35
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3167
Okunma


Bu yazı Edebiyat defteri ajansınca yapılmıştır.
Yapım yılı = 2010
Süresi = 30 dakika
Senaryo= Mustafa Sakarya
Oyuncular = Sevgi Salman- Nermin Kaçar- Aysel Aksümer- Emine Uysal- Mehtap Altan Aynur Engindeniz- Handan Akbaş- Tacettin Yıldırım- Hayrettin Yazıcı- Bedri Tokul - Ahmet Örnek- Ayhan Sarıkaya- Engin Tatlıtürk - İsmet Babaoğlu(Ağyar) – Fikret Tezal – Habip Dağ – Faruk Civelek- Mustafa Sakarya
Özel Edebiyat Lisesi
Okulun genç hademesi Mustafa her sabah erkenden yaptığı gibi, bu sabahta Özel Edebiyat Lisesinin bahçesini süpürüyordu. Bu sırada kapıdan içeri ansızın bu özel okulun sahibi Habip Bey girdi. Mustafa elindeki süpürgesiyle selam vermek için hafif tebessüm ederek ona doğru döndü. Fakat döndüğünde biraz tasalandı! Her zaman yüzünde neşeli bir hal olan Habip Bey şu an oldukça sıkıntılı gözüküyordu.
Özel Edebiyat Lisesinin Müdürü Tacettin Bey bu sabahta hep yaptığı gibi önüne gelen evraklarla uğraşıyordu. O sırada kapı çalındı. Birkaç saniye sonra da içeri Habip Bey girdi. Fakat Habip Bey’in yüzündeki tatsız ifade Tacettin Bey’in de hemen dikkatini çekmişti.
“Hoş geldiniz Habip Bey” dedi gülümseyerek.
“Hoş Bulduk Hocam” dedi Habip Bey. Ardından dertlenmiş bir şekilde konuşmasına devam etti:
“Tacettin Hocam sizinle biraz konuşmak istiyorum. Biliyorsunuz, biz bu okulu açarken iki ortaktık. Sonra olmadı; Kerem Bey ortaklıktan ayrıldı. Ayrılırken de ben ona buradaki hissesine istinaden senet imzalayıp verdim. Siz de biliyorsunuz ki son zamanlarda okulumuzun parasal sıkıntısı var. Öğretmenlerimizin maaşlarını bile zamanında ödeyemiyoruz. Hadi, sağ olsunlar öğretmenlerimiz büyük vefa gösterip ücretlerini eksik ya da geç alsalar bile durumu anlayışla karşılıyorlar. Fakat asıl sıkıntı şu hocam; eski ortağıma verdiğim senedin günü dolmasına rağmen ödeyemedik. Kendisine rica etmeme rağmen senedi işleme koymuş. Yani icraya vermiş. Anlayacağınız Tacettin Hocam okulumuzu her an elimizden alabilirler.
Bu tatsız sözler üzerine Tacettin Bey’in bir anda göğsü sıkıştı. Nefes almakta zorlanmaya başladı. Evet, sıkıntılı bir dönem yaşıyorlardı. Fakat türlü özverilerde bulunup bunları bir şekilde aşıyorlardı. Açıkçası bu senet meselesinden hiç haberi olmamıştı. İçini derin bir efkar kapladı. Burası onun evi gibiydi. Yuvasıydı. Öğretmenleri can ciğer kardeşleri, öğrencilerinse her biri öz evladı gibiydi. Gözleri doldu. Ne yani şimdi bu mutlu yuva dağılıyor muydu yoksa?
Habip Bey, konuşmasının ardından Tacettin Bey’in yüzüne baktı. Onun yüzündeki derin acıyı aynı ağırlıkta yüreğinde hissetti. Ne yazık ki elinden şu an bir şey gelmiyordu. Eski ortağı Kerem Bey’den biraz zaman istemesine rağmen olumlu bir karşılık alamamıştı. Bankalarsa ikinci kez çekmek istediği krediyi riskli bulup vermemişlerdi. Okula icra gelişini keder içinde seyretmekten başka çaresi yoktu artık.
