7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
871
Okunma

Tanrı uzun zamandır düşünüyordu. Aklında, yaratmayı düşündüğü, bir insan vardı. Vardı ama yarattığı zaman, tam olarak, neye benzeyeceğini, nasıl olacağını bilemiyordu. Ani bir kararla melekleri çağırdı. Aklındaki insan düşüncesini onlarla paylaştı ve Türkiye’nin dört bir yanına dağılarak, uygun anne - babayı bulmalarını istedi.
Melekler, telaşla, dağıldılar. İşleri zor hatta imkansızdı. Çünkü Tanrı’nın yaratmayı düşündüğü insan oldukça çelişkili bir yapıya sahip olacaktı. Ne iyi olacaktı, ne kötü. Ne sevgi dolu olacaktı, ne sevgisiz. Ne katı olacaktı, ne yumuşak. İkilemler arasında yaşamayı becerebilecek biri olacaktı. Güçlüklere dayanacak, kolay yıkılmayacaktı.
Uzun bir bekleyişten sonra, melekler, koşarak Tanrı’nın yanına geldiler ve uygun anne babayı bulduklarını söylediler. Anne adayı biraz küçüktü ama her ikisi de aradıkları gibiydi. Adayları inceleyen Tanrı evlenmelerine karar verdi.
…/…
Anne ve baba evlendiler. İlk iki çocuklarını kaybettiler. Ardından bir kız çocukları oldu.
…/…
Melekler, Tanrı’ya müjdeyi verdiler. Ama bu Tanrı’nın olmasını istediği çocuk değildi. Karakteri çok belirgindi. Oysa O’nun istediği kolay anlaşılır olmayan bir çocuktu.
…/…
Anne ikinci bir kız çocuk daha doğurdu.
…/…
Melekler, tekrar, koşarak Tanrı’nın yanına geldiler ve bir kız çocuğun daha doğduğunu söylediler. İşte bu Tanrı’nın istediği çocuktu.
…/…
Çocuk, çok güzel değildi ama çirkin de değildi. Tanrı; ona sevimlilik verdi.
Anne, iki kızıyla da gurur duyuyordu. Her ikisini de ellerinden tutup gezmeye gitmek, en büyük keyfiydi. Büyük kızı doğduğunda bütün kasaba görmeye gelmişti. Bebeğin güzelliği dillere destan olmuştu. Ama ikinci kızı doğduktan sonra herkes onu sevmeye başlamıştı. Sokakta bile, tanımadığı insanlar, hemen yanaşırlar küçük kızını severlerdi. Onda insanları çeken garip bir ışık vardı.
İki yıl arayla, kızlar, okula başladılar. Abla ne kadar başarılıysa, küçük o kadar isteksiz okuyordu. Tanrı; ona cesaret ve başarı verdi.
Okulda ne zaman bir aktivite olsa, küçük kız hepsinde başroldeydi. Sahnede çok başarılıydı. Ezberi kuvvetli olduğu için, bayramlarda şiir okuma görevi sürekli ona veriliyordu. Abla tüm başarısına rağmen geri planda durmayı seven bir çocuktu. Ama küçük ileride neler yapacağının sinyallerini şimdiden veriyordu. Anne, kara kara düşünmeye başlamıştı: Bu kızı nasıl zapt edecekti?
Küçük kız annesini yanıltmadı. Bir senelik üniversite eğitimin ardından “ Ben okumayacağım “ dedi ve okuldan kaydını sildi. Anne “ Evde oturamazsın, çalışacaksın” dedi. Kız işe girdi. Öyle hareketli, öyle gözü kara, cesur bir gençti ki, anne daha fazla dayanamadı ve evlendirmek için kolları sıvadı. Yakın çevrelerinden, babanın da çok beğendiği, bir damat adayı ile kızın da onayı alınarak evlilik gerçekleştirildi.
Henüz yaşı küçük olan kıza Tanrı; sabır ve özgüven verdi.
