34
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2408
Okunma

Gazetesinin yarın ilk baskısı çıkacağı için oldukça heyecanlıydı.
Artık son hazırlıklarını tamamlanmış, baskı aşamasına gelinmişti. İlçe stratejik olarak önemli bir konuma sahip olmasına karşı yerel basına gereken önem verilmemiş ve ihmal edilmişti uzun yıllar. Bu görevi ilk kendinin üstleniyor olmasının verdiği haklı gururu taşıyordu.
Gazete çıkarma fikrini ilk eşine açmış ama ondan beklediği desteği bulamamıştı. İlk heyecanı hayal kırıklığına uğramışta olsa arkadaşlarından destek görünce bu işe soyunmaya karar verdi.
İlk baskısında hayırlı olsun mesajlarını ve ilçede meydana gelen ufak tefek olayları konu almıştı. Sessiz sakin bir ilçe olduğundan dolayı pek öyle ele avuca gelir haber çıkmazdı zaten.
Baskıya geçecekleri sırada gelen bir arkadaş telefonuyla her şey alt üst olmuştu. Bu kaçırılacak bir haber değildi. O haberi de hemen baskıya geçirdi alelacele.
Ertesi gün gazeteler dağıtıldığında dedikodular da almış başını yürüyordu. Haber “şok şok şok” başlığıyla veriliyordu.
Kazadan korkunç bir görüntü sayfanın yarısını kaplıyordu. Aşağısı uçurum olan tehlikeli bir bölgeydi kazanın meydana geldiği yer.
"Şok Şok Şok
İlçemizin tanınmış simalarından Ayhan Çardak’ın oğlu trafik kazasında hayatını kaybetmiştir. Bülent Çardak’ın kullandığı otomobil henüz sebebi bilenemeyen sebeplerden dolayı ters dönmüş ve içinde bulunan arkadaşları Alper Öztürk, Kenan İlker olay yerinde, Esat Kılınç ise hastaneye kaldırılırken yolda hayatını kaybetmiştir. Aracın dışına fırlayan ve kimliği henüz belirlenemeyen bir kadın ise halen yoğun bakımdadır.
Doktorlar durumunun ağır olduğunu belirtiyorlar.
Alınan bilgilere göre dörtlünün gece âleminden dönerken kazaya karıştıkları yönündedir."
Bu kısacık şok haber ilçeyi alt üst etmeye yetmişti. Kazaya karışanlar tanınmış ailelerin çocuklarıydı. Bülent Çardak; evli ve bir çocuk babasıydı. Babası ilçe belediye başkanıydı. Herkes tarafından sevilir sayılırdı. Dürüst ve çalışkan bir başkandı ve çocuklarını da o şekilde yetiştirmişti. Ya da öyle zannediyordu.
Alper Öztürk; ilçeye yeni gelmiş bir doktordu. O da henüz iki aylık evliydi.
Kenan İlker ise ilçe müftüsüydü. En çok dedikodu onun üzerine yapılıyordu. İçkinin haram olduğunu anlatırken kendisi gizliden âlem yapıyordu.
Esat Kılınç etrafında dürüstlüğüyle tanınan ve sevilen bir tüccardı. İşine asla hile karıştırmazdı. Elini şimdiye kadar harama uzatmamış insandan hiç beklemezlerdi. Ya o kadına ne demeli! Kimdi, neyin nesiydi?
Hüküm hemen verilmiş ailelerin acısı tazeyken bir de bu dedikoduyla uğraşır ve hesap verir olmuşlardı. Gencecik ölümlere mi üzülsünler, yoksa geride bıraktıkları dedikodulara mı bilemiyorlardı.
Cenazeler kaldırılırken de dillerde hep o kadının kimliği vardı. Kimisi müftünün karısının üzerine kuma getirdiğini, kimisi ise şehirden dönerken yarım bıraktıkları âlemlerine devam etmek için getirdiklerini anlatıyorlardı bir birlerine.
Hatta bazıları işi iyice abartarak bilmem hangi pavyon ismini verip orada gördüğünü dahi söylüyorlardı.
Gazete sahibi Engin oldum olası Bülent ile anlaşamaz ve onu kıskanırdı. Bu kaza onun için iyi bir haber olmuştu. Her gün kulaktan dolma haberlerle bu işin peşini bırakmamaya kararlı görünüyordu. Hem bu haber sayesinde itibarı oldukça artmıştı. Gelecek sene belediye başkanlığı seçimlerinde oldukça işine yarayacaktı.
Engin’in babası bir hafta boyunca süren ve ardı arkası kesilmeyen bu haberden oldukça rahatsız olmuş ve oğluyla konuşmaya karar vermişti.