“Tacettin Hocam ben size durumu bildiriyorum. Yarın haciz memurları geldiğinde siz, bana da haber verin ben de burada olmak istiyorum. Şimdilik hoşça kalın.”
Tacettin Bey, Habip Bey’in gidişinin ardından ıstırap içinde kalkıp pencereyi sonuna kadar açtı. İçi daralıyordu şu an. Tam bu sırada içeri Edebiyat öğretmeni Aysel Hanım girdi. Oldukça neşeliydi.
“Tacettin Hocam güzel bir haberim var, bu sabah gazeteye bakarken tesadüfen bizim okulla ilgili bir haber okudum. Öğrencilerimizin başarılarıyla ilgili bir habere yer vermişler. Çok gururlandım. Size de haber vereyim dedi. Ama Tacettin Bey’in yüzündeki kederli hali, ancak konuşmasının sonunda anlayabildi. Az önceki neşesi kayboldu. Yerinden kalkıp Tacettin Bey’in yanına geldi. Elini onun omzuna koyup, ciddi bir tavırla:
“Hayırdır Hocam ne oldu! Sizi hiç iyi görmüyorum.” Diye sordu.
Tacettin Bey, nemlenmiş gözleriyle derin bir “off” çekti. Birkaç saniye durduktan sonra üzüntüsünden titremeye başlayan sesiyle bu sabah duyduklarını anlatmaya başladı. O anlattıkça Az önce sevinç içinde bulunan Aysel Hanım’ın yüzü kızarıyor,
yutkunmakta zorlanıyordu.
Tacettin Bey, olanları olduğu gibi anlattığında Aysel Hanım içlenerek:
“Hocam yapmayın! Ne diyorsunuz siz? Lütfen bunun kötü bir şaka olduğunu söyleyin bana. Lütfen” Bunları söylerken gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
Şu an öğretmenler odasında gelecek dersini bekleyen Mehtap Hanım büyük bir merakla elindeki şiir dergisini karıştırıyordu. Derginin ortasına geldiğinde gözleri hafifçe parladı. Bir yazarla yapılan söyleşiden bahsediliyordu. Bu tip yazılara ayrı bir hayranlık duyardı. İlgiyle okumaya başladı. Kendisiyle röportaj yapılan yazar, söyleyişinin bir yerinde Dünya yazarlar birliğinin liseler arası ödüllü yarışmasından bahsediyordu. Özellikle bu kısmı okurken yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Bu yarışmaya pek ala kendi öğrencileri de katılabilirdi. O an aklına bir fikir geldi. Derginin sayfasını kapatıp karşısındaki sandalye de oturan edebiyat öğretmeni arkadaşı Emine Hanım’a döndü:
“Emine Hocam… Huuuuu. Emine Hocam size diyorum.”
Emine Hanım, Mehtap Hanım’ın ancak bir kaç kez yüksek sesle kendisine seslemesinden sonra onu duyabildi.
“Mehtap Hanım’cım kusura bakmayın ya! Bu aralar benim kulaklar pek mesai yapmıyor, haşarıların sesinden iyice abondone oldular.”
“Rica ederim Hocam. Az önce elimdeki şu dergide bir haber gördüm de. Sizinle paylaşmak istedim. Tüm dünyadaki liseler arasında bir edebi yarışmadan bahsediliyor. İçinde şiir, makale, öykü, deneme gibi dallar var. Hem de birincilere hatırı sayılır oldukça ciddi para ödülleri verilecekmiş. Bir an aklıma acaba bizim çocukları da bu yarışmaya soksak mı diye geldi?.”
Emine Hanım’ın yüzünde sevimli bir hal belirdi.
“Öyle mi? dedi Emine Hanım. “Tabi ki neden olmasın. Peki ne zamanmış bu yarışma?”
Mehtap Hanım hemen elindeki derginin sayfalarına yeniden baktı. Heyecanla haberin bulunduğu sayfaya geldi, ama gelip de okumaya başladıkça yüzü asıldı! Yarışmaya çok az bir zaman vardı. Bu zaman içinde hazırlanmaları çok zordu.
