7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
987
Okunma

İçinde bulunduğumuz sitenin yaş ortalamasını bilmiyorum. Ben, elli bir yaşımdayım.
Türkiye siyasi tarihinin öyle dönemleri var ki pek çok insan, o dönemlerde yaşananları sadece kitaplardan, veri sağlayan kaynaklardan öğrenme şansına sahipler. Başka da şansları yok zaten. Ama ben ve ben gibi pek çok kişi de o dönemleri yaşadık. Yaşananlarla, anlatılanlar arasında dağlar kadar fark var.
Kendimi ve etrafımda olanları bilme zamanım olarak orta okul dönemimi baz alacağım.
…/…
Bir sabah okula gitmek üzere kalkmıştık, ablam ve annemle birlikte. Mutfağımızdaki küçük radyo, her zaman ki gibi açıktı. Annem, bizden önce kalkar ve kahvaltımızı hazır ederdi, her zaman. Kalktığı andan itibaren de radyo açılır, akşam yatıncaya kadar kapanmazdı.
O yıllarda, televizyon hayatımıza hakim değildi. Televizyon evimize geldiğinde, ben orta birinci sınıftaydım. Sadece Yunan televizyonunu izliyorduk. Siyah – beyaz. Türkiye’nin yayını son derece kısıtlı zaman dilimi içindeydi. Özel bir okulda okumama rağmen, sınıfımızda, evine televizyon gelen ikinci öğrenciydim.
O sabaha geri dönelim. O sabah, 1972 yılının 6 Mayıs sabahı Deniz Gezmiş’in ölüm haberini verdi radyo.
O sabah, ben on üç yaşımdaydım.
Annem ve ablamla paylaştığım mutfakta hayat durmuştu, o sabah.
…/…
Bir çocuk büyürken, yaşam hakkında ki tüm öğretilerini ailesinden alır. Doğruyu, yanlışı ailesinden öğrenir. Ve çocuk, hayatının ilk dönemlerinde, ailesinin siyasi görüşlerini benimser. Sonra, kendi yolundan yürür, kendi seçimini yaşar. Benim özgür yürüyüşüm sonunda geldiğim yol, ailemle ortak yolumuzdu.
…/…
Benim baba dedem, Muzaffer Akpınar, TBMM ilk dönem Körfez CHP milletvekillerindenmiş. Sonraları parti müfettişliği de yapmış.
…/…
1959 yılının Ekim ayında Edremit’te doğmuşum. İlkokul ikinci sınıfın sonuna kadar da Edremit’in deniz beldesi olan Akçay’da büyüdüm. Birinci sınıfı Akçay’da okudum. İki dersliğimiz vardı. Birinde birler, ikiler, üçler, dörtler ders yapardık. Her sınıf için ayrılmış birer sıra dizisi vardı. Beşler, ayrı sınıfta ders görürlerdi. İkinci sınıfı, Edremit’te okudum.
En iyi arkadaşım balıkçı Nazmi’nin kızıydı. Maddi durumun neydi? Diye sormayın. Bilemem. Çünkü maddiyat, para hiç konuşulmazdı. Ayıptı. Gereksizdi. Çünkü insanlar, maddi güçlerine göre sınıflanmazlardı.
Biz, anneannem ve babaannem ile birlikte yaşardık. Yan komşumuza hala ve enişte diye seslenirdik. Benim dedemle, onların babaları birlikte esir düşmüşler. Kurtuluş Savaşı zamanında. Eniştem anneme “ Aslan’ın gelini “ derdi. Aslan, dedem di.
Çocukluğumda, etrafımda ki herkes, Kurtuluş Savaşı’na bir şekilde katılmış kişilerdi. Ve sonrasında Cumhuriyet’in kuruluşuna, bölgelerinde, dahil olmuşlardı.
Benim yaşadığım yerde insanlar, birbirlerine saygılıydılar. Çocuktum ama çok net hatırlıyorum; kimse yaşam şekli ile yargılanmazdı.
