15
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
2620
Okunma
Gel otur karşıma, anlatacaklarım var sana. Hadi yaslan şöyle bir güzel arkana...
Adını sen koy anlatacaklarımın?!
İster hikaye de, ister söyleşi...
İstersen; hayat denilen okyanusun içindeki bir damlanın öyküsü de!
Seçim senin...
Evvel zaman içinde, ülkemizin tam orta şehrinde bir kadın yaşarmış.
İşte anlatacaklarım; o kadının hayat hikayesi.
Fakat, başlamadan önce, en başında rica ediyorum senden!
İki seçenekten birini hemen şu an seç, uygula lütfen. Şimdi bunun kararını vermelisin!
- Amaan sende! Bana ne elalemin kadınından, ne hali varsa görsün! diyorsan;
Hiç başlama dinlemeye. Hemen şimdi, şu anda dönüp arkanı git... Hiç kızmam, gönül koymam sana.
- Ama dersen ki: Gitmiyorum! Dinleyeceğim!
O zaman da; al hadi dumanı üstünde çayını eline, yavaş yavaş yudumlarken o da eşlik etsin sonuna kadar bize.
Zira; uzunca anlatacağım bir hikaye bu.
Durmalı ve sormalıyım ama burda? Hadi sen söyle bana! Hangi hayat, hangi hayat öyküsü kısa olabilir ki zaten? Kocaman bir yaşam, kısacık sözlere sığdırılıp nasıl anlatılabilir ki?
Evet... Başlayayım.
Anlatır ya hani büyükler! İç sızlatan, yürekleri dağlayan, bazen de damardan sözlerle abartılarak bahsedilen acılı ’Küçük Emrah’ misali yaşam öykülerini. Yokluk, sefalet, sıkıntı, huzursuzluk, mutsuzluk içinde geçmiş çocuklukları... Doğrusu; hiçte öyle olmamış onun çocukluğu. Bir eli yağda, öbür eli balda olmasa da, memuriyetten gelme olan babası, darlık içinde hiç yaşatmamış onları.
Büyümeye başlamış zaman geçtikçe... Geçmiş yıllar farkına varmadan. Vakti gelince başlamış okul hayatının ilkine. Pek severmiş ilk öğretmeni Melahat Hanım’ı. Sadece öğretmen değil, babasından sonra; hayatı öğreten rehber insan olmuş yaşamında. Emeklerken okul hayatında, herkesten önce okuyup, yazmayı öğrenmiş bizim çocuk.
Derken... Gelmiş okulun orta çağına.
O yıllarda ilk-orta bölümü birleşmemiş daha. Ayrı ayrı okunurmuş. Artık çocukluktan yavaş yavaş çıkmaya başlayıp genç kız olma yolunda olan kızımızın pekişmiş o dönemlerinde okuma aşkı. Buna etken olan edebiyat dersi hocasını da unutmadan söylemeliyim sana. O çağlarda çoğunun, çoğumuzun yaşadığı platonik denilenlerden aşklar vardır ya hani; onun da başına gelmiş. Öğretmenin gözüne girme sevdasına, düşer olmuş hepten edebiyata. Okul bitince edebiyat aşkı bitmemiş olsa da veda etmiş platonik aşkına.
Sonra kavak yellerinin estiği yaşlara gelmiş.
Eserken başında, o da başlamış lise hayatına. Neden, niye bilinmez, peşinde koşan delikanlılar çok olmuş o yıllarda. Lakin genç kızımız kimseyi kolayına beğenmezmiş. Terslemiş elin tersiyle birçok kişiyi. Çünkü; onun gözünde dostluk, dost, arkadaş kavramı, sonraki yıllarında da olduğu gibi hep ön plandaymış.
O senelerde; şimdiki gibi teknik, bilgisayar, cep telefonu denilenler yoktu.
Sen bilmezsin! Yetişemedin o yıllara. Göremedin maalesef...
Ahh bilsen! Renkli sayfalara yazılan mektuplar vardı o zamanlar. İçine çiçekler konulur, kurutulurdu. Sevgili açınca görsün, kokusu yüreğine ulaşsın diye. Yazılan her sayfaya ya da mısrasına göz yaşı eşlik ederdi.
Telefonun ’bip bip’ seslerinde olmazdı sevgi sözcükleri.
Taa gözünün içine bakılırdı. Elini tutmaya utanılırken, bakınca yüzüne yanaklar al al olurdu. Sevdalını görünce köşe başında, yerinden çıkıverecekmiş gibi olurdu kalpler.
Öyle yürekten, öylesi özden yaşanırdı sevgiler, sevmeler, sevdalar.
Heyhat! Şimdi nerde!? Hani nerde o mektuplar, öyle sevdalar, sevmeler, sevilmeler?
