11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1051
Okunma
Bazen istemesem de, pazarların elemanıydım artık…Bu bir gerçekti.Kurtuluşum yoktu.Neden mi? Emekli maaşı ile koca metropolde çocuklarını okutmaya çalışan bir insanın ne derece zorluklarla karşılaşacağını, düşünün bir kez.Kafanızda gerçekçi tahliller yaptığınızda işte o zaman bana hak vereceğinize şimdiden inanıyorum.
Her türlü insanla karşılaşmaya razı olacak,onların yalan yanlış anlattıkları yaşam öykülerini dinleyecektim.Gözlerimi kapamanın imkanı yoktu.Ama bundan sonra, pazardaki yaşamları;benimkinden farksız olacaktı.Her ne kadar;
“Pazara gelmeden önce, şöyle tüccardım,böyle öğretmendim, hızlı polistim,dürüst memurdum” deseler de; artık peruk düşmüş,kel görünmüştü.Onların da tek sıfatları vardı artık:
“pazarcı”
Bundan sonra pazarın kurallarına uymak zorunda kalacak olan kuzu gibi “pazarcıydılar” ne yazık ki! Mafyayı görünce tırsacaklar; ne polislikleri,ne memurlukları ne de ahım şahım tüccarlıkları kalacaktı.
Hatta ileriki zamanlar da; mafyanın,kendilerine yönelik:
“ Ulan hortumcu tüccar bozuntusu!” diye kinayeli sözleri karşısında bile tepkisiz kalacaklardı.
Kendimi tiyatro oyuncusu gibi görmeye başlamıştım. Her rolün hakkını vermek zorundaydım sanki.Her pazara gelen bir insan ayrı bir rol oynuyordu karşımda.Sahnede her yapılan rolün, seyirci sıralarında oturan değişmeyen takipçisiydim,Kendimi öyle görüyordum.
Kamber!
Pazarlarda eşiyle birlikte görünmeye başladı.Yaşı,altmışa yanaşmış,kendisini Kadir İnanır tipinde gören biri…
Doğru düzgün Pazar çadırı bile yok.Yedi metrelik çadırımın yarısını geçici olarak ona tahsis ettim.Hanımı Nuray abla(Geçen yıl şeker komasından vefat etti) ile birlikte benim hanım arkadaş oldular ister istemez.Pazarlar da “pazarcı bayan’ların” yan yan olmaları çoğunlukla gerekli.
Kamber Bey,çok geçmeden bol keseden atmaya başladı. “Şöyle tüccardım ;böyle marketim vardı,falan filan “ diye.Hatta otobüs şirketi bile olduğunu söylüyordu.Sonra nasıl olduysa bir oyuna gelip,iflas bayrağını çekmiş ve pazarlara çıkmak zorunda kalmış.Üç dört tane kendine ait evi varken şimdi ise kiraya çıkmak zorunda kalmışlar,iflastan dolayı.
Üstüne üstlük, kalpten de ameliyatlıydı.Söylemesi ayıp bazı şeylerine yardımcı olmaya çalışıyordum. Arkadaşlığımız devam etmeye başladı,ister istemez.
Zabıtalar,
“Kamber ağabey, nasılsın?” diye hal hatır soruyorlardı.
Zabıtaların birine gizlice sordum:
- Bu arkadaş,gerçekten tüccar mıydı,pazarlara gelmeden önce?
- Evet ya! Yeni mahallede ana caddede büyük marketi vardı.Sonra ne oldu bilmiyorum,bu hale düştü işte.
Kamber Bey, ileriki zamanlarda marketinde yapmış olduğu üç kağıtçılık işlerini anlatmaya başladı.Dili çözüldü.Gerçekleri saklayamıyor,sahtekarlıklarını çorap söküğü gibi önüme seriyordu:
“ Dana kıymanın içerisine tavuk etini karıştırıp,karşısındaki marketten üç lira ucuza satmaya çalıştığını ,falan filan...”
Zaman ilerlemiş olmasına rağmen, Kamber Bey,iş yapmakta zorlanıyordu.Bir kaç kez mal almaya gittiğimizde hiçbir şeyden anlamadığını anladım.Ama yine de mangalda kül bırakmıyor;”fırsatım olsa bir anda kendimi toparlarım” diyordu.
“Nasıl?” diye sorduğumda;
Mesela on bin Tl.var farz et.Toptancıdan bu parayla elli binTl.lik mal kaldırırım.Ödemesini de uzun vadeye yayarım diyor, “ ah bir güvenebileceğim biriyle ortak olsam” diye mızmızlanıyordu.Yaptığı rolü ve içindeki şeytanlığı hemen sezdim.Beni ortak yapmak istiyordu,cebinde beş kuruş parası olmadığı halde.Tabi sermaye benden olacak,senetleri bana imzalatacak,kendisi de kara ortak olacaktı.
Sadece dinliyordum. O ise yine mangalda kül bırakmıyordu.
Evin kirasını, suyun,elektriğin parasını vermekte zorlandığını ileri sürüp;ara sıra borç para istiyordu.İlk zamanlar veriyordum ama sonradan temkinli olmaya başlamıştım.Para,geri dönmüyordu çünkü.
Bir gün hanımı Nuray abla,
- Ayhan ağabey, ne olursun;Mazda minibüsünü parti malıyla doldurup Ankara dışındaki pazarlara gidin,çok paraya ihtiyacımız var,diye ısrar etti.
Karşımda parti malı satan Mehmet abiden bin parça tekstil malı aldım, minibüse doldurdum.Parça başında bir lira karla satıp bin lira karımız olacak,sonunda ikiye üleşecektik.
Neyse fazla uzatmayayım. Çankırı ve Kastamonu’nun pazarlarını dolaşmaya başladık, Kamber Bey’le. Arabada yatıp kalkıyoruz. Önceleri;fazla masrafımız olmasın diye zeytin,peynir ekmekle idare etmeye çalışınca,Kamber Bey;
- Ya Ayhan,esir gibi katık ekmeğe mi talim edeceğiz.
- Ne yiyecektik peki.Rakı,pirzola mı?
Ağzının suyu aktı.Eşinin sızlanmasını çoktan unutmuştu.
- Evet öyle olsa iyi olur, Demez mi.
Benim için hava hoştu. Dört gün boyunca pazarlardan tezgahı topladıktan sonra pirzola rakıya devam ettik.Kamber Bey için özlemini duyduğu bir yaşam tarzıydı sanki bol bol harcamak,sorumsuzca. Kafayı buldukça; geçmiş yaşamından anlatmaya devam ediyordu. Beni esir almıştı sanki.Nihayet Kamber Bey’in gerçek yüzünü anlamıştım.Nasıl bir sahtekar tüccar olduğunu ve her önüne geleni nasıl çarptığını.Yalanın haddi hesabı yoktu…
İşin sonunda geriye kalan malı saydım.Harcamalarımızı toplayıp ikiye böldüm;karımız yoktu.
Bana, “Yanlış hesap yaptın, senin bazen kafan gerçekten ticarete basmıyor”
- Peki, sen hesapla ,dedim.
Biraz sonra adam başı yüzer lira kar çıkarmaz mı!.
Eşi Nuray abla gözlerimin önüne geldi:
“Çok dardayız ağabey!”
Eşinin bu sızlanmasına karşılık ;
"hayali kara"
gözlerimi kapattım.
…ve pazarlarıma tekrar döndüm. Daha ne insanlar var sırada,anlatacağım!...
Not:Klavyem bozuk olduğu için "a " harfinin üzerine inceltme işareti koyamıyorum.
DEVAM EDECEK.