“Emine Hanım sanırım biz geç kalmışız. Katılım tarihi neredeyse dolmak üzere. Neyse sağlık olsun.”
Bu tatsız haber Emine Hanımı da nedense çok üzdü.
“Tüh” dedi Emine Hanım ne güzel olurdu vallahi. Ne yapalım belki seneye katılırız inşallah.
Aysel Hanım öğretmenler odasına girmeden önce elindeki mendille gözlerini iyice kuruladı. Saçlarını düzeltti. Fakat içeri girdiğinde kendisine bakan diğer öğretmen arkadaşları onun canının bir şeylere sıkıldığını hemen fark ettiler.. Her zaman yüzünden gülücükler eksik olmayan Aysel Hanım şu an oldukça perişan durumdaydı.
Bir köşede elindeki günlük gazeteyi dikkatlice kontrol eden Fikret Bey, dayanamayıp sordu:
“Aysel Hanım ne oldu. Tatsız bir şey mi var yoksa.?”
Tam bu sırada okulun teneffüs zili çaldı. Öğretmenler odasına önce Aynur Hanım, ardından Ahmet ve Hayrettin Bey’ler girdiler. Ve içeri girer girmez de buradaki sıkıntılı durumu fark ettiler.
Şimdi buradaki herkes Aysel Hanım’ın, Fikret Bey’in sorusuna ne cevap vereceğini merak ediyordu.
Aysel Hanım oradaki bir sandalyeye yavaşça oturdu. Oldukça moralsiz bir şekilde konuşmaya başladı. O konuştukça, moralsizlik bulutu odadaki herkese bir karabasan gibi çökmeye başladı. Konuşmasını bitirdikten sonra odada derin bir sessizlik oldu. Biraz sonra bu sukuneti bozansa Fikret Bey’in isyan eden konuşması bozdu. Fikret Bey oldukça hararetli konuşmasında eğitim sisteminin bozukluğundan, iç düşmanlardan, dış düşmanlardan, askerlerden, siyasilerden, Amerika’dan, İsrail’den bahsediyor. Bu çarpıklıların ancak cesaretle sona erdirileceğini söylüyordu.
Fikret Bey’in konuşması bittikten sonra herkes derin bir düşünceye dalmıştı. Bundan sonra ne olacaktı. Bu güzide okul kapanacak mıydı? Bu örnek aile yok mu oluyordu? Hepsinin içinde şimdi derin bir acı vardı. Bu işin bir yolu olmalıydı. Acaba o senet için ne kadar para gerekliydi. Şimdi bütün öğretmenler oldukları yerde derin bir “of” çekiyor, umutsuz bir şekilde birbirlerinin yüzlerine bakıyorlardı. İşte tam bu sırada Emine Hanım yüksek ve kararlı bir tonda:
“Mehtap Hocam o bahsettiğiniz yarışma ne zamandı diye sordu. Olayı bilmeyen diğer öğretmenler de şaşkınlıkla Mehtap Hanım’a döndüler yüzleri.
Mehtap Hanım telaşla yeniden dergiye baktı.
“Bir hafta var.”
Tacettin Bey sabahtan beri odasında derin bir sessizliğe bürünmüştü. Kaygı içerisinde gelecek günlerde yaşanması muhtemel kötü olayları düşünüyordu. Ne acıydı; öğrencilerin ders yaptıkları masalar, sandalyeler, bilgisayarlar haciz yoluyla bir bir ellerinden alınacaktı. Bunları düşündüğü sırada, kapı çaldı. İçeri Önce Aynur Hanım, Ardından Hayrettin Bey girdi. Söze ilk başlayansa Hayrettin Bey oldu.
“Hocam bugün hepimizi kahreden bir haber aldık. Okulumuza haciz geliyormuş doğru mu?”
Tacettin Bey, zor anlaşılan bir sesle ancak, “evet” diyebildi.
