8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1188
Okunma

(MÜEBBETLİK HAYATIM -1- FİNAL )
Yıl 1978. Yirmi üç yaşındayım. Yirmi yaşımda başladığım lise hayatımın son günleri. İstanbul Pendik Lisesi’nde 6/Fen/C sınıfı. Kurtköy’de babamla birlikte yıllarca süren sefalet hayatımızdan sonra, köyün en yeni, en güzel,en pahalı apartmanında kiracı olarak oturuyoruz. Muhtar Remzi Başaran’ın kahvesini işletiyor, akşamları da aynı kahvede sinema oynatıyoruz. Yazın ise, kahvenin arkasında briketle ördüğümüz bahçede sürdürüyoruz sinemacılık faaliyetini.
Haftanın iki günü, öğleyin okuldan çıktıktan sonra film almak için İstanbul’a gidiyorum. Hafta sonları da, üniversite hazırlık kursları için,Beşiktaş Yıldız dershanesine devam ediyorum.
Siyaset, ülke gündeminin göbeğinde. Kimseyi etkilememesi mümkün değil. Çok güçlü milli duygularıma karşın, demokrat karakterim beni sol safta olmaya itiyor. Adım kısa sürede solcuya hatta komuniste çıkmış.
Bir de başımda kara sevda. Yıllarca başımdan geçen acı tecrübeler yüzünden, aşağılık kompleksi içinde, açılamadığım, kendimi lâyık göremediğim, yanıbaşımda olduğu halde, kendimden uzaklaştırdığım, hatta benden nefret etmesine sebep olduğum, o çok güzel, çok değerli kız.
Sınıfın hatta belki de okulun en iyi,en çalışkan,en popüler iki öğrencisiyken, ben kendime çamuru seçip, sarhoş okula gelmeye başlıyorum. Pençesine düştüğüm sürmenaj - beynin iflası - hastalığının da etkisiyle, derslerle ilgisi bile kalmayan, sosyal ilişkileri de dibe vurmuş, zavallı biri oluveriyorum.
İşte böyle bir dönemde, bir önceki bölümde anlattığım şekilde, nişan yüzüğü takıp sınıfa geliyorum. Kısa süre içinde, dönmek istiyorum bu nişandan fakat dönmeyi de beceremiyorum.
Bu halde girdiğim üniversite sınavında, onun kazandığı tıp fakültesini kıl payı kaçırıp, İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimarlık Mühendislik Fakültesi-Makina Bölümünü (Maçka) kazanıyorum.
15 Ekim 1978 ’de, okullar açılmadan dünya evine giriyorum. Anarşi ve terör yüzünden doğru dürüst açık kalamayıp, eğitim görülemeyen okullar gibi benim okulum da zamanında açılamıyor.
2 Ocak 1979’da sıkı yönetim sayesinde açılacak olan okulumda, bir yıl önceki öğrencilerle birinci sınıfa başlayacağız.
Kurtköy’den İstanbul’a dört vasıta değiştirerek okuluma gidebileceğim için, eşim saat beşte uyanıp, kahvaltımı hazırlayıp yolcu ediyor beni.
Minibüsten inip, Pendik tren istasyonuna vardığımda, sabah ezanı okunuyor ve karanlık. Peronda yürümeye başladığımda, bir gölge dikkatimi çekiyor. Sanki yolumu bekleyen, bir dost, bir arkadaş ya da bir sevgili..
İçime doğduğu gibi : O ! Önünden geçerken ;
- Merhaba, diyebiliyorum sadece.
- Merhaba ! diyor o da.
Yürüyüp devam ediyorum yoluma. Artık ben evli bir adamım. Yolumu kendi ellerimle ayırdım ondan. Bu kaderi başkaları değil bence, kendim yazdım. İsyan etmeye hakkı olmayan sadece benim.
Fakat mümkün değil. Ne kaderime isyan etmemek, ne de onu unutmak asla mümkün olmadı, olmayacak.
O, benim hayatımın aşkıydı, beyaz sayfamdı, kara sevdamdı, sevdiğimdi.
Yıllarca öyle kaldı. Şimdi dört çocuk büyüttüm, ikinci torunum da yolda, fakat hiç bir şey değişmedi ve değişmeyecek.
Çünkü Bahar’lar unutulmazmış.....
(Müebbetlik Hayatım başlığıyla yazıp yayınladığım anılarımın ilk bölümünün finaliydi bu yazı. Burdan sonrasını yazmam,anlatmam pek kolay olmayacak belki ama bir gün mutlaka yazmak isterim yine de.)
Fikret TEZAL