Sanki tıpkı geçen yıllar gibi, onlar da geçen yılların geçmişinde kalıp eskidiler mi yoksa her biri? Geçmiş denilenin içinde hepsi birer birer kaybolup gittiler... Gittiler mi hı? Gittiler mi yoksa?!
Neyse... Devam edelim, dönelim biz kızımıza...
İşte bu kızımız sınıfın mektup yazıcısıymış aynı zamanda. Kim kime, nereye mektup yazacaksa ona yazdırırmış. Başkaları için yazdığı mektupların içine, kendinden bir şeyler de karalamaya başlamış. Yazdığı mektuplar böyle olunca, daha da çok beğenilmeye başlamış. Arkadaşları hepten ona yazdırır olmuş. Ve işte böyle başlamış şiir sevdası. Kavak yelleri başında eserken de; yaşıtları diskolarda gezerken o ve edindiği birkaç arkadaşı, nerde hangi sergi açılmış, hangi stad da maç var, hangi film vizyona girmiş, hangi oyun nerde sahneleniyor onların takibindelermiş.
Bu yıllarda, lise hayatında sadece edebiyata değil, resme de yatkınlığı varmış. En çok da yağlı boya ile yapılan resimler hoşuna gidermiş. Gidince bir sergiye, ayrılmazmış kolayına bir tablonun önünden. İnceler, inceler dururmuş. Burda hangi derinlik var, neyi anlatmaya çalışmış ressam diye düşünür, kafa yorarmış. Deneyip, yapmış bir kaç kez kendisi de. Hatta çok beğenilip okul yarışmalarında seçilmiş resimleri. Okul hayatı bitince, devamı gelmeyip o yıllarda kalmış bu merak ve ilgisi.
Sonra... Lise bitmeye yakın üniversite düşleri başlamış. Telaşlı yıllar tabi o yıllar. Koşu yolu. Okul hayatında ne en önde giden, ne de sonda kalan olmuş. Hep ortalardaymış. Tıpkı sonraki hayatında da olduğu gibi.
Lise bitince en büyük ideali herhangi bir üniversite değil, hukuk fakültesine girmekmiş. Haksızlığa gelemeyen, haklıya haklı, haksıza haksız diyen doğrucu davut olma karakteri yüzünden avukat olmayı pek istermiş. En çok istediği ve en sevdiği meslekmiş avukatlık. Katılmış sınava, lakin istediği fakülteye girecek puanı alamamış. Arzusu dışında bir başka üniversiteyi tutturmuş. Bu üniversite yaşadığı şehrin dışındaymış. Ve o dönemler sağ-sol kavgalarının en yoğun olduğu zamanlardı. Babası bu sebeple bir başka şehirde okumasına rıza göstermemiş. Sen bilmezsin bu ...’izmleri, anlamazsın bu ...’izimcileri; gözümün önünde olmazsan ben yatağımda, burda gönlüm rahat uyuyamam. Gözüm, aklım hep sende kalır. Hayır gitme, gönderemem demiş. Atadır büyüktür sözünden çıkılmaz, öyle görmüş, öyle yetişmiş ve kabullenmiş. Naçar kalmış ve gidememiş. Seneye, seneye derken olmamış. Lakin, ömrü boyunca da gidemediği o başka şehrin, o üniversitesinde aklı kalmış. Belki de İzmir şehrini hep bu yüzden sevmiş, kazanıp gidemediği okulun şehri İzmir diye. Kimbilir!...
Devam edeyim mi ne dersin? Sıkılıp, yoruldun mu dinlemekten?
Hayır yorulmadım, devam et dediğini duyar, sanki hisseder gibiyim... Öyle mi?
Öyle diyorsun madem. Hadi devam o zaman...
Günler, günleri kovalamış...
Kızımız; memuriyet sınavlarını takip eder olmuş. Kazanmış bir çoğunu. Ama ne hikmetse elenmiş mülakatlarında. Hayat denilen biraz tesadüflerden biraz da kader, kısmetten ibaret değil mi ne dersin? Aslında biliyormuş sebebini. Arkasızlıktan, daha açık deyimiyle torpili olmadığından mülakatlarda elendiğini. Kısmet dedik ya, kısmetten öte yol yokmuş. Yiyip, içecek varmış demek, girdiği bir sınavın mülakatında elenmemiş. Böylece başlamış iş hayatı. Atılmış o da iş hayatına, başkaları gibi ekmek kavgasına.
Hani o gençliğinde kimseyi beğenmeyen kızımızın çalışırken, karşısına çıkınca bir yağız delikanlı tutuluvermiş dili. Bağlanmış basiret denileni. Arkadaşlıkla başlamış sevda öyküleri. Dostluğa dönüşmüş sonra. Farkında bile olmadan sevgili olmuşlar. Bir de bakmış ki sonrasında hayat arkadaşlığına dönüşüp, kaderi olmuşlar birbirlerinin. Birbirlerine olan sevdaları dünya tatlısı iki yavruyla daha da pekişmiş.
