20
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1692
Okunma
Zoraki sığabildiği merdiven altı boşluğundan, bardaktan boşanırcasına yağan yağmuru izliyordu.
_ Havası bugün her zamankinden daha mı soğuk ne?
Dedi içinden.
Talihsizliğine küfretti!
Bulunduğu yere iyice büzüşmüş kendi vücut ısısıyla ısınmaya çalışıyordu.
Bu arada yağmur şiddetini iyice artırmış, rüzgâr ona eşlik eder olmuştu.
_ Yağmur ve rüzgâr sanki birbiriyle yarışıyor gibi bu gece. Hadi bakalım kim kimden üstün diyorlar sanki birbirlerine. Biri şiddetlendikçe, diğeri daha bir öfkeleniyor. Yeryüzüne tüm şiddetini kusuyor gibi. Gökyüzünde savaş var sanırım bu gece. Açlık bir taraftan, soğuk bir taraftan! Nedir benim bu kötü talihim?
Kendini bildi bileli sokaklardaydı. Ne annesi vardı sıcacık kollarında sarıp sarmalayan, ne de babası vardı onu koruyup kollayan. Kimdi, neydi, dünyaya nasıl gelmişti, onu sokağa kim veya kimler terk etmişti bilmiyordu.
Hep kendi ayaklarının üzerinde durmak zorunda kalmıştı.
Sokak kanunları bambaşkaydı, diğer kanunlara hiç benzemezdi. “Eğer güçlüysen hayatta kalırsın…” o henüz çok güçsüzdü, o henüz çok küçüktü. Ama yine de ayakta kalmak ve sokak kanunlarına karşı gelmek zorundaydı. Her ne olursa olsun yaşamayı seviyordu.
Sürekli sokaklarda olduğu için aç kalmamak adına kendince taktikler buluyordu. Zamanla nerelerde karnını daha iyi doyurabileceğini de öğrenmiş ve en çok oralara takılmaya başlamıştı. Lokanta artıkları onun için bulunmaz nimetti. Hele ki bazen haline acıyıp da önüne bir parça ekmek verenler çıkmıyor muydu? İşte o zaman dünyanın en mutlusu o oluyordu.
Yalnız son zamanlarda onun mekânına, kendisinden çok daha güçlü ve baş edemeyeceği irilikte birkaç ortak gelmişti. Onlarla mücadeleye giremeyecek kadar küçüktü. Biliyordu ki kaybeden kendisi olacaktı. Hatta belki onlar tarafından öldürülecekti.
Ölümü göze almak mı?
Yoksa kendime başka bir ekmek kapısı bulmak mı?
Düşüncelerinin ardından yaşamayı ve yeni hayatlar tanımayı tercih etti.
Belki bu yeni yerlerde de onu kovalayan, küçümseyen birileri olacaktı ama o inatla bir sonraki yaşam alanına gidecekti. Ta ki! Büyüyüp, kendini güçlü hissedene kadar!
Yağmur şiddetini biraz kaybeder gibi olunca sığındığı merdiven altından kendine yiyecek bulma umuduyla çöp kutusuna doğru yol almaya başladı.
İçinden dualar ediyordu bir parça yiyecek buluyum diye. Yoksa soğuğun da etkisiyle sabaha çıkamamaktan korkuyordu. Karnı tok olunca hiç değilse bir de açlıkla mücadele etmek zorunda kalmayacaktı.
Çöpü kurcalamaya başlarken hayallerini ve umutlarını da arıyor gibiydi çöp yığınlarının içinde; belki bulurum umudu!
Neydi kendisi ile diğerlerinin farkı?
Diğerleri sıcacık evlerinde anne ve babalarıyla mutlu, mesut ve en çok da karınları tok uyurken…
Bir kez daha kahretti!
Bazen parklarda gezerken görüyor, kendince hayaller kuruyordu. Benim de bir ailem olsaydı, beni de böyle sarıp sarmalasaydılar. İstediğim kuş tüyü yatak değil, sadece sıcacık bir gülümseme ve sıcacık bir yemek. Çok bir şey mi istiyorum?
Bu sorularının ardı arkası gelmezdi ama hiç birine de cevap bulamazdı.
Parkta gezenleri hayal etti tekrar. Ne güzel eğleniyorlardı. Herkesin yüzünde bir gülümseme!
Kimi oğluna sesleniyordu, kimi kızına.
Bu seslenmelerde bazen istem dışı sevinçle dönüp bakardı, bana mı sesleniyor acaba diye. Ama her defasında da hayal kırıklığıyla dolardı yüreği.
