32
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2012
Okunma


Ihlamur ağacının dalına astığı urgana baktı bir müddet. En sevdiği ağaçlardan olan bu ağacın, onun sonuna şahit olacağı hiç aklına gelmemişti. Birden, içi titredi. Cesaretini biraz daha toplamak için, yere çömeldi. Derin derin nefes aldı. Gözlerini kapattı. Onu düşünceleri, eskilere götürdü bir anda.
Kıvrıla kıvrıla giden, dar ve tozlu topraklı yolların sonunda ulaşılabilen bir köyde yaşıyordu Hümeyra. Cennetten bir köşeydi onun köyü. Ya da ona öyle görünüyordu. Onun sevdasıydı köyü. Dağını, taşını, toprağını, oraya ait ne varsa hepsine aşk ile bağlıydı sanki. Fakir de olsalar, onu seven, ona sahip çıkan ve değer veren bir ailesi vardı. O yüzden de, o güne kadar, kendisinde olmayan şeylerin özlemini çekmemiş, elindekilerle yetinmeyi bilmişti. Tek istediği şey, köyünden ayrılmamaktı
Evleri, köy camisinin karşısında, iki katlı, ahşap bir evdi. Girişteki büyük kanatlı kapıdan girince, orta büyüklükteki bir bahçenin başlangıcına kurulmuş evin kapısında içeri girildiğinde, hayat denen girişe bakan kapının biri ahıra, hemen yanındaki kapıdanda, yaşadıkları yere, evlerine çıkılıyordu. Anadolu’ nun geleneksel yapı tarzına uygun yapılmış evleri, bir manada, yakıt ve zamandan tasarruf hesaplanarak inşa edilmiş olmalıydı. Soba yandığında, aşağıda bulunan hayvanların dışkılarından çıkan koku birleşerek, dayanılmaz bir hal alsa da, alıştıkları için yadırgamıyorlardı nedense. Köy yaşamını gereklerindendi bu durum. Ahırlarındaki hayvanları, onların en değerli hazinesi, aynı zamanda da, aile bireylerinden farkları yoktu.
Sabahın erken saatlerinde başlayan ve gün boyu süren koşturmaca sonunda, yorgun vücutları, ancak uyku ile kendine geliyordu. Güzel ve hamarat bir kızdı Hümeyra. Ela gözleri, uzun ve ince bedeni, koyu sarı saçları ile köydeki güzel nadir kızların arasındaydı. Kendi yaptığı el işleriyle süslediği yemenisi ve küçük çiçeklerle bezeli, şalvarını giydiğinde, köyün gençlerinin yüreğini hoplatırdı. Bakışları fark etmesine eder fakat anladığını ortaya çıkarmamaya çalışırdı. O hayallerinde yaşattığı, düşünceli, görgülü ve duygusal bir adamın hayalini yaşatmaktaydı.Tıpkı, onun gibi ince ruhlu olmalıydı onun sevdiği adam. Sevdiğini, her hareketiyle, bakışıyla, sözleriyle anlatmalıydı. Sevgisini hissetmeliydi.
Son zamanlarda, köyün zenginlerinden Hacı Mustafa’ nın oğlu Satılmış’ı, etrafında dolaşırken görmeye başlamıştı. Yiyecekmiş gibi bakan gözleriyle, onu taciz ediyordu. İlk başlarda, tedirgin olmamıştı. Bir gün, tarladan gelirken, önüne geçmiş ve,
“ Dağlar güzeli Hümeyra ! Vurgunum sana. Ailemi göndereceğim Perşembe akşamı. “
“ Ne diyorsun sen ya ! Çekil yolumdan. Git, nasibini başka yerden ara. Beni rahat bırak. “
“ Seni kimseye yar etmeyeceğim. Karım olacaksın ! “
Onun arkasından söylediği sözlerden sonra koşar adımlarla evin yolunu tuttu. Kalbi, korkudan yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Eve girdiğinde, yüzü bembeyaz olmuş, eli ayağı titremeye başlamıştı. Satılmış’ ı hiç sevmezdi. Köyde, sevilmeyen bir şahsiyetti. Sorumsuzlukları ve insanlara karşı olan tavırları nedeniyle, pek rağbet görmeyen bir insandı. Ailesinin zenginliği sayesinde, sevilmemesine rağmen, insanların arasında yer alıyordu sadece. Ailesinin, ona düşkünlüğü, onu bu hale getirmişti. Her dediğini yaptırmış, hiçbir sorumluluk verilmemişti kendisine. Sonucunda da bu hale gelmişti.
Bu durumun sadece, sözlerle kalmayacağını hissetmişti. Evlenme çağına gelmiş bir kızın, hele de zengin bir aileye gelin olarak verilmesi kaçınılmazdı. Oysa o, paradan, puldan ve zenginlikten ziyade, ruh güzelliğine önem veriyordu. Ailesi, onun geleceğini düşünerek, istemediği bir kararı verecekti büyük bir olasılıkla.