Hiç geçmeyecek sanılan günler, aylar göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş. Yıllar, yılları kovalamış...
Fakat geçen yıllar içinde; bitmemiş o kadının ne edebiyat sevgisi ne de üniversite okuma isteği. Çocuklarıyla beraber o da yeniden okumuş adeta. İstediği okul olmasa da, yıllar sonra bitirmiş üniversiteyi. İşyerinde de ağır ama emin adımlarla merdivenleri çıkar olmuş bu arada. Tüm çevresinde sevilmiş daha da çok saymışlar bu kadını. İtibar etmişler sözüne, güvenmişler. Doğru bildiğini yapmaktan, doğru sözü söylemekten ve çalışmaktan, işten kaçmayan yönüyle de tutmuş başındaki amirleri. Yükselmiş yavaş yavaş. En büyük başlardan olmasa da girdiği kamu kuruluşunda idare birimi kadrosunda, idareci olarak görev yapıyor şimdi.
Sonra... Bir gün düşünmüş kendi kendine! Neden insan sevdiği hobileri yapmasın ve paylaşmasın? Ömür denilen ne ki? Nerde bitecek belli mi ki? Yapmalı insan demiş.
Ve.. Bu duygu düşünceler içindeyken; tanımadığı ama hayatın içine giren teknolojiye, internet denilene alışmaya çalışırken üye olmuş bir siteye. İşten arta kalan zamanlarında, üye olduğu o sitede hikayeler yazmaya başlamış. Yazdıkça yazmış, okunduğu gördükçe de şevki artmış, hepten kamçılanmış. Daha çok hikaye, hayata dair yazılar yazar olmuş. Bir süre sonra; sembol olarak olmuş olsa da o sitenin asli yazarları arasına girmiş. Ödüllendirilmiş manevi anlamda. Bu daha da bir okşamış ruhunu.
Fakat... Geçen günlerde, işyerindeki işlerin hacmi büyüdükçe, giremez olmuş siteye. Devam edemez olmuş bu hikayelere. İstemeyerek olsa da son bulmuş, anılarında kalmış, küllenip gitmiş bu yazarlık hikayesi.
Sorsan sitenin adını, onu bile unutup gitmiş şimdi...
Gel zaman, git zaman derken, bir gün; bir dost tavsiye etmiş bir şiir sitesini. Oldum olası okuyan, şiire, edebiyata, yazmaya sevdası bitmeyen biri olduğundan bir göreyim niyetiyle katılmış bu siteye.
Önceleri, sessiz izleyici olmuş. Sadece okuyormuş şiir ve yazıları.
Lakin bir süre sonra, biraz da serde var olan nesircilik tutkusuyla, suskun kalamayıp yayınlanan şiirlere yorumlar yazmaya başlamış. Dalmış mısralara, daldıkça çıkamamış. Çıkamadıkça, dalmışta dalmış...
Sonra... Kendince yazmaya çalıştığı şiirleri, adına şiir bile denir mi bilmeden, iddiasız, sadece okuma, yazma sevdasıyla paylaşmaya başlamış.
Kurgu senaryo bilmeksizin, hayata dair, hayatın içinden, hayata bakışından kalemine dökülür olmuş yüreği...
Sonrası mı?
Şimdi mi?
Hayata, hayatın içinde yaşanmış, yaşanmamışlıklara, değer denilen değersizliklere, toplumda tüketilip, tükenmişliklere, ölümün soğuk yüzünü çok kez yaşayıp yüreği yaralı olsa da, hayatın getirip, götürdüklerine hepsine herşeye rağmen, tümüne direnip, inatla; bardağın boş değil dolu tarafını görmeye çalışarak ve en önemlisi de büyüyüp, kocaman bir kadın olmuş olsa da, içindeki çocuğu hiç büyütmeden yaşıyor şimdi o.
Daha sonrası mı?
Sonrasını ne sen bilirsin, ne de ben...
Hayat denilenin ne getirip, götüreceğini kim biliyor ki zaten?
Bir gün bir yerlerde adına yaşamak denilene bir nokta konulacak. Dünya ve dünyalıklar geride kalacak.
Bu hayattan yanımızda götüreceğimiz ise, yaşadığımız kainattan derlediğimiz manalar olacak.
Dünya denilen bir kitap. O kitaptan, aklımıza, kalbimize devşirdiğimiz anlamları alıp, kitabı sürekli yanımızda taşımamız mümkün olmadığına göre; bizler için önemli olan o kitaptan kendimize kazandırdığımız manalardır sadece.
Ve...
Sonunda; herkesin, hepimizin gerisinde kalacak olan; baki olan gök kubbede bir hoş seda değil mi?
Hepsi, hepsi bu! Bu kadar işte...
Teşekkür ederim dinlediğin için.
10.0
100% (3)
9.0
50% (1)
5.0
100% (2)