Sonraları, bu günlerde çokça, o günleri çok düşündüm / düşünüyorum. Neden insanlar birbirlerini yargılamazlardı? O günler, bu günler gibi de değildi. Ülke, siyasi açıdan, henüz rayına oturmamıştı. Kimse, kimsenin giyimine, kuşamına bakmazdı. Dış değildi önemli olan. İç ti. Kafaların içiydi. O dönemlerde insanlar, sadece ülkenin geleceği ile ilgilenirlerdi. Gerisi teferruattı.
Ülkemin dini İslam’dı. Tıpkı bugün gibi. Ama İslamiyet; tartışılmazdı, yargılanmazdı, sorgulanmazdı. Hepimiz Müslüman’dık. Konu o noktada kapanırdı, biterdi. Giydin mi, çıkarttın mı, açtın mı, örttün mü? Bunlar hayatımızda yoktu. Birileri var deseler de ki; diyen olmadı, güler geçerdik herhalde “ Salak mısın? “ diye.
…/…
Ben, Lise’yi bitirdim. Üniversite sınavlarına girdim ve ailemin isteği üzerine Eğitim Enstitüsü İngilizce Bölümü’ne başladım. 1976 yılı. Benim imtihanlara girdiğim yıl, sınav sorularının, bir siyasi grup ( onlar kendilerini bilirler ) tarafından çalındığı açıklandı. İzmir Buca Eğitim Enstitüsü olarak, on bin kişilik, bir yürüyüş organize edildi. Bizler, bu yürüyüşe, katılmaya mecbur tutulduk, o siyasi görüş tarafından.
Bu yürüyüşte yaşadıklarımı ayrı bir yazı da anlatırım.
Sonuç? Ankara’dan heyet geldi. Onların huzurunda, bir kez daha, sınava girdik ve kazananlar olarak okumaya başladık.
Okulumuzda ..P ( söyle derseniz söylerim ) hakim di. Okul müdürümüzün ismi: Macit Abi. Şaka değil, gerçek. Soyadı: Abi idi.
Buca Eğitim Enstitüsü’ne yakın bir yerde Mimarlık vardı. Mimarlık, solcuların hakim olduğu bir okuldu. Sık sık taş yağmurlarına maruz kalırdık, onlar tarfından.
Sabah, okulumuza gelirdik. Çok doğal bir şekilde, ana kapıdan, içeri girerdik. “ Küt “ . Ne sesi bu? Ana kapının kapanış sesi. Neden? Bilinmez, siyasi görüş öyle uygun görmüş. Ne zaman açılır? Bilinmez, siyasi görüş ne zaman açılmasını uygun görürse.
Hayda!
Cep telefonu yok, o zamanlar. Ailene haber veremezsin: “Kapılar kapandı, okulda kaldım” diye. Ne olacak? Akşam eve dönüş saatimizi bekleyecekler. Gelmeyince okulu arayıp, durumu öğrenecekler. Ana kapının önüne yığılıp, çocuklarının çıkmasını bekleyecekler. Çocuklarının çıkmasına kim karar verecek? Hakim olan siyasi görüş: ..P
Buca, soğuk olur. İzmir merkezle arasında, hatırı sayılır ısı farkı vardır. Sabah evinden kot pantolon üstünde gömlekle çıkmışsındır. Akşam, Buca’da okulda, kapılar kapanıp da gece bastığında, için titrer. Bölümlere giriş kapatılmıştır. Kantin, kapatılmıştır. Kapalı bir yere sığınamazsın. Sıcak bir çay, alamazsın. İliklerin titrer. Derler ki; “ Cenaze gelecek. Bekleyeceksiniz. “ Allah rahmet eylesin, ismini hiç unutmadım, Cengiz Şen. Açın, bakın. 1976 yılı ..P’li Cengiz Şen. Ne olmuş, nasıl ölmüş? Bilmem. Ama cenazesini beklediğimi biliyorum. Arkadaşlar, birbirimize sokulmuştuk, ısınmak için. Erkek arkadaşlarımız, bizi korumaya çalışıyorlardı. Cenaze geldi. Tekbir getirmek zorunda bırakıldık.
