredir çalışıyordu. Kış aylarında, bir ay iznini memleketinde geçiriyor, sevdikleriyle hasret gideriyordu. Mengen, aşçı yetiştiren, babadan oğla geçen gelenekselleşmiş bir okul gibiydi. Zira, o yeteneğin ve damak tadının Türkiye’ ye yayılması için iyilik sever İzzet Baysal vakfı tarafından da bir yüksekokul açılmıştı. Salih usta bunları anlatırken duygulanıyor ve İzzet Baysal babayı rahmetle anıyordu. Musa, onu hayranlıkla dinliyor, ara sıra konuşmasına karışan şivesini anlamakta zorluk çekiyordu. Bu devinim, gecenin geç saatlerine kadar sürüyordu. Her gün yeni şeyler öğrenmenin heyecanıyla yorulduğunu fark etmiyordu bile. Gecenin geç saatlerinde, yatağına uzandığında; gün boyu özlemiyle yanıp tutuştuğu Melike’nin hasreti çöküyordu üzerine.
Zorunlu gelişinin üzerinden üç aya yakın bir zaman geçmişti. Babasına söz verdiği gibi onlara ulaşmaya, haberleşmeye çalışmamıştı. Gecenin sessizliğinde, kuş olmayı hayal ediyordu. Bir an bile olsa onun penceresinde durup, yüzünü görmek, kanatlarını çırpmak ve “ Ben buradayım Melike’ m “ diyebilmeyi arzuluyordu. İzmir’ e geldikten sonra ona uzun mektuplar yazıyordu. Her gece uykusu gelse de bunu ihmal etmiyordu. Yazdığı mektupları gönderememenin üzüntüsünü taşıyarak...
Kemal’ in getirdiği bir haber sevindirdi onu. Ortalık sakinleşmişti. Arayacaklarını söylüyordu Kemal. Bir iki gün sonra beklediği telefon geldi. Telefonu eline aldığında, karşısında ona ağıtlar yakan anası, arkasından diğerleriyle görüşmesi rahatlattı Musa’ yı. Kız kardeşi Gülizar ile konuşurken şifreli olarak sorduğu Melike ile ilgili haberleri de almış oldu bu sayede. Sevdiği iyiydi. Onunla bir iki kelime bile konuşmak için dünyaları vermeye hazırdı. Fakat bunu yapamıyordu.En mantıklı şey mektup yazmaktı. Mektubu başka bir isimle gönderecekti. Hatta bir kız ismiyle. O zaman dikkat çekmeyecekti.Melike ile bir araya gelmeleri olanaksızdı aslında. O, kanlılarının kanını taşıyordu.Ölüme davetiye ikiye çıkmıştı.
Mektubu yazdı. İçine de bir miktar para koydu. Ona" gel "demişti. Beni seviyorsan gel. Ölümü göze alıyorsan gel. Geleceğini biliyordu Zarfın üstüne hayali bir isim yazdı. Adres olarak da yandaki restoranı verdikten sonra postaladı. Bu konudan kimseye bahsetmedi. Kemal’ e bile.
Yandaki restorandaki aşçı yamağıyla da yakınlaşmıştı son zamanlarda. Karar veremiyordu bir türlü. Hiç tanımadığı bir insana sırrını açmak doğru muydu? Kemal’ in sözleri aklına geldi. Hiç kimseyle özelini paylaşmamasını söylemişti ilk gün. Mektubu attığı için de pişmanlık duydu. Sevdiği kızı ateşe attığını ancak şimdi idrak edebilmişti. Ok yaydan çıkmıştı bir kez. Geri dönüşü olmayan bir hataydı. Zamana bırakmak en iyisiydi. Üstelik, Melike’ nin gelmesi de imkansızdı. Bir anda, aklına gelen bir ayrıntı, ürpermesine sebep oldu. “ Ya mektup ellerine geçerse? Aman ! Olan oldu zaten. Ah Musa ah ! Hislerine mani olamıyorsun bir türlü. Sevdiğinden tek ayrı kalan sen miydin? Bekleyemedin yine. “ kendi kendine kızdı. Sonraki günlerde içinde bulunduğu sıkıntılı durum yüzüne yansımıştı. Fazla konuşmuyor sadece konuşulanları dinliyordu. Bu durum, Kemal’ in de dikkatini çekmişti. Mutfağa geldi ve onu dışarıya çağırdı.
- Musa, canın bir şeye mi sıkkın senin?
- Yok ağabey !
- Var bir şey, ben anlarım. Anlat bakalım. Seni dinliyorum. Seni izliyorum. Çözemediğin bir sorunun var.
- Ağabey, bana kızma ama ! Ben, aptalım. Benim köyde sevdiğim bir kız vardı. Hem de kanlılarımızın sülalesinden. Onun hasretine dayanamadım ve mektup gönderdim. Başka bir isimle. Ona gel dedim. Önünü arkasını düşünmeden, hislerimle hareket ettim. Attıktan sonra anladım hatamı fakat geri dönüşü yok artık. Mektup onların eline geçerse beni hemen bulacaklar. O gelmeye kalkarsa da, ortalık birbirine karışacak. Kan davasını ateşleyecek ikinci bir neden. Çok kızıyorum kendime şu an.
- Kızmayacak gibi değil Musa ! Çok kızdım. Fakat kızmakla bir sonuç alamayız. Nerenin adresini verdin?
- Yandaki restoranın.
- Tamam sen onu bana bırak. Yakın arkadaşımdır. Neyse Allah vere de, kız gelmese. Yoksa halimiz harap.
- Özür dilerim Kemal ağabey.
- Tamam olmuş bir hata. Hadi işinin başına dön. Düşünmeyi de bırak artık. Zamana bırakalım her şeyi.
- Tamam ağabey.
Kemal ile paylaşmak onu biraz rahatlatmıştı. Her şeyi zamana bırakmak en doğrusuydu.
Melike, adına gelen mektubu şans eseri Muhtarlığın önünden geçerken aldı. Zarfın üstündeki isme baktı. Düşündü. Öyle bir ismi tanımadığına emindi.Mektubu,etekliğinin lastiğine sıkıştırdı. Okumak için sabırsızlanıyordu.Üstelik, üzerindeki damgada İzmir yazısını gördüğünde, merakı bir kat daha arttı. Ağzından “ Musa… “ kelimesi döküldü sessizce. Koşar adımlarla eve gitti. Odasına girdikten sonra kapının arkasında mektubu açtı. Açtığı anda, yanılmadığını anladı. O yazmıştı. “ Gel “ kelimesini okuyunca, yüreği cız etti. İmkânsız bir istekti bu. Üstelik, ortam daha yeni yumuşamışken, ölüme yürümekti. Günlerdir, köy halkı Musa’ nın ortadan kayboluşunu konuşurken…Gidişinin ardından yenice toparlanmıştı. Mektubu okuduktan sonra onu saklayacağı güvenli bir yer aradı. Aklına, odasındaki baca deliği geldi. İçindeki parayı da yatağının altına sakladı. Mektubu deliğe yerleştirdi. Kapağı kapattı. Neşesi yerine gelmişti. Mantığı kabul etmese de, ondan haber almak mutlu etmişti. Karar vermekte acele etmeyecekti...
DEVAM EDECEK...