5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1126
Okunma
Güzelliği göz alıcıydı Hediye’nin. Gözlerine yapışıp kalmış tebessümü tamamlayan gamzeleri vardı yanaklarında. saçları eşarbının altından kayıp alnına döküldüğünde bir başka oluyordu. Delikanlılar ona sevda olmaktan korkarlar,güzelliğinden bahsedilince "Allah sahibine bağışlasın" derlerdi usulca.
Bir tek İbrahim hariç.O daima "Allah bana nasip etsin" der gülerdi her defasında.
Hediye de İbrahim adını duyunca "Çok iyi bir çocuk" der fazla uzatmazdı dedikodu olmasın diye.
Bir bayram sabahı adet olduğu üzre köyün delikanlıları ev ev dolaşıp bayramlaşırken yaşlıları,Hediye’nin evine gittikerlinde İbrahim gözlerinin derinlerinden göstermişti yüreğindeki tutkuyu "Bayramınız mübarek olsun" derken.
Sadece gülmüştü Hediye,"sizin de " derken elini uzatmamış,olduğu yerde donup kalmıştı.
O günden sonra köyün en becerikli çöpçatanı Zahide aralarında çaşıtlık yapmaya başlamıştı.
Her güzel haberden sonra İbrahim Zahide’ye bir eteklik basma,bir yazma veya incik boncuk ile karşılık verir , o da aldığı bu göz alıcı hediyelerin hakkını verebilmek için daha güzel,en güzel haberleri ulaştırmak için kızın ağzını arar,bulmadıklarını uydurur delikanlıya iletirdi.
Bu ödüllerin yerine bir zaman sonra avuç dolusu bozuk para alınca Zahide çaşıtlığı daha büyük bir hevesle yapmaya başladı.
Her haberin nihayetinde avucunun dolması onu yalanlarının kazançlı ve ileride büyük acılara sebep olacak uçurumuna itmişti.
İbrahim gelen haberlerin sebeo olduğu pembe hülyalarıyla kendi kendine kurduğu dünyada aşkını besliyor büyütüyordu.
İki yıl Zahidenin getirdiği bazen sahi çoğu zaman uydurulmuş sevda sözcüklerini, işlemeli mendilleri koklayarak geçirdi.
Tam iki yıl tamamlanınca aşk dolu haberlerle,İbrahim çaşıtının eline kağıt paralar dökmeye başladı.
Kağıt paralar zahidenin sütyeninde şiştikçe,getirdiği yalanların uzunluğu,vaadleri de artıyor,delikanlıyı derin ve sonu görünmeyen büyük bir aşk çukurunun içerisine doğru çekiyordu.Zahide memnun,İbrahim mutluydu. Hediye kendisini sık sık ziyarete gelen komşu kadının kulağına fısıldadığı sevda kokulu sözlerin tesiriyle her geçen gün bir sarmaşık gibi hızla büyüyüp ruhunu saran aşkın tutkulu büyüsüne kapılmıştı.
İbrahim de sabahlara kadar bir o yana bir bu yana döndüğü,uykusunu yiyip bitiren yatağında sadece sevdiği kızın kollarında olduğu günün saadetiyle yanıp tutuşuyordu.
Bir kaç ay daha geçmişti ki İbrahim Zahide’nin elini kağıt paralarla doldurup, Hediye’yi babasından istemek için ailesinin münasip bir tarihte evlerine misafir olacağını müjdesini iletmesini istedi.
Zahide ertesi günü İbrahim’in yanına geldiğinde yüzündeki ifadeden kız tarafında büyük bir mesele olduğu anlaşılıyordu.zahide konuyu aceleyle açıp,kızın babasının böyle bir evliliğe yanaşmayacağını,güzeller güzeli kızını yakın bir akrabasına vereceğini söyledi.
Omuzlarına tonlarca yük binmiş gibi bir anda çöken İbrahim kendisine aşık kadının ellerine yapışıp saatlerce ağladı.Bir çıkar yol olmalıydı,bir hal çaresi bulunmalıydı.
Zahide İbrahimin çocuk gibi ağlamasına daha fazla dayanamadı ve :
" Kaçır" dedi.
"Nasıl Zahide abla,gelir mi benimle?" diye sordu İbrahim.