Bir akşam oğlunu evine çağırdı ve gazeteciliğin bu demek olmadığını, kulaktan dolma bilgilerle ve araştırmadan haber yapılamayacağını anlattı. Fakat Engin’in umurunda değildi. O yıllardır intikam almak için beklediği haberi bulmuştu ve bundan sonuna kadar vazgeçmeyecekti.
Bir haftanın sonunda artık bu haberin bayatladığına karar verdi ve son bir yazıyla bu işe bir nokta koymaya karar verdi.
"REZALET!..
Bir hafta önceki o talihsiz kazayı ve sonrasında yaşananları hepiniz biliyorsunuz. Aile itibarını hiçe sayan ve arkasında gözü yaşlı bir eş ve çocuk bırakarak, sırf zevki uğruna ölüme giden biri için ne denebilir ki daha! Tüm bu olanlardan insanlık adına utanç duyuyor ve o âlemciler adına tüm kadınlarımızdan; analarımızdan, eşimizden ve bacılarımızdan özür diliyorum."
Yazısının henüz sonuna gelmemişti ki bir telefon geldi.
Bir hafta önceki kazanın meydana geldiği yerde, uçurumun dibinde köylüler bir araç fark etmişler ve yetkililere haber vermişlerdi. Araç içindekiler tanınamayacak bir haldeydi.
Görüntü korkunçtu ama gazeteciliğin gereğini yerine getirmeli ve bunu haber yapmalıydı. Birçok kare fotoğraf çekti. İçinin kaldırmadığını hissediyor ama gazetesi uğruna tüm bunlara katlanıyordu.
Bir ara başı döndü, bayılacağını zannetti, ama kendini çabuk toparladı.
Bu sırada hastane kimliği meçhul kadın ayılmış ifade veriyordu.
_ Eşim oldukça yorgun görünüyordu. Defalarca uyardım biraz dinlenmesi için ama o beni dinlemedi. Gideceğimiz yere bir an evvel varmak istiyordu.
Yavaşlaması ve dikkat etmesi için yalvarıyordum. O ise bana sinirleniyor, usta bir şoför olduğunu, işine karışmamam gerektiğini söylüyordu. Ne olduğunu anlayamadım bir anda önümüze araç çıktı dönemeçte. Ben çarpmanın etkisiyle araçtan dışarı fırladım. Arabamızın uçurumdan aşağı düştüğünü hatırlıyorum hayal meyal. Kızım, oğlum….
Devamını getiremeden hıçkırıklara boğulmuştu.
Bir haftanın sonunda olay aydınlanıyordu aydınlanmasına ama daha düne kadar ölenler hakkında söylenmedik söz bırakmayanlar şimdi sus pus attıkları onca iftiranın hesabını verememenin sıkıntısını yaşıyorlardı.
Herkes ertesi sabah gazeteye göz attılar acaba ne yazıyor diye ama bu konu hakkında en ufak bir yazı yoktu. Kazanın etkisiyle çalkalanan ilçe o eski sakin günlerine dönmüşe benziyordu bir haftanın sonunda.
Bilmem öykü kimlere tanıdık geldi! Fakat bildiğim bir şey varsa o da biz insanların ne kadar peşin hükümlü olduğumuz ve olayları anlamadan dinlemeden kendimizce yorum yaptığımız ve kendi anlattığımız hikâyeye kendimizin inandığı.
Çok değil birkaç hafta önce meydana gelen trafik kazasında bulunduğu araçtan diğer çarpıştığı aracın yanına düşüp hayatını kaybeden bir bayanın hakkında çıkan dedikodunun yansımasıydı. O bayan ne yazık ki bu kadar şanslı değildi. Kazaya karışan diğer aracı tanıyanlar yerde yatan bayanı görünce hemen hükümlerini vermiş ve âlemden dönerken kazaya karıştıklarını duyurmuşlardı tüm ilçeye. İşin aslı akşam saatlerinde anlaşılana kadar dedikodu çoktan almış başını gitmişti.
Dedikodu bir yana ama Allah hepimizi kuru iftiralardan korusun.
O zavallı kadının bir de kazadan sonra yaşadığını farz edelim ve hakkında çıkarılan dedikoduları duyduğunu. Bu günahın hesabını kim verecekti veya verebilecek miydik? O hayatını kaybetti, hakkında konuşulanları duymadı ama ya Yüce Yaradan? Akşama kadar atılan iftiraları ve konuşulanları hangi vicdan rahatlıkla hesabını veririm der?
Sizlerin vicdanı rahat mı peki dedikodu ve iftira konusunda?..