20
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1368
Okunma

ÖZEL EDEBİYAT LİSESİ -2
Bu yazı Edebiyat defteri ajansınca yapılmıştır.
Süre : 30 dakika
Senaryo : Nermin KAÇAR
Oyuncular :Tacettin Yıldırım, Bedri Tokul, Habip Dağ(Ansızın),Nermin Kaçar,Secaattin Bey(Toynak),Ayşe Duran, NBÇ(Nurcan Hanım),Şenol Durmuş (IRIZA),Selahattin Yetgin(Labirent), Hürrem Sultan, Canan Demirel,Eser Arslanlı,Türkan Dinçer, Ayşe 09, Üzüm karası, Hazan444, Direniş,Saadet Ün, Laz uşağı,Zeynep Aydın (UÇUK)Refika Ertekin..
Sevgili Edebiyat Defteri Dostlarım,
Biliyorsunuz bu senaryoyu geçtiğimiz hafta içinde, yazar arkadaşımız Mustafa Sakarya tarafından yayınlanmış ve tam heyecanlı yerinde kalmıştı. Kendisinin öngörüsüyle, benim yazmamı istedi. Ben de naçizane bu şekilde devam ettim. Hatalarım ve senaryoya alamadığım dostlardan özür diliyorum.
Habip Bey, Özel Edebiyat Lisesi’nin sahibi olarak, babasının ölümünden sonra diğer işyerlerinin çokluğu nedeniyle;bu okul ile fazla ilgilenememişti.
Zaten, çok fazla ilgilenmesi için gerek de kalmamış, okul müdürü Tacettin Bey ve diğer öğretmenlerin çoğu babasının dostlarıydı. Okullarına sahip çıkmışlar, huzur içinde bu günlere ulaşmışlardı. Dostlarının emanetine sahip çıkmışlar ve hala da çıkıyorlardı. Şimdi ise bu icra olayıyla karşılaşınca, hatasını çok iyi anlamıştı. Oysa, babası rahmetli Müşfik Bey, yıllar boyunca, canla başla çalışarak edindiği, bir iş hanı, bir yazlık, bir kışlık ve bu okuldan ibaret olan variyetini, biricik oğlu Habip’e bırakmıştı. Bu konuda şanslı insanlardan biriydi. İyi bir ailede yetişmiş, üstelik eğitimci bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelmenin avantajlarını yaşamıştı.
Çocukluğu neredeyse, bu okulda geçmiş, evleri olarak benimsemişlerdi. O yüzden de, edebiyatı çok severdi. İlk şiirlerini bu mekanda yazmış ve okumanın önemini daha iyi anlamıştı. Yıllar boyunca şahit olduğu güzel anıların sonucunda, babasının ölümünden sonra bu bayrağı devralmıştı. Bir süre donra da rehavete kapılmıştı. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelmişti o servet. Gezmeyi ve eğlenmeyi sevmeye başlamıştı boşlukta kalınca. O yüzden de, işlerini ihmal etmiş ve bu durumu çabuklaştırmıştı. Hesaplarına baktığında daha çok morali bozuluyordu. Her şeyini kaybedebilirdi fakat bu okulu asla kaybedemezdi.
Onu, babasıyla ve onun anılarıyla bağlayan tek şey, bu okuldu. “ Bir şeyler yapmalıyım. Burayı kurtarmak için bir çözüm bulmalıyım . Allah’ ım bana yardım et. Yoksa, babamın kemikleri sızım sızım sızlayacak ! “ diye içinden dua ediyordu her zaman.
Bu icra olayıyla okulda yaşanan üzücü olaylar onu çok üzmüş, Tacettin amcasının hayatından endişe duymuştu.Neyse ki, Tacettin Bey iyileşmişti.En önemli şey sağlıktı. Hemen ardından gelişen sevindirici gelişmeler ile umutları artmaya başlamıştı. İki farklı duyguyu arka arkaya yaşamıştı. Borçlarını ödemeli ve babasının emanetini kimseye vermemeliydi. Çok şanslıydı. Okulda çalışan öğretmenler ve idareciler, hatta öğrenciler ellerinden gelenden fazlasını yapmaya çalışıyorlardı.Birden aklına, Tacettin Bey geldi. Onu ziyaret etmeli ve yanında olduğunu hissettirmeliydi.