_ Şu kısacık ömrüme ne acılar sığdırmışım meğer. Dedi gözleri dolu dolu.
Sonra birden aklına geldi. Şimdiye kadar hep bir ev, sıcak bir yuva hayal etmez miydi?
Şimdiye kadar gururundan taviz vermek istemediği için hiç deneme girişimi olmamıştı ama madem insanlar yalakalıktan hoşlanıyorlardı, bundan sonra kendisi de o yalakalar gurubuna katılacaktı.
Şimdi yaşamaya dair sokak kanunlarından başka bir kanun daha olduğunu keşfetmişti; yalakalık kanunu…
Hem bir keresinde aynı kaderi paylaştığı bir arkadaşı sokaktan geçen bir kadına yalakalanınca önce çok kızmış, gururunu ayaklar altına alıyor demişti ama sonrasında kadın onun haline acımış ve evine götürmüş, evlat edinmişti. Şimdi bazen lüks bir arabada görüyordu onu, neşe içinde gezerken.
Onu görünce arkadaşı adına ne kadar mutlu ama kendisi adına bir o kadar da üzgün olduğu aklına geldi.
Kararını vermişti;
_ Eğer bu gece ölmez ve sabaha sağ çıkarsam, ben de bulacağım kendime yağlı bir kapı. O zaman görecek herkes bir eli yağda, bir eli balda ne demek.
Yok! Bu gece de aç uyuyacağım herhalde?
Çöpü o kadar kurcalamasına rağmen yiyecek pek bir şey bulamamıştı.
_ Ne oldu bu şehrin insanlarına? Dışarıda da aç onca yaşantıdan haberleri yok mu bunların? Eskiden çöpler yiyecek artıklarıyla dolardı. Oysa şimdi tek bir lokma bulmak için göbeğimiz çatlıyor. Yok yok! Bu insanlar iyice nankörleşti! Ama bundan sonra ben de aç kalmayacağım. O nankör insanların arasına ben de katılacağım. Ama önce sabaha sağ çıkmayı başarırsam!
Zorlu geçen bir gecenin sabahında yeni bir umuda açmıştı gözlerini ve yeni bir dünyaya.
Sabah ayazında bakkaldan ekmeğini alıp eve neredeyse koşturur vaziyette gidiyordu Eda. Babası birazdan uyanır, işe gitmek için hazırlıklarına başlardı. Hiçbir sabah babasının kahvaltısını yemeden işe gitmesine gönlü razı olmazdı!
Annesi uykuyu çok sevdiği için babasının karnını doyurmayı ve onu işe uğurlamayı kendine ödev edinmişti. Bundan gocunmaz, bilakis hoşuna da giderdi.
Soğuktan buz tutan ellerini bir birine sürterek ve hızlı adımlarla evine doğru ilerlerken merdiven altındaki boşluktan çıkıp ayağına dolanan bir şey hissetti. Aşağı eğilip bakınca yağmurdan sırılsıklam olmuş ve üşüdüğü her halinden belli bir kedi gördü.
Kedi kendisini sevdirmek ve daha çok acındırmak istiyor, ayaklarına sırnaştıkça sırnaşıyordu. iniltili sesler de çıkarmaya başlayınca daha fazla dayanamadı, kediyi kucağına aldı.
Tüyleri kar gibi beyaz, gözleri yeşil bir boncuğu andırıyordu.
_ Ne tatlı şeysin sen böyle! Soğuktan ve açlıktan ne hale gelmişsin, zavallı! Hadi benimle gel de seni önce kurutalım, sonra da karnını doyuralım.
Eda kedinin zavallı haline acımış eve almıştı. O kediyle ilgilenirken babasını tamamen unutmuştu.
_ Günaydın dünya güzeli prensesim! Ne o bu sabah babacığını öperek uyandırmadın, kahvaltın hazır babacığım demedin.
_ Babacığım baksana şu kedinin tatlılığına. Merdiven altında buldum onu. Yağmurdan sırılsıklam olmuş. Hem üstelik karnı aç. Baksana ufacık bedeni iyice küçülmüş. Bu bizim kedimiz olsun mu babacığım? Lütfenn!..
Sonunda onun da bir yuvası olmuştu. Bundan sonra o da diğerleri gibi mutlu, mesut ailesiyle parklara gidecek ve daha önce sokaklarda yaşadığı acıları unutmaya çalışacaktı…