8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
880
Okunma

Yirmi yedi yıl altı aylık memuriyet yaşamı nihayete erdi.Emekli bir vatandaştı şimdi o.Emekli kartı yaka cebindeydi.Birinci dereceden emekli olduğu için yeşil pasaportunu da almayı ihmal etmedi.
Gençlik yıllarından beri önce Avrupa sonra dünya turu yapmak en büyük tutkusuydu. Yaya,otostop,bisiklet nasıl olursa olsun hiç fark etmezdi.Hatta bir defasında onsekiz yaşındayken; Tahirova Çiftliğinden Gönen’ dek yirmi beş km.lik yolu yayan yürüyerek kendisinin vücut direncini sınamıştı.
Gençlik yıllarında atletik bir yapısı vardı .Boks,futbol,güreş ne varsa hepsinin tadına bakmış,kendisini o yıllarda kırk sekiz kilo şampiyonu Arif Doğru sanarak;ilk yaptığı müsabakada burnuna yediği darbelerle daha birinci raundda nakavt olmuştu.
Hele de güreşte başına gelmedik kalmamıştı. Okul yıllarında;elli iki kiloda kendisini bulunmaz bir güreşçi sanıyordu.Hemşerisi dünya şampiyonu Ali Rıza Alan’a özeniyordu.Okuldaki arkadaşlarını yenmesine yeniyordu ama yapılan Tokat müsabakalarında rakibine tekten dalınca; boyunduruğa nasıl girdiğini anlayamadı daha ilk dakikalarda tuş oldu.
Futbolda da parlak bir sezon geçirmedi ne yazık ki. Okuldaki sınıflar arası futbol maçlarında kalede panter kesilirdi.Topun gelişini hesaplamadan sağa sola atladıkça top tesadüfen kendisine çarpar kaleye bir türlü girmezdi.Sanki üzerinde topu çeken mıknatıs vardı.Yapılan resmi müsabakalarda okul takımının elenmesinde en büyük etken kendisi olmuştu ne yazık ki…
Memur olana dek hep risklerle boğuştu. Hep yenildi.Ama yenilmekten gına gelip küsmedi,mücadeleye devam etti.
Bu arada yaşamında çok büyük değişiklikler de oldu. Otuzuna iki yıl kala görücü usulüyle evlendi.Flört devresi yaşamadı.On beş günlük süre içerisinde bir defa nişanlısını görmeye gitti,Tokat’tan Kastamonu’ya. "Evde kal" demedikleri için gece yarısı otelin yolunu tuttu, nişanlısını hayal ederek. Düğününde bir araya gelip oynayamadılar nikahlı eşiyle. Oğlan düğünü Tokat’ta,kız düğünü de iki gün sonra Kastamonu da yapıldı.Yoldan geçen otobüsleri kaçırdıkları için kız düğününe yetişemedi.(Damadın o yıllar otobüs kiralamayı bırak üstüne ceket alacak bile parası yoktu.)
Dokuz ay on gün sonra hiç gün şaşmadan birinci çocukları erkek oldu. Hastane koridorunda beklerken; oğlunun viyaklamasıyla doğum odasına heyecanla daldı!
İkinci çocuğa acele etmedi.”Hele bir büyüsün bakalım şu velet” diye beş yıl, üretimi kesti. Oğlu,mahallede oynarken çocuklardan dayak yemeye başlayınca:
“Kardeş isterim” diye diretti.
Bir yıl dolmadan ikinci kardeş geldi,eve. İki,üç yıl sonra kardeşler arasında oyuncaklar yüzünden kavga başlayınca büyük kardeş,küçük kardeşinden için:
“ Bu sıpa nerden geldiyse oraya gitsin” diye yaygarayı koparsa da geri göndermenin imkanını bulamadı.
Birinci çocukla üçüncü arasında on bir yaş farkıyla bir kız çocuğu oldu.Ve çocuk üretimine paydos dedi.
…ve en başardığı iş on yedi yaşında mahkeme kararıyla memur oldu. Kazasız belasız devletinin kadrolu itaatkar ve kanaatkar kravatlı memuru olarak kırk üç yaşına dek yaşamını sürdürdü.
Emekli olalı bir ay olduğu halde boş duramadı...Pazarcılığa karar verdi.İlk pazarını Pazar günü,Batıkent’teki Pazar pazarında açtı.Tezgahının aliminyum demirlerinin ölçüsünü kendisi milimlik hesaplayıp demircide kuracağı tezgaha göre yaptırdı.Demirin biri kaybolmuş olsa Pazar açmak imkansız oluyordu.İlk gün az bir satış yaptı.
Yanındaki pazarcılarla tanıştı.Sağındaki pazarcı , öğretmen emeklisi bayandı.Evde kendi el örgülerin, hazır aldıklarının arasına karıştırıp satmaya çalışıyordu.Kocası da öğretmen emeklisiymiş.İki de üniversite de okuyan çocukları varmış.Hemen arkadaş oldu bayan hocayla.
Sol tarafında,az ilerde rengi kendisi gibi bozuk sarı olan kırkbeş yaşlarda biriydi. Çanakkale’liymiş .Kızının üniversite tahsili için gelmiş Ankara’ya.Kızı,trafik kazasında kurban gidince tekrar dönememiş Çanakkale’ye.Çanakkale’de balıkçılıkla uğraşıyormuş.Görmüş geçirmiş biri.(sonraki yıllarda bunalıma girip,av tüfeği ile kendisini vurdu.)
Pazar dönüşünde evde bir işe yaradığını hissetti..Evde otoriterliği sevmezdi.O gün pazarın ortamından eşine anlattı durdu.
Bazen kravatı aklına geliyordu.Bir takım elbisesi vardı,dolapta.Kravatını arasına sıkıştırmıştı. Arada bir takım elbisesine gözleri iliştiğinde kravatını okşamadan edemiyordu. Onca sene kahrını çekmiş,adam sıfatına sokmuştu;kasaba,bakkala,fırıncıya karşı.Onun gücüyle onca sene korkmadan yaşam sürmüştü,kıt kanaat.Ne uzamış ne de kısalmıştı.
Şimdi yattığı yerden geçmişini buruk bir şekilde hayallerken;diğer taraftan da pazarcılıkta neler yapabilirim diye düşünmeye başladı…
İlk gün, pazar yorgunluğu ile televizyonun karşısında sızıp kaldı.
DEVAM EDECEK!