Hazırlanarak evden çıktı. Kapının önüne indiğinde gözleri arabasını aradı. Arabasını borçlarını kapatmak için sattığı aklına gelmemişti.Yüzünü buruşturarak yürümeye başladı. Hastaneye geldiğinde, ter içinde kalmış ve çok yorulmuştu. Merdivenleri yavaş yavaş çıktı. İkinci katta bulunan odasının kapısına geldiğinde, içeriden ; hiç hastaneye uygun olmayan bir kalabalık ve dışarıya taşan sevinç nidalarıyla karşılaştı. Koşarak içeriye girdiğinde, içerisinin hınça hınç dolu olduğunu gördü. Hepsinin yüzünde, sevinç gözyaşları oluşmuş ve çoğu kişi sevinçten birbirine sarılmıştı.
Nermin Hanım ile telefonda konuştuğunda, uluslar arası bir yarışmaya katılacaklarını öğrenmiş ve bu habere çok sevinmişti. Yarışmanın sonucundaki ödülden çok, dostlarının okullarını kurtarmak için böyle bir çaba göstermeleri onu duygulandırmıştı. Çalıştıkları okulu sadece iş yeri olarak değil de sanki kendi yuvaları gibi sahiplenmeleri takdire şayan bir davranıştı. Nermin Hanım, daha başka etkinliklere de katılacaklarını ve okullarını kurtaracaklarını, arkadaşlarının adına Habip Bey’ e bildiriyordu.
“ Acaba, yarışmanın sonucu mu belli oldu ki ? “ diye mırıldandı kendi kendine.
“ Merhabalar ! Hayırdır dostlarım.Bir şey mi oldu ? “
Tacettin Bey, yattığı yatağın içinde, ağlamaktan şişen gözlerle Habip Bey’e bakarak ;
“ Gelin Habip Bey, tam zamanında geldiniz. Okulumuz, kurda kuşa yem olmayacak. Onun sevincini yaşıyoruz. Az önce, okulumuzla ilgili bir haber vardı fakat tam seyrederken elektrik kesintisi olmuştu. Biraz bekledikten sonra tekrar geldi. Sonuna yetişebildik. Okulumuz, girdiğimiz yarışmada iki ödül kazandı. Hikaye ve şiir kategorilerinde, birincilik sahibiyiz. Bu durum çok iyi oldu. Ana haber bültenlerinde de bu haberin verilmesiyle, okulumuzun adı daha çok duyulacak. Borcumuzu daha çabuk ödeyeceğiz ve alnımızın akıyla sıyrılacağız. Hastalığımı bile unuttum. Şimdi daha iyi hissediyorum kendimi. “
“ Çok sevindim Tacettin hocam. Babam, bana miras olarak, parayla pulla kıyaslanmayacak kadar büyük bir servet bırakmış. Ben, bunu şimdi anlayabildim ancak. Dünyaya bedel şu manzara. Okulumuz, ayakta kalacak ve bu sizlerin sayesinde olacak. Bu iş hayırlısıyla bitsin, ben de gerekeni yapacağım hocam. Sizlere ancak minnet borcumu bu şekilde ödeyebilirim. “
Yatağından doğrulmaya çalışan Tacettin Bey’’i gören Dr. Bedri Bey ;
“ Ne yapıyorsun Tacettin. Kendine gel . Yağlı güreşe mi katılacaksın. “
“ Katılırım be Bedri katılırım. Oynarım da. Hem de şakır şakır oynarım be. Bu güzel haberleri aldım ya. “
“ Tamam Taco hepsini yaparsın ama şimdi değil. Zaten durumun iyi sayılır. Bir iki gün daha sabret de, taburcu edeceğim. İyileş önce sonra belki okulun bahçesinde bir eğlence düzenlersiniz. Sonra beni de çağırırsınız. Karşılıklı göbek atarız. “
“ Atmaz mıyız Bedro, tabii ki atarız. Zaten, okulumuzu başarıya götüren öğretmen ve öğrencilere de ödül töreni yapacağım. İmkan doğrultusunda. Davetlimizsin. Sensiz olur mu Bedro ? “
Onların bu hali, orada bulunanları kahkahalara boğmuştu. Ziyaret saatinin bitmesiyle öğretmenler okula, Habip Bey’ de işlerini takip etmek üzere işyerine gitti.
Son günlerde, okulun üzerinde dolaşan karabulutlar, yerini güneşli bir havaya bırakmıştı sanki. Bu durum öğrencilere hissettirilmek istenilmese de, öğretmenlerinin düşünceli ve dalgın halleri, çoğu öğrencinin dikkatini çekmişti.