Oysa o, kendisinden haberi bile olmayan birine gönlünü kaptırmıştı bile. Platonik de olsa, rüyalarını süsleyen bir adam, onu mutlu ediyordu. Her fırsatta, onu görmek için yolunu uzatıyor, okulun yanından geçiyordu. Gördüğünde ise yüreği pır pır ediyor, heyecanlanıyor, nefes alamayacak hale geliyordu. Fark edilmekten korktuğu için de, kaçamak bakışlarıyla ona bakıyor ve uzaklaşıyordu oradan. Adı Murat’ dı öğretmenin. Uzun boylu, esmer ve yemyeşil gözleri vardı. Öğrencileriyle, arkadaş gibiydi. Onlarla, teneffüste tek tek ilgileniyor ve her halinden mesleğini sevdiği belli oluyordu.Onun tarafından fark edilmesi, imkansızdı.
Murat ise ilk geçtiğinde fark etmişti Hümeyra’ yı. Onu görünce, içinde tuhaf bir sıcaklık hissetmişti adını bile bilmediği kıza karşı. Utangaç hali, yürüyüşü, duruşu onu derinden etkilemişti. Merak etmişti kimliğini. Dikkat çekmemeye özen göstererek, Hümeyra’ ya ait bilgileri öğrencilerinden almıştı bile. Aralarında, eğitim farklılığının da önemi yoktu ona göre. Önemli olan yürekti.Kendisi de bir köy çocuğuydu. Acele etmeyecek, uzaktan uzağa onu tanımaya çalışacaktı. Sonra da yolunu bulduktan sonra birkaç kelam edebilirdi belki de. Köy yaşantısının zorluklarını ve muhafazakar yapısını bildiği için Hümeyra’ yı tehlikeye atmaması gerekiyordu.
Dere kenarında, karşılaştılar en sonunda. Bir iki kelime konuşabilmişlerdi ancak; o da yetmişti onlara. Bakışları ile yüreklerinin derinliklerine inmişti sevgiye dair kıvılcımlar. İşte o anda Hümeyra anlamıştı, başka birisiyle evlenemeyeceğini, mutlu olamayacağını. Murat’ ın da, içindeki kuşkular kaybolmuştu. Evet, aradığı, sevdiği, evleneceği kız oydu. Fırsat buldukça, ıhlamur ağacının altında buluşuyorlardı. Gözlerden uzak bir yerde olduğu için de rahat oluyordu onlar için. İyice alevlenmişti aşkları. İkisinin içinde yanan kor ateş yakıyordu..
Murat, bu hasrete dayanamıyordu. Ailesine haber verdi. İstetecekti Hümeyra’ yı. Ailesi geldiğinde de, istemeye gittiler. Hümeyra’ yı tek tedirgin eden şey, Murat’ ın tayin isteyerek, uzakta oturan ailesinin yanına gitmek istemesiydi. Ailesi, bu durumu kabul etmeyecek ve vermeyeceklerdi. Köyünden uzağa gitmeyi kendisi de istemese de, Murat ile birlikte olmak için uzaklara gitmeye bile razıydı oysa.
Korktuğu başına gelmiş ve vermemişlerdi onu Murat’ a. Bu onlar için yıkımdı. Murat;
“ Kaç bana Hümeyra ! Sensiz yapamam. Gideriz buralardan. Senin uğruna, işimi bile bırakırım. Gel benimle. “
“ Gelemem Murat. Gelmek isterim. Senin uğruna ölümü bile göze alırım. Fakat seni yaşatmazlar. Senin ölümüne sebep olamam. Sen yaşamalısın. Bizim geleneklerimiz bu şekilde. Sen olmayınca, yaşıyor olmayacağım. Fakat, senin hayatını tehlikeye atamam. Git lütfen ! “
İçi kan ağlayarak, sevdiği adamı kurtarmak istemişti. Murat çaresizdi. Onu reddetmişti. Hayata ve sevdiği kıza küskünlüğü, tayin dilekçesini vermesine sebep oldu. Gitmeliydi buralardan. Unutmalıydı ela gözleri. Tek yolu buydu.
Tam o sıralarda, da Satılmış’ ın baskılarıyla, ailesi istemeye geldi Hümeyra’ yı. Korktuğu başına gelmişti en sonunda. Babası, vermişti Hümeyra’ yı Satılmış’ a. Onun ölüm emri, babası tarafından verilmişti. Çok düşündü. Giremezdi onun koynuna. Sevdiği adamı da kaybetmişti.
Ağır adımlarla evden çıktı. Eline aldığı urgan,yerlere sürterken, insanı sinir eden bir ses çıkarıyordu. Ihlamur ağacının altına geldi. Dala, ipi attı. İdam sehpası hazırdı artık.
Düşüncelerinden sıyrıldı. Kararlı bir şekilde, ipin altında duran, odun kütüğünün üzerine çıktı. İpi boynuna geçirdi. Ve ;
“ Allah’ım ! Beni affet. Verdiğin canı, ancak sen alabilirsin. Mecburum. Başka çıkar yol bırakmadılar bana. Murat ! Seni çok seviyorum. Sensiz yaşamaktansa, ölmeyi tercih ediyorum. “
Tam ayağının altındaki kütüğü ayağıyla iteceği sırada, tam karşısında, ıhlamur çiçeklerini tutan sevdiği adamı gördü.
“ Ben de seni seviyorum Hümeyra ! “
Duaları kabul olmuştu. İpi boynundan çıkardı.Ona doğru koştu. Sıkıca sarıldı. Elinden tuttu. Hiç konuşmadan, koşmaya başladılar.