“Tacettin Hocam” dedi Hayrettin Bey. “Biz öğretmen arkadaşlar olarak aramızda bir fikre vardık. Ne kadar olur, ne kadar olmaz bilmiyoruz! Ama yinede size söylemek istiyoruz. Açıkçası şu an bize para gerekiyor değil mi? Bakın Hocam Mehtap Hocam uluslararası bir yarışmadan bahsetti. Öğrencilerimizin katılabileceği, kazananlara oldukça yüksek para ödülü verilen bir yarışma. Sizin de müsaadenizle biz bu yarışmanın her kategorisine katılmaya karar verdik. Ne dersiniz?”
Tacettin Bey’in gözleri yine dolu dolu olmuştu. İşte böylesine fedakar öğretmenlerinden ayrı kalma olasılığının acısını yaşıyordu şu an. “Bu yarışma işi her ne kadar denizdeki bir balık diye olsa da..Olsun bakalım” diye geçirdi içinden. Ama şu an karşısında kendilerine bir şeyler demesini bekleyen Aynur Hanım ve Hayrettin Bey’in şevkini kırmadan sadece şunu söyledi.
“Sizlere güveniyorum. Kendi aranızda siz organize edin, ben de gereken yazışmaları yaparım. Ve….ve….. ve ben sizlerle gurur duyuyorum arkadaşlar.
Ders saati bitmiş şimdi Öğretmenler odasında hummalı bir çalışma başlamıştı. Birkaç saat sonunda yarışmaya hangi öğrencinin girmesi ve bu öğrenciye hangi öğretmenin eşlik etmesine karar verilmişti.
Buna göre yarışmanın deneme bölümüne Aynur Hanım’ın tavsiyesiyle edebiyata olan sevgi ve bilgisiyle öğrencilerden İsmet seçilmişti. Yine bu öğrenciye Aynur Hanım yardımcı olacaktı.
Makale yarışmasına bu konularda oldukça tecrübeli olan Tarih öğretmeni Engin Tatlıtürk’ün önderlik yapmasına karar verilmişti. Kendisi de bu yarışma için her yazısını çok başarılı bulduğu öğrencisi Handan’ı seçmişti..
Şiir konusunda bayrağıysa hiç tereddütsüz Edebiyat öğretmeni olan Ahmet Bey’e vermişlerdi diğer öğretmen arkadaşları. Ahmet Bey’se bu konuda yarışacak öğrencisi olarak hiç düşünmeden gelecekte kendisinden çokça söz edileceğine inandığı Faruk’u belirlemişti.
Hikaye yarışmasının sorumluluğunuysa Emine Hanım’a bırakmışlardı. O da
bu konudaki seçimini çok sevdiği öğrencisi Ayhan’dan yana kullanmıştı.
Ertesi gün Aynur Hanım sınıfta ders işliyordu. Birkaç dakika sonra teneffüs çaldı.
Bütün öğrenciler sınıftan dışarı çıkarken Aynur Hanım İsmet’e “sen kal” dedi. İsmet’in bir anda rengi attı! Bu hocalarından çok çekinirlerdi. Her yazılarını bir laborant titizliğiyle didik didik eder, kriminal şube gibi inceler ondan sonra notlardı. Ama bu sayede de birçok yanlışlarından kurtulmuşlardı. Çekinerek Hocasının yanına geldi:
“Buyrun Hocam!”
“Bak İsmet sana bir şey söyleyeceğim.” Dedi Aynur Hanım ve okulun şu an içine düştüğü zor durumu ve bu yarışmayı kazanırlarsa belki bu zorlu durumu aşabileceklerini anlattı.
“Hocam tabi ki elimden geleni yaparım.” Dedi İsmet. “Ama ben deneme yerine yorum yapsam!”
“Saçmalama İsmet.. O yarışmada yorum kategorisi diye bir bölüm yok. Hem senin o meşhur yorumların edebiyat defterinde kaldı artık. Ne edebiyat defteri ya! Bak bana da saçmalattın şimdi. Hadi sen şimdi git Katmantu da mı yazarsın nerede yazarsan yaz. Sonra bana getir.”
Okulun haylaz öğrencilerinden Ayhan Sarıkaya, okulun bahçesinde bir kız arkadaşına baştan çıkarıcı sözler söylemekle meşguldü. Bu sırada Emine öğretmen’in kendisine doğru geldiğini gördü. Toparlandı.