Teneffüste, bahçede toplanmış bir grup öğrenci, fısıltı gazetesinden duydukları haberleri birbirine aktarıyordu. Bu öğrencilerden biri olan Secaattin, hareketli bir çocuktu. Pratik zekası ve şakaya düşkünlüğü nedeniyle, okulun maskotu gibiydi sanki. Her taşın altından o çıkar, organizasyon işleri ona verilirdi. Bu konuda marka olmuştu sanki. Yine şakacı tarafa öne çıkmış, bu durumda bile yanındakilere doping yapıyordu sanki. Eline bir ip almış, arkadaşlarını bağlamak için koşturup duruyordu arkalarından.
Kendi halinde, çalışkanlığı ile tanınan Ayşe Duran, dikkatle anlatılanları dinliyor ve sanki kafasında bu durumla ilgili bir plan yapıyor gibiydi. Onun yanında, endişeli gözlerle olayları dinleyen, okulun duygusal öğrencilerinden Nurcan, ağlamaya başlamıştı.Her olaya, duygusal yaklaşır ve her üzüldüğünde, göz yaşlarını salıverirdi. Bu durum, diğer arkadaşları tarafından alay konusu olmuş ve adı sulu göz Nurcan’ a çıkmıştı. Onu gören, haşarı bir öğrenci gibi gözükse de, çekingen bir kişiliğe sahip Şenol, bir taraftan üzüntüyü azaltmak amacıyla, Sarıgöl mahallesindeki karakterlerinden kısa ve komik konuşmalar yapıyordu onlara.
“ Abe er bi taraf göl oldu. Yüzme bilmeyen ülecek be yav. Ağlamayın be .“ diyerek, onları neşelendirmeye çalışıyordu.
Az ötesinde, elindeki blok nota bir şeyler karalayan Don juan Selahattin, bir taraftan arkadaşlarını dinliyor, bir taraftan da, içinden gelenleri elindeki kağıda not ediyordu. En duygusal şiirler ve denemelerini bu şekilde ortaya çıkarıyordu sanki.
Hürrem, Canan,Eser,yüzlerinde oluşan telaşlı bir merakla arkadaşlarının yanında yer aldılar. Karşılarında bu duruma isyan eden Türkan, “ Susma, sustukça sıra sana gelecek” diyerek tepkisini gösteriyordu. Arkadaşlarının üzerinden dualarını eksik etmeyen Aydınlı Ayşe ise bir taraftan içinden nazar duaları okuyor ve okuluna ve arkadaşlarına gitmesi için Allah’a yalvarıyordu. Üzüm karası gözleriyle, arkadaşlarını duygulanarak seyreden Üzüm karası ,Hazan ve Zeynep ise bir çare düşünür gibi bir halleri vardı.
Okula, yeni bir uygulamayla, sene başında; pansiyonlu yatılı öğrenci de alınmıştı. Bunlardan biri olan Direniş, heyecanlı ve bir o kadar da vatanseverdi. Lahey’ den memleketine eğitim almak için gelmişti. İstiklal marşı okunurken, gözlerinden bir iki damla iniverirdi kendiliğinden. Laz uşağı, esprileri ile arkadaşlarını gülmekten yerlere yatırırdı. Saadet ise otoriter tavırları ile kavgaları, barış elçisi edasıyla barışa çevirirdi. Bütün öğrenciler, aynı anda tek yürek olmuş, eğitim yuvalarının geleceği için endişe duymaktaydı.
Orada bulundukları süre içinde, hemen karar verdiler. Biraz karar vermeleri zor olsa da, kermes düzenleyerek, okullarına katkıda bulunacaklardı. Normal zamanlarda, her sınıf, diğer sınıflara karşı üstünlüğünü göstermek isterlerdi. Gizli, bir rekabet vardı aralarında. O yüzden de, karar verirken epey bir tartışma da yaşanmıştı aralarında. Her ne kadar aralarında anlaşmazlık olsa da, konu okulları, dostluk, birlik ve beraberlik olunca, birbirlerine kenetlenirlerdi. Türkiye’nin her yerinden öğrenci vardı okullarında. Kültür farklılıkları ve yaşam şekilleri ilişkilerine hiç yansımamıştı. Onlar, birlik ve beraberliklerini hiç kimseye bozdurmamışlardı. En sonunda alınan kararla, kız öğrenciler, evde yaptıkları kek, kurabiye, börek ve hamur işlerini, kermeste satarak gelir elde edeceklerdi.