Zahide kızın delikanlıya olan aşkı bildiğinden "Gelir tabii" dedi.
"Ben kız ile konuşayım,sen de hazırlıklarını yap" dedi ve oradan uzaklaştı.
Bir kaç gün sonra köyün yaşlı çeşmesinde kararlaştırdıkları saatte buluştular Zahide ve İbrahim.
İbrahim heyecandan bayılacak halde ,ellerini ovuşturarak çaşıtının söylediklerini tekrarlıyor ,bir yanlış anlama olduğu zaman tekrar soruyor, bazen gülüyor,bazen de kara kara düşüncelere dalıyordu.
Zahide " Yarın akşam gece yarısında seni bekleyecek,yanına bir kaç kişi al,ne olur ne olmaz" dedi.
Hediye’nin babası ertesi gün alış veriş için ilçeye inecekti.Fakat o gün odun keserken baltayı ayağına kaçırmış, az da olsa yürüyemeyecek vaziyette kesmişti ayağını.
Fakat İbrahimin bu olaydan habeerş yoktu.Hediye’nin de İbrahimin gece yarısı geleceğinden.
Gece yarısı olduğunda amcası oğlu ile ay’ın karanlık yolları kısmen aydınlattığı,bulutların arkasına girdiğinde her yanın kaybolduğu bir zamanda sevdiğinin evine girdi üç delikanlı.
Babası ateşliğin başında oturmuş ,yaralı ayağını bir sandalyeye uzatmış halde uyuyor,Hediye bir kenarda elinde şişlerle çorap örüyordu.
Üç gencin içeri girdiğini gören Hediye elindeki şileri yere düşürdü,ayağa kalktı ve öylece dondu kaldı.
İbrahim kısık sesle "Hediye hzır değilmisin?" diye sordu.hediye ’den çıt çımıyordu.Sadece boşluğa odaklanan gözlerinden ateşliğe düşen bakışlarından enide fışkırıyordu adeta.
"Git" diyebildi İbrahim’e,"çabuk git,babam uyanmadan".
O sırada ateşliğin başında uzanan babası uyandı ve iki genç ile göz göze geldi.
"Siz ne arasınız burada,defolun !" diye haykırınca,İbrahim belindeki tabancayı çekip adama doğrulttu.
"Vallahi billahi Hediye’yi almadan gitmem" diye bağırdı İbrahim.
Silahını havada sallıyor ve Hediye’ye "hadisene ,ne söz vermiştin,kalk artık1"diye bağırıdı.
Hediye "ben hiç de gelmiyorum,hiç de söz vermedim" dedi bakışlarını yered üşürerek.
İbrahim silahı hediye’ye çevirdi ve "ben ölürüm de seni almadan gitmem" diye bağırdı.
tam o sırada yaralı ayağını uzattığı sandalyeden indiren adamın eline aldığı sopa ile üzerine geldiğini görünce İbrahim,heyecanla geriye doğru attı vücudunu ve ayağı takıldı sendeledi.
Bir anda silah patladı.
Kurşun köşede asılı bakır hamurluktan sekti ve "ciyvvv" diye ses çıkararak hediye’nin alnına isabet etti.
Hediye geriye doğru iki adım attı.Düşmedi.Yüzünde beliren hafif tebessüm yanağının iki tarafındaki gamzelerini uyandırdı. Bu İbrahimin yüreğinin gömülü olduğu iki çukurun son görüntüsüydü.
İki gamze bir anda solmaya ve kaybolmaya başladı.
İki gamze mührün olduğu yer kan ile doldu.
Ve Hediye sırt üstü yere düştü,hiç ses çıkarmadan boylu boyunca uzandı.Yüzü kan içerisinde uyuyordu adeta.
Amcası oğlu İbrahim’i kolundan yakalayıp çeke çeke dışarıya attı ve karanlıkta kayboldular.
Bir yıl sonra İbrahim yakalandı.
Bir yıl sonra İbrahimin anası değirmende ölü bulundu.
Bir yıl sonra Hediye’nin mezarı üste giden Zahide hem ağlıyor hem saçlarını yolup "Ben sebep oldum,ben sebep oldum,yalan söyledim ,ben yalan söyledim" deyip dövünüyordu.