Aramızda dolaşıp izlediler; kimler tekbir getiriyor, kimler susuyor?
Ben, sustum. Tek kelime etmedim. Gözümün içine baktı. Ben de baktım, gözlerimi kaçırmadan. Kaşlarını çattı. Ben de çattım. Kaşını kaldırdı. Ben, iki kaşımı birden kaldırdım. Arkadaşım dürttü. Sessizce “Yapma” dedi. Dirseğini ittim: “ Yapacağım, korkmuyorum “ dedim, sessizce.
Gözlerime baktı. Gözlerine baktım.
Ertesi gün haber geldi: Kara listeye alınmışım.
Ben, kara listeye alınmaya, çok eskiden beri alışığım. Yani şerbetliyim bu konuda…
…/…
Ablam da aynı okulda son sınıftaydı. Bir sabah, babam bizi çağırdı: “Ben daha fazla dayanamayacağım” dedi. ( Okul kapısının her kapanışında babam, kapının öbür tarafındaydı )
Ablam, eğitimini tamamladı. Ben, ayrıldım. Henüz birinci sınıftaydım. Ailemin gücü tükenmişti.
Benim hala tükenmedi…
…/…
6 Mayıs 1972 günü zaman durmuştu…
“Baba,
Sana her zaman için müteşekkirim. Çünkü Kemalist düşünceyle yetiştirdin beni. Küçüklüğümden beri evde devamlı Kurtuluş Savaşı anılarıyla büyüdüm. Ve o zamandan beri yabancılardan nefret ettim.
Baba, biz Türkiye’nin ikinci Kurtuluş savaşçılarıyız. Elbette ki hapislere atılacağız, kurşunlanacağız da. Tıpkı Birinci Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi. Ama bu toprakları yabancılara bırakmayacağız. Ve bir gün mutlaka yeneceğiz onları.”
…/…
Sehpanın altına gelindiğinde, Savcıyla konuşmak istediğini belirten Gezmiş, ’İskemleyi kendim devireceğim’ dedi. İskemleyi devirmesi bekleniyordu. Fakat bir dakikaya yakın bir süre geçtiği halde Deniz Gezmiş’in bu işe yeltenmediği görülünce, cellatlardan biri aniden iskemleyi bir bacağından tutarak çekiverdi.
Gezmiş’in ayaklarının ucu ’Küt!’ diye alttaki masaya çarptı ve biraz sonra da kasılarak sallanmaya başladı. On dakika kadar geçtikten sonra, Deniz Gezmiş’in hâlâ kıpırdaması, boyun kemiğinin kırılmamış olmasındandı. Boyunun uzun olması nedeniyle ayakları masaya çarpınca bu kırılmayı önlemişti. Bundan dolayı da Deniz Gezmiş’in ölümü için tam 52 dakikanın geçmesi beklendi. Bu süre içinde zaman zaman yapılan doktor muayenelerinin sonuncusunda; Deniz’in ölmüş olduğu saptandı.
"Babasından ileri / doğacak çocuğundan geri" olduğuna inanıyordu."
…/…
Bir çocuğumuz olmalı
Adı deniz olmalı
Deniz dedim adına
Adı deniz olmalı
Bir çocuğumuz olursa
Adı deniz olmalı
Deniz kadar engin
Deniz kadar coşkun
Deniz kadar sıcak
Deniz kadar güzel
Bir çocuğumuz olmalı
Adı deniz olmalı
Deniz dedim adına
Adı deniz olmalı
…/…
Hüseyin Karakuş
…/…
Asıldığında 25 yaşındaydı. Ve hakkında fiili işlediği tek bir suç bildirisi yoktu.
Tarih; 6 Mayıs 1972 idi. Bir anne ve iki kızı için zaman durmuştu…
Eser Akpınar
04.12.2010
Urla