Tam o sırada, okulun bahçesinde gezinen Refika öğretmen, istemeden bu konuşmalara tanık olmuş ve yanlarına gelmişti. Öğrencilerin bu davranışı onu çok duygulandırmıştı. Yanlarına gelerek, olayı iyice dinledi. Birden aklına, boş zamanlarında, evde yaptığı kırkyama örtüler geldi. Pekala da, onları kermeste satabilirdi. Öğrencilere döndü ve ;
“ Çocuklar, kermesin organizasyonunu bana bırakın. Ben, idare ile görüşürüm. Benim de, kafamda projeler var. Haydi, sınıflarınıza. “
Zilin çalmasıyla birlikte sınıflarına gitmek üzere dağıldılar. Bütün okul tek yürek olmuş ve kenetlenmişti.
Türkçe öğretmeni Ali Bey, okula geleli iki yıl olmasına karşın, bütün okul tarafından sevilen ve sayılan bir insandı. Türkçe derslerini öğrencilere sevdirmişti. İlk işe başlamış bir öğretmenin heyecanını hissediyordu sınıfa girerken.
Nermin Hanım, masasında otururken, son dönemde yaşadıklarını düşündü bir an. Onca yıllık meslek hayatında yaşadıkları aklına geldi. Yazdığı öykülerin çoğunu, çalıştığı ortam ve hayattan esinlenerek ortaya çıkarmıştı. Buraya geldiği günden bu yana da güzel günler geçirmiş, çalışma arkadaşları ve öğrencilerinden çok şeyler öğrenmişti hayata dair. Şu son olaylar da, insanlığın, arkadaşlığın ve dayanışmanın hala var olduğunun kanıtıydı. Üstelik, yetenekleri de ortaya çıkarmıştı bu vesileyle. Yarışmaya katılacakları zaman, öğretmenler tarafından öğrencilerine verilen ödev niteliğindeki eserler toplanmış ve masasının üzerinde bekliyordu. Son bir incelemeden sonra e-posta ile yarışma için verilen adrese gönderecekti.
Eserleri okudukça, öğretmen arkadaşları ile gurur duyuyor ve koltukları kabarıyordu. Özel bir eğitim kurumu olmalarına rağmen, son dönemde, okumak isteyen öğrencilere, yatılı pansiyonlu öğrenci alarak yardımcı olmaya başlamışlardı. İçlerinde okuma isteği olan bu gençler, yapılan bu hizmetin karşılığını, okumak isteyen gençlere, burs vererek ödeyeceklerdi. Hiçbir iyiliğin karşılıksız kalmayacağına inanan bir insandı kendisi. Eğitimci bir babanın kızı olan Nermin Hanım, eğitimin ne kadar önemli olduğunun bilinciyle hizmet vermişti . Hiçbir öğrencinin, diğerinden üstün olmadığı felsefesiyle, bugüne kadar haksızlık yapmamaya çalışmıştı. Yarışmanın ödülünden çok, öğrenci ve öğretmenlerin gayreti onu duygulandırmıştı. O yüzden de eserlerin seçiminde gereken özeni göstermeli ve en güzel eseri göndermeliydi yarışmaya. Kararsızlık içinde, başını koltuğuna yasladı. Masasının üzerinde, o ana kadar dikkatini çekmeyen bir kağıda gözü ilişti. Eline aldı ve yazıyı okumaya başladı. Bitirdiğinde, bu okuduğu öykünün tesirinde kalmış olduğunu farketti. Çok tanıdık gelmişti . Kendinden çok şeyler bulmuştu. Eserin altında, yazarına ait isim de yazılmamıştı nedense. Gizlice bırakılmış olmalıydı. E- posta ile göndereceği eserlerin arasına koydu ve ;
“ Evet ! Bunu da mutlaka göndermeliyim. Bu öykü çok tanıdık geldi bana. Sanki bizden bir öykü. “
Tacettin Bey’in eksikliğini bir kez daha hissetti. Babacan tavırlarıyla, müdüründen çok ağabeyi gibi yakın hissediyordu . Tüm sorumluluk üzerine binmişti. Belki de bu şekilde pişecek, olgunlaşacaktı.