İki çocuğu olan kızın hayatı, zaman içinde, rayına oturdu. Evine, eşine, çocuklarına, aile çevrelerine ve sosyal hayatlarına hakim, güçlü bir kadın oldu. Sayıları gittikçe artan arkadaşları ve dostları, her zaman ona akıl danışıyorlardı. Ama herkesin ortak fikri: Onda garip bir şey olduğuydu. Hiç kimse belli bir noktadan itibaren ona yaklaşamıyordu. Öyle bir duvarı vardı ki, kimse ötesine geçemiyordu. Ne zaman kızıp, ne zaman yumuşak davranacağı belli olmuyordu. Huylu mu, huysuz mu? Kimse kesin bir yorumda bulunamıyordu. Çocukları bile annelerini çözemiyorlardı. Onları sıkı sıkı tembihliyordu: “ Karşılıksız para isteyene, dilenene asla vermeyeceksiniz. Ama mendil bile satıyor olsa mutlaka alacaksınız.” Çevresindeki hiç kimse ona bakıp ta ne şöyledir ne de böyledir diyebiliyordu. Garip, anlaşılmaz bir kadındı.
Hayatının düzeni, yavaş yavaş, bozuluyordu. Bir şeyler ters gitmeye başlamıştı. Bir şeyler ellerinden akıp gidiyor o tutamıyordu. Tanrı; ona direnme gücü verdi.
Bir çıkış bulması gerekiyordu. Elinden hiç düşürmediği kitaplarına daha çok sarıldı. Durmadan okuyordu. Okudukça gelişiyor, öğreniyordu. Git gide hayata ve kendisine daha başka bir gözle bakmaya başladı. Etrafında olup, biteni başka bir gözle görmeye başladı. Tanrı; ona farkındalık verdi.
Farkındalıkları arttıkça insanların gerçek yüzlerini görmeye başladı. İyi olduğu, yüzü güldüğü ve isteklerini yerine getirdiği sürece yanında olduklarını kavradı. Sevgi kelimesinin nasıl menfaat uğruna kullanıldığını anladı. Bütün hayatını sorgulamaya ve Neden? sorusunun yanıtını aramaya başladı. Tanrı; ona iç sesini verdi.
Kendini, her şeye, kapattı. Ben kimim? diye sordu kendisine. Bu kadar zor muydu onu anlamak? Evet, bazı duygularını hiçbir zaman ulu orta dökememişti insanların önüne. Ama sevselerdi, gerçekten sevselerdi onu; o kadar kolaydı ki anlamak. Aslında her şeyiyle gözlerinin önündeydi ama görememişlerdi. Görmek, anlamak, çözmek için çabalamamışlardı. Emek vermemişlerdi. Yanıtını bulduğu her soruyla mutsuzluğu daha da arttı. İnsanlardan uzaklaştı.
…/…
Tanrı, onun gittikçe artan mutsuzluğunu, üzülerek izliyordu. Oysa çözümü çok kolaydı. “Hadi” dedi. “Hadi, bul artık şunu. Yapabilirsin.”
…/…
Bir sabah kadın uyandı. Yine bezgin ve mutsuzdu. Kalktı. Yüzünü yıkamak için banyoya geçti. Gözü aynaya takıldı. Yansıyan görüntüsünü gördü. Güldü. Yansıma da güldü. Kaşlarını kaldırdı. Yansıma da kaldırdı. Ellerini uzattı. Yansıma da uzattı. Ellerini değdirdi yansımasına. Parmakları birbirilerine dokundu. Kadın sevinçle bir kahkaha attı. Kollarını kendisine doladı. “ Sen muhteşem bir varlıksın “ dedi. Tekrar aynaya baktı. İnanılmaz güzellikte ve parlaklıkta bir ışık gördü.
…/…
Tanrı gülümsedi.
Eser Akpınar
27.10.2010
İzmir