“Merhaba öğretmenim”
“Merhaba Ayhan” dedi Emine öğretmen ve o da okulun karşı karşıya kaldığı kötü durumdan bahsetti.
“Hocam siz yeter ki isteyin ben hemen yazarım” dedi Ayhan.
“Biliyorum yazarsın evladım.” Dedi Emine Öğretmen. “Ama bu yazacağın öyle çok özgün olmayacak. Başımızı yakma sakın. Öyle korkusuz Selim gibi çok cesurca olmasın."
“Anlamadım” Hocam dedi Ayhan şaşkınlıkla. “Korkusuz Selim de kim?”
“Neyse sen şimdi korkusuz Selimi boş ver” Dedi Emine Hanım. “ İleride o bahsettiğim adamın serisini yazmaya başlayınca anlarsın kim olduğunu!”
“Hocam” dedi Ayhan. Yalnız bu ara ben haçlığımı çıkarmak için pazarlara takılıp, iç çamaşırı satıyorum. Hani konu bulmak için pek vakit bulamayabilirim.”
“Olsun, dedi Emine Hanım. “Sen de konuyu oradan çıkarırsın.”
Ahmet Hoca, öğretmenler odasından çıkıp ders yapacağı için sınıfa doğru ilerliyordu. Tam sınıfa yaklaştığı sırada kapının önünde bir kalabalık gördü. Şaşırmadı. Sınıfın erkek öğrencileri her zaman olduğu gibi yine Faruk’un başına toplanmış sevgililerine vermek için ondan şiir yazmasını istiyorlardı. Öğrenciler Ahmet Öğretmenlerini görünce hemen sınıfa girdiler. O sırada Ahmet Bey:
“Faruk” dedi.
Faruk biraz korkuyla olduğu yerde durup, “Efendim hocam” dedi.
Ahmet Bey, Faruk’un yanına gelip bu çok sevdiği efendi öğrencisinin omzuna eline koydu. Meseleyi anlattı.
Faruk onur duymuştu kendisinin böyle bir göreve seçilmesinden dolayı.
“Elbette Hocam elimden geleni yaparım. Beni seçtiğiniz için çok teşekkür ederim. Umarım okuluma bir faydam olur.”
Engin Bey, az önce nöbetçi öğrenci aracılığıyla sınıfa çağırttığı öğrencisi Handan’la konuşuyordu.
“Sevgili Handan durum anlattığım gibi. Biliyorsun senin yazılarına ben hep 10 numara veririm. Duygu, içerik, kurgu hepsi şahane. Çoğu zaman benim gibi bir adamı bile hep duygulandırırsın yazdıklarında.
Handan gözleri dolmuştu. Çok sevdiği hocası şimdi kendisine böyle mukaddes bir görev biçmişti.
“Hocam” dedi Handan. “Yalnız şu aralar yurt dışında çocuklarım gelecek, pardon ya! Kardeşlerin diyecektim, bu kısmı edebiyat defterindeki bir yazımla karıştırdım. Onlar varken ne kadar yazarım bilmiyorum ama yine de elimden geleni yapacağıma emin olabilirsiniz.”
Engin Bey, biraz tuhafça Handan’ın yüzüne baktı:
Kızım edebiyat defteri de ne?” Kafan karışık gibi! Neyse sen şimdi git hazırlan. Yazmaya başlamadan önce üç kere eüzü besmele çekmeyi unutma sakın. Bittikten sonra da elhamdülillah dersin tamam mı? Hadi bakalım Allah yar ve yardımcın olsun.
Ertesi gün..
Okulun hademesi Mustafa okulun kapısında girmek için izin isteyen aracın şoförüne yanaştı.
“Buyrun kime baktınız.”
“Biz buraya bir haciz işlemi yapmak için geldik. Bizi buradaki en yetkili kişiyle görüştürür müsün?”
