3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
764
Okunma
Platonik bir aşk anlatılır Diyarbakır’da; Pışo Meheme (Kedi Mehmet) Diyarbakır’ın en güzel kızlarından olan Asiye (Aso) adlı lise öğrencisi bir kıza âşık olur.
Ne var ki Pışo Meheme hem utangaç hem de ilkokuldan terk olduğu için Asiye’ye karşı çok çekingen davranmaktadır. Aşkı dillerde olduğu halde Pışo Meheme arkadaşlarının bütün ısrarlarına rağmen Asiye’ye aşkını anlatmaya cesaret edemez. Aşkını ilan etmese de Asiye’ye çaktırmadan her sabah evden okula, akşam da okuldan eve kadar refakat eder. Zaman zaman Asiye Pışo Meheme’ye selam verir, hal hatır sorar. Pışo Meheme de bu selam ve sormaları aşkına karşılık olarak algılar. Pışo Meheme ne olur ne olmaz diye okulun kapısına adeta kamp kurup Asiye’yi “kazadan, beladan ve kem gözlülerden” koruma görevi üstlenir. Bazen Asiye ile ilgili “maraz” çıkmaya sebep olacak söz söyleyenlerle kavgalar eder. Öğrenciler de doğal olarak Asiye’nin olan bitenden haberdar olduğunu düşünüyorlar.
Günler, haftalar, aylar bu minvalde geçer. Artık bahar sonu, okullar tatile girecek ve Asiye ile konuşup tatilde de buluşmayı teklif etmek için arkadaşları tarafından ikna edilir Pışo Meheme.
Pışo Meheme okulun paydos ziliyle beraber gazete kâğıdına sardığı gülü Asiye’sine vermek için cebinden çıkarıp okulun kapısına dayanır. Asiye okulun kapısından dışarı çıkar çıkmaz herkesin göreceği şekilde kendisine gülü uzatır ve Diyarbakır’ın harika şivesiyle;
“Kız Aso, ta’tile giriyıx, bundan béle nerde bulışiyıx aşqım? (Kız Asiye, tatile giriyoruz, bundan sonra nerede buluşacağız aşkım) der.
Asiye şaşkına döner ve İstanbul şivesiyle;
Ne aşkı, ne buluşması? Biz seninle tanışmıyoruz bile.
Pışo Asiye’nin artık kendisine ihtiyaç duymadığını ve bu yüzden aşkını inkâr ettiğini düşünüp;
Wey! Şimdi béle oldıx he? Héç tanışmiyıx éle mi? der. (Vay! Şimdi böyle mi olduk? Hiç tanışmıyoruz öyle mi?)
Malazgirt Savaşı öncesi Kürtler ebedi kardeş olarak düşündükleri Türk kardeşlerine haber yollarlar:
Em li ba wene, bi werene (Biz sizden yanayız, sizinleyiz)
Emé pevre düjmin weki teyran bela bikin. (Düşmanı/Bizans’ı beraberce kuşlar gibi darmadağın edelim)
Ya Xwedé, ya Allah…
Evet, Türk kardeşlerimizle ilk diyalogumuz işte böyle başlamıştı. O gün ve daha sonraki asırlarda Kürtçe “bilinmeyen bir dil” değildi.
Olabilir, birileri duymamıştır. Ama ona “bu dil Kürtlerin dilidir ve bu dilin adı Kürtçedir” denildiğinde olay biterdi.
Şimdi ise nüfusunun % 95’i Kürt olan ve % 80’i Kürtçe konuşan bir ilde o ilin yargıçları, savcıları Kürtçe konuşan zanlıların diline “bilinmeyen bir dil” deyip tutanaklara geçirmişler.
KCK tutuklularından bahsediyorum.
KCK nedir, necedir bu yazının konusu değildir. KCK davasının siyasi mi, hukuki mi olduğuna da değinmeyeceğim.
Ama duruşmada Kürtçe savunmanın “ille de” gerekli olduğunu söyleyemem.
Fakat,
KCK tutukluları savunmalarını Kürtçe yapmak istemişler ise mahkeme heyetinin böyle aşağılayıcı bir tavır sergilememesi gerekiyordu. Daha farklı muamele edebilirlerdi.
Yargıçlar KCK davası duruşmasında yargılananlardan biri(leri)ni savunmasını kendi anadilleriyle yani Kürtçe yapınca;
Kayıtlara ”bilinmeyen bir dil konuştuğu için” diye geçirip şahsı duruşma salonundan dışarı çıkarttılar.
Gerekçe;
“Bilinmeyen bir dil” konuşmuşlar.
1000 yıllık kardeşlerinin dili…
Devlet bu ülkede Kürtlerin yaşadığını ancak 80 yıl sonra kabul edebildi. Peki, biz bu Kürtlerin bir dili olduğunu ve bu dile Kürtçe denildiğini ne zaman kabul edeceğiz?
Öyle ya, bunlar kuşdili konuşmadıklarına göre bir dilleri ve dillerinin bir de adı olmalı, değil mi?
Malazgirt’ten bugüne bildiğiniz bir dili ne çabuk “bilinmez ve belki de ‘sizce’ hiçbir zaman bilinemez” bir dile çevirdiniz?
Bu dil dedim ya Malazgirt’te anlaştığımız bir dildi.
Hani Osmanlı döneminde de yazışmalarda kullandığımız dil var ya, işte o dil: Kürtçe.
Hani TRT6 açılınca Sayın başbakan’ın TRT6 hayırlı olsun anlamında “TRTŞEŞ bi xeyr be” demişlerdi ya, işte o dil: Kürtçe.
Hani TBMM’de konuşulunca “bilinmeyen bir dil” diye zabıtlara geçilmişti ve sonradan –sözüm ona düzeltme babında; “anlaşılmayan bir dil” olarak kayda geçirildi ya, işte o dil: Kürtçe.
Çanakkale Harbinde siperde düşman geldiğinde haber vermek için dürbünle bakan bizim dedemiz olan er Hüso (Hüseyin) Balıkesirli kardeşi olan diğer bir er olan sizin dedeniz bizim de büyük amcamız olan Orhan’a;
“Bıra way dixuyen (kardeş işte göründüler) diye sesleniyordu. Orhan kardeşi de pek ala o dilin Kürtçe olduğunu biliyordu.
Malazgirt’te biliniyordu. Kız alıp verirken bu dilin Kürtçe olduğu biliniyordu.
Ama duruşmanın Saygıdeğer yargıçları bu dilin hangi dil oluğunu “bütün sorup, soruşturmalarına rağmen” bilemediler! Asırlardır bildikleri dili… Pışo Meheme’nin sevdiği Aso’ya söylediği gibi: Şimdi béle mi oldıx?
Demem o ki,
Mahkeme heyeti kardeşlerinin diline “bilinmeyen bir dil” dememeliydi. İşin zorlaştırılmaması için anlamadıkları Kürtçe ile savunma yapmamalarını talep edebilirlerdi.
Biz “anlamadığımız dil olan” Kürtçeyi bilmiyoruz deyip tercüman isteyebilirlerdi.
Her neyse en azından kardeşlerinin diline “bilinmeyen dil” yakıştırmasının ne kadar incitici olduğunu bilmeliydiler. Belki de” dil yarası” dedikleri aslında budur!
Sayın yargıç;
O “bilinmeyen dil”in adına Arapça Kurdî, İngilizce Kurdish, Türkçe de ise Kürtçe diyorlar. Yani Kürt kardeşlerinizin dili…