Refika öğretmenin, idare ile görüşmesi sonucunda, kermes günü belirlenmişti. Öğrenciler, kermes için hazırlıklarını tamamlamış ve gerekli ilanlar da idare tarafından yakın mahalleye ve okula asılmıştı. Erkeklerin ellerinden el işi ve benzeri becerileri sonucunda bir şey çıkmadığı için onlarda, organizasyon ve diğer işlerle ilgileneceklerdi. Bu durumu açıklayan kız öğrencilere tepkilerini göstermişlerdi o yüzden. Aralarında konuşarak, kermeste kısacık da olsa bir bölümlük doğaçlama skeç yapacaklardı. Hem ziyaretçilerin dikkatini çekecek, hem de hepsi eğleneceklerdi.
Kermes gününde, Tacettin Bey’ in çok fazla dışarıya çıkması tavsiye edilmese de , kendi isteğiyle, okulun bahçesindeki sandalyede yerini almıştı bile. Kurulan stantlara yerleştirilen yiyecekler, ziyaretçiler tarafından kısa sürede satın alınmış, buz gibi servis edilen limonatalar da kısa sürede bitmişti. Skeçin bitiminde, Özel Edebiyat Lisesinin bahçesi kahkahalarla çınlıyordu. Günün sonunda, ortaya konan hasılat yorulduklarına değecek kadar vardı.
Habip Bey, hastane dönüşü, kullanmadığı yazlığını satmak için gazeteye ilan verdi. Bir iki gün içinde de hiç tahmin etmediği bir fiyata yazlığını sattı. Parayı alır almaz, alacaklı kişinin avukatıyla görüşerek, okuldaki haczi kaldırdı. Okulu kurtarmış ve içi rahatlamıştı.
Bu haber duyulduğunda, okulda sevinç nidaları yükselmişti. Öğrencilerin yüzü gülmeye başlamış ve derslerin işlenişine bile yansımıştı. Daha dikkatli dinliyorlardı öğretmenlerini.
Tacettin Bey görevine başlamış ve Nermin Hanımın son zamanlardaki sorumluluğu da hafiflemişti. Sıra ödül törenine gelmişti en nihayetinde.
Okulun bahçesi, hiç olmadığı kadar kalabalık ve neşeliydi. Masalar, güzel örtülerle süslenmiş, müzik kabiliyeti olan öğrencilerin oluşturduğu enstrümanların eşliğinde, koro oluşturulmuştu. Milli Eğitim Müdürü de davet edilmiş ve Tacettin Bey ile koyu bir sohbete dalmışlardı.
Bütün öğrenci ve öğretmenler orada toplanmıştı. Öğrenci ailelerinden de gelenler olmuş ve yerlerini almışlardı. Koro ise her yöreden, türkülerle coşkuyu arttırıyordu.
Tacettin Bey, hastanede arkadaşına verdiği sözü unutmamıştı. Kasap havasının çaldığı bir anda, ortaya çıktı ve ;
“ Haydi Bedri, şimdi eğlence zamanı. Söz vermiştim ya. Sözümüzü tutalım “
İki arkadaş, karşılıklı oynamaya başladılar. Müziğin davet edici melodisine kaptıranlar da kendilerini ortada bulmuştu.
Sıra ödül törenine gelmişti en nihayetinde . Kimse, kendine itiraf edemese de, içlerinden “ Acaba benim eserim olabilir mi ?“ sorularını geçirmekle birlikte, heyecanla sonucu beklemekteydi.
Mikrofonu eline alan Tacettin Bey;
“ Hepiniz hoş geldiniz. Sevgili öğrencilerimiz ve sayın velileri, sevgili öğretmen arkadaşlarım. Bu güzel ve mutlu günümüzde bizi yalnız bırakmadığınız için teşekkür ediyorum. Son zamanlarda, iyi ve kötü günler yaşadık. Bu bizim için bir sınavdı. O sınavı Allah’ ın izni ile hasarsız bir şekilde atlattık. Kendi adıma konuşacak olursam, çok şanslı hissediyorum kendimi. Biliyorsunuz, okulumuz ülkelerarası bir yarışmada dereceye girdi. Bu başarı hepimizi çok sevindirdi ve onure etti. Biz de idare olarak, bizi temsil eden öğrencimize, naçizane birer ödül vermek istedik. Şimdi... Bu eserin yazarını buraya davet ediyorum. Edebiyat Defteri...
Okulun öğrenci ve öğretmenleri el ele tutuşarak, ödüllerini almak üzere masaya geldiler. Onlar hep beraber haketmişlerdi bu ödülü...