Haciz lafını duyunca Mustafa göğsünde bir daralma hissetti. “Ne demek haciz, neyin haciziydi bu, diye düşünürken, bir anda bu senaryoyu kendinin yazdığını hatırladı ve böyle bir bölümü yazdığı için kendine lanet etti. Ama iş işten geçmiş yazı asılmıştı”
Tacettin Bey, odasında müdür yardımcısı olan Nermin Hanım’la başlarına bela olan bu senet meselesini görüşüyordu. Bir ara okulun bahçesinden minübüse benzer bir arabanın sesini duyunca kaygılandılar. Tacettin Bey tasalı bir şekilde pencereye yaklaşıp bahçeye baktı. Baktığı anda da vücudu alev alev yanmaya başladı. Gelen haciz aracıydı.
Birkaç dakika sonra Müdür Bey’in odasına önce haciz memuru, ardından bu işi alan avukatın bayan katibi girdi.
Bayan katip önce elindeki dosyaya bir göz gezdirdi, ardından Tacettin Bey!e bakarak konuşmaya başladı.
“Müdür Bey, maalesef müvekkilime ait senet bu okulun sahibi Habip Bey, tarafından ödenmemiş. Kendisine yapılan tebligatlara rağmen bir uzlaşı görüşmesinde de bulunmamış. O yüzden senedin karşılığı kadar buradaki eşyaları şu an haczetmek zorundayım.”
Tacettin Bey, yüreği hızla çarpmaya başlamıştı. Ne demekti şimdi eşyaları haczedeceğiz. Bu kadar öğrenci evladı, bu kadar öğretmen arkadaşı bir anda açıkta mı kalacaklardı?
O sırada bu konuşmaları öfke içinde dinleyen Nermin Hanım söze girdi:
“Hanımefendi” dedi Nermin Hanım. Sizi anlıyorum görevinizi yapıyorsunuz. Ama burası bir eğitim yuvası. Herhangi bir sanayi işletmesi ya da çiftlik değil. Lütfen sizden biraz daha anlayışlı olmanızı ve süre tanımanızı istiyorum. Lütfen. Burada okuyanlardan birisi sizin de çocuğunuz olabilirdi.”
“Üzgünüm” dedi bayan katip. “Benim elimden bir şey gelmiyor. Görevimi yapmak zorundayım.” Dedi ve para edecek eşyaları bir bir belirlemeye başladı.
Bu acı manzara karşısında Tacettin Bey’in yüreği daha fazla dayanamadı ve olduğu yere yığıldı.
On dakika sonra bu haberi duyan bütün öğretmenler Müdür Bey’in odasına koşmuşlardı. Şimdi herkes Tacettin Bey’in başında gözyaşı döküyor, ölmemesi için dua ediyordu. Bu arada bu olanlara rağmen bayan katip halen haczedeceği eşyaları belirlemeye devam ediyordu. Bu durumu fark eden okulun Türkçe öğretmenlerinden Sevgi Hanım, hışımla onun yanına gitti:
“Siz ne kadar utanmasınız, ne kadar insaniyetten uzaksınız. Adam sizin yüzünüzden ölüyor, umurunuzda bile değil. Bir dakika durun bakalım! Ne kadar bizim okulumuzun borcu söyleyin bana.”
Bayan katip, Sevgi Hanım’ım bu sert çıkışından oldukça korkmuştu. Elindeki dosyaya bakıp, olan borcu söyledi.
Sevgi Hanım birkaç saniye olduğu yerde kalakaldı. Bir şeyler düşünüyordu şuan.
Sonra birden bire bayan katibe bakıp:
“Bir saniye siz işlemi durdurun ben geliyorum” dedi.
Öğretmenler odasına gitti. Çantasını açtı. İçinde bir beze sarılı sekiz adet bilezik duruyordu. Deliler gibi sevdiği Rahmetli eşinin kendisine bıraktığı bileziklerdi bunlar. Onları bugün bozdurup dünyadaki en değerli varlığı kızı için kullanacaktı. Ama şuan çok önemli bir mesele vardı. Öğrencilerinin geleceği. Hiç tereddüt etmedi. Bilezikleri avucunun içine alıp haciz memurunun yanına yeniden döndü:
“Alın bunları. Şimdilik işlemi durdurun gerisini de ödeyeceğimizi ben taahhüt ediyorum”
Bayan katip memnuniyet içinde Sevgi Hanım’ın kendisine uzattığı altınları aldı.
Ardından:
“Bunlar borcun çok azını karşılayabilir. Ama şimdilik işlemi durduruyorum. Fakat en kısa zamanda borcunuzun tamamını ödeyip bu dosyayı kapatmalısınız. Aksi taktirde bir daha ki sefere eşyaları kaldırmak zorunda kalırım.” Dedi.
Bu sırada çağrılan ambulans gelmişti. Tacettin Bey gelen sağlık ekiplerinin ilk müdahalesin ardından hemen hastaneye gönderildi.
Aradan iki gün geçmişti. Kalp krizi geçiren Tacettin durumu biraz daha iyi olmuş, şu an hastanede göz altında tutuluyordu.
Vizite gezen doktorlara eşlik eden başhekim Bedri Bey, şu an Tacettin Bey’in odasına girerken hem üzgün, hem sevinçliydi. Tacettin Bey’le lise yıllarından beri arkadaştılar.
“Günaydın üstadım” dedi Bedri Bey. Bugün nasılsın bakalım. Merak etme senin gibi koca bir çınarı kimse yıkamaz.”
Tacettin Bey, hüzünlü gözlerle Bedri Bey’e baktı. Onu her yönüyle candan severdi. Sevecendi, insaniydi. Biliyordu ki bu aziz dostu her hastasına kendi yakınıymış gibi bakar, etrafında çalıştığı insanlara beşeriyetin en güzel örmeklerini sunardı.
“Hocam yazımı tamamladım” dedi İsmet.
Aynur Hanım, İsmet’in yarışma için hazırladığı deneme metnini büyük bir dikkatle incelemeye başladı.
Bu arada İsmet korkuyla hocasına bakıyor, içinden “inşallah beğenir, inşallah hemşehri olduğumuzu unutmaz diyordu. Bir de “keşke” diyordu içinden. “keşke hemşehri olduğumuzu hatırlatmak için acaba kağıdı verirken, “Hocaciğium, haçen ödevimi yapmışım daa” gibi mi deseydim diyordu.
Aynur Hanım yazıyı okuyordu. Yüzünde keyifli bir hal vardı. Fakat bir saniye sonra yüzü asıldı. “İsmet!” dedi sertçe. “Bak buradaki virgülün ucu çok uzun olmuş. Olur mu böyle şey canım? Ben size böyle mi öğrettim. Neyse yazın genel olarak çok güzel. Tebrik ederim. Bir on puanda benden. Şey yani bir aferin de benden.”
Yarışmaya çok az bir zaman kalmıştı.
Emine Hanım, Ayhan’ın hazırladığı hikayeye baktı. Bazı yerleri bipledi. “Ah Ayhan.. Ah” dedi içinden. “Şu sınıfta senin kadar özgün olanı yok galiba.
Bu arada Ayhan’ da öğretmenin vereceği tepki ne olacak diye ona bakıyordu,
En sonunda Emine Hanım:
“Tebrik ederim evladım, çok güzel bir konu yakalamışsın. “Pazar aşkı"”
Emine Hanım Ayhan’ı gönderirken gurur dolu gözlerle ardından baktı ona. Sonra çok eskilere, geçmiş yıllarına daldı gitti. Eskiden kendisi de böyle güzel hikayeler yazardı. Hele “içimdeki köz” adlı serisini hiç unutmuyordu. Tam 1133.5567.7789 bölümden oluşan bu seriyi gençlik yıllarından itibaren takip eden okuyucularının son bölümlere doğru çoğunun ömrü vefa etmemiş, yaşlanıp ölmüşlerdi.
Ahmet Bey, Faruk’un yarışma için hazırladığı şiiri okurken duyduğu onurdan dolayı gözlerinden yaşlar süzülmek üzereydi. Faruk yarışmanın uluslararası olmasından dolayı, bu sefer değişiklik yapmış aşk şiiri yerine “Vatanım” adlı çok duygulu bir çalışma yapmıştı. Ahmet Bey’in şiir tutkunluğu herkesçe aşikardı. Onun da yazdığı şiirler dillerden dillere, kalplerden kalplere gezer dururdu.
Handan şimdi büyük bir saygıyla hazırladığı yazıyı kontrol eden Engin Hoca’sına bakıyordu.
Engin Bey, yüzünde tatlı gülümsemelerle yazıyı okuyordu. Ve yazı bittiğinde anlamlı gözlerle bu hanımefendi öğrencisinin yüzüne baktı:
“Seninle her zaman onur duydum ve şimdi de duyuyorum. Candan tebrik ederim seni. Maşallah. Yazılarına ilahi nur tecelli etmiş sanki.”
En sonunda başvuru tarihinin bitimine çok az bir zaman kala yarışmaya gönderilecek eserler Nermin Hanım tarafından Zürih kentinde yarışmanın organize edildiği okula e postayla gönderilmişti. Nermin Hanım eserleri göndermeden önce şöyle bir göz atmıştı. Özellikle de hikayeye.
Kendisi de bir yazar. Hem de kitapları elden ele dolaşan hatırı sayılır bir yazardı. Ve birçok kitabının gelirini okul yapılmasına bağışlamıştı. Şimdiyse az önce okuduğu hikayenin birinci olup okulunu kurtarması için dua ediyordu.
Aradan günler geçmiş olmasına rağmen Tacettin Bey, hala hastanede yatıyordu. Başhekim Bedri Bey, onun burada biraz daha kontrol altında kalmasında fayda olduğunu söylemişti. Ayrıca kendisi birkaç gün önce anjiyo yapıp stend takmıştı.
Tacettin Bey odasında oldukça moralsiz bir haldeydi. Okulun geleceğiyle ilgili karamsar düşünceler onu için için yiyordu. Fakat bugün biraz neşeli olma gayretine girmişti. Edebiyat Lisesinin öğretmenleri onu ziyarete gelmişlerdi.
Aslında şuan keyifli bir şekilde Müdürleriyle sohbet eden öğretmenlerin hepsinin içinde bir burukluk vardı. Belki de birkaç güne kadar bir daha aynı çatı altında toplanamayacaklardı. Ama şimdi bu kahırlı hallerini hasta yatağındaki Tacettin Bey’e hissettirmemeye özellikle dikkat ediyorlardı. O sırada Hayrettin Bey’in telefonu çaldı! Arayan müdür yardımcısı Nermin Hanım’dı. Odadan dışarı çıkıp konuşma başladı. Yeniden odaya girdiğindeyse yüzünde çocuksu bir heyecan vardı. Kendisine bakan öğretmen dostları ve Tacettin Bey’e dönerek:
“Arkadaşlar” dedi hararetli bir sesle. Size çok önemli bir sürprizim var! Şu an televizyonda bizim çocukların katıldığı yarışmanın sonuçları açıklanıyormuş.
Hemen odadaki televizyon açıldı.
Zürih’ teki bir üniversitenin kampüsünden canlı yayın yapan muhabir eline geçen sonuçları açıklıyordu.
“Evet sevgili izleyiciler şu an izliyorum, önce kazanan ülke ve şehirler açıklanıyor.
Hikaye dalında ilk ülke, evet… evet. Türkiyeeeee. Sevgili izleyiciler ilk ödül bize geliyor, şimdide sırada şiir var. Evet…evet….Neee gözlerime inanamıyorum sevgili izleyenler, gözlerime inanamyorum bu ödülde Türkiye’ye geliyor……..”
Muhabirle birlikte odadaki herkes coşuyor birbirleriyle kucaklaşıyordu. Tacettin Bey’in se gözlerinden mutluluk gözyaşları süzülüyordu.
Şimdi herkes merakla diğer kategorilerin hangi ülkeye, daha da önemlisi Türkiye ye gelen iki ödülün hangi okul tarafından kazanıldığının açıklanmasını bekliyordu.
İşte tam bu sırada elektrikler kesildi…….