22
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
910
Okunma

Nazara geldim, iyi mi?
Tam da sevinmiş gülüyordum. Elimdeydi kalbim. Uzatmıştım sahibine tutar diye düşünerek. Dönüp bakmadı bile yüzüne. Lüzumu yokmuş şu ara. Aşk bulaşığı bir kalp işine yaramazmış. Dönüp bakmadı bile, beş paralık bir hükmü yokmuş kimliği olanın yanında.
Az evvel bir sarsıntı atlattım. Ankara da hasar yok ama bulunduğum yerde ben deyim 10 sen de 13 şiddetinde deprem oldu. Sallantı öyle bir kaybettirdi ki dengemi düşüverdi ellerimden zavallı yaslı ve yaşlı kalbim. Kırıldı işte.
Çocukken oyuncaklarımı kırarlardı bugünlerde kalbimi kırıyorlar. Aynı şey midir yoksa bu kalp denilen. Neden kırarlar çocuklar oyuncaklarını. Kolları bacakları kopartılan bebekler, alınır alınmaz tekerlekleri sökülen arabalar. Ablacığımda pek meraklıydı bozmaya. Hiç oyuncak kırmadım. Büyük kayıp benim için. İşte netice… Bin defa geceli gündüzlü kalbini kırarlar böyle büyüyünce ve senin elinden hiç bir şey gelmez nedense. Bakakalırsın öylece acı dolu bir bakışla. Hükmü yoktur kalbinin ve kıymetsizsindir yalan söyleyen sözcüklerin aksine.
Seni seviyorum ne demek?
Hayır, biliyorum ne anlama geldiğini ve emin olun annemin kışa hazırladığı yaprak bidonu gibi tıka basa dolduruyorum içini anlamına dair. Hava almayacak şekilde hazırlanan kışlık konserveler gibi. Neden bilmediğimiz bir sözü kullanıp sonra canına okuruz ki böyle sevdiğimizi söylediğimiz insanların. Söyleyen ne güzel söylemiş “ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın yüzü”… Çöpsüz üzüm derdine düşmüşler meğerse. Biri çıkar neyi ne yaptığını bilmez, öbürü konuşulacak yerde kesip atar, susulacak yerde aslan kesilir.
Günlük İMKB Borsa Endeksi’ne bağlı bir seyirde mübarek sevgi. Bir iniş, bir çıkışta. "Bana şunu verdin ya seni çok seviyorum" yahut " seviyorum evet, ama eskisi gibi mi? hayır, sebebini sen biliyorsun" her ne yapılmışsa artık, bu cümleden itibaren medyum olmak icab ediyor zira.
Kendi Cumhuriyetimi ilân etmeye karar verdim ben. Bağımsız özerk tek kişilik ‘Asran Cumhuriyeti’ni kuracağım. Beni seven arkamdan gelsin lafı var ya, ilk yasakladığım cümle bu dur biline. Aman deyim beni sevmeyin de kimi severseniz onu sevin ne olursunuz? Ben sevgi denilen illetten almışım alacağımı, kâfi geldi. Almayayım daha fazlasını, alana da mani olmayayım.
Topraklarımı belirleyeyim biraz deniz görsün belli mi olur filo filan kurarım belki de ileride. Bir de sincap ordum olsun arka taraftaki ormanda. Tanıdığım tüm gerçek insanlar sanal, yaşamadığım tüm dünya gerçek olsun bu defa. Birkaç tane kedim olsun kendi ülkemde. Gök kubbem benim olsun, toprağım benim olsun. Son kuruşuna kadar nakit ödeyeyim zira kırılan kalbim hasebiyle akıtacağım kanım kalmamıştır. Cumhuriyetimin bekçiliğini, tercihan benden başkasına tahammülü olmayan iki beyaz kurt yapsın. Arada bir başka cumhuriyetlerden misafirlerim gelsin ama mümkün mertebe uzun aralıklarla. Bunlar sevilen misafirler olsun. Bir saniye sevilen misafirler olacaklarsa, yatıya kalsınlar ve hatta şu uzun araları ciddi anlamda kısaltalım. Zerrin kalıcı gelsin, Ceyda’m hep kalsın, Serin zaten kalsın ama Serin daha genç bu aralar kalacak daha iyi yerleri olacaktır onun. Diğer Cumhuriyet’lerden ısrarla gelmek isteyenler olursa onların gelecekleri zamanlarda Cumhuriyetimin bekçilerinin zincirleri bağlanmasın. Ne zaman “msn” deki gibi engellenecekleri belli olmaz zira. Konuşulacak mevzusu olan aklı başında misafirler gelsin hâsılı kelam.
Yerden topladım kalbimin kırıklarını. Eciş bücüş bir şey olur bu saatten sonra belki ama nefes almaya yarasın yeter artık bundan sonra.
Kendi gök kubbemin altında miskin miskin pinekliyordum ne vardı toprağımı hallaç pamuğu gibi attıracak. Ellerine sağlık yine de.
Hikâyenin başlığı tamam… Dedem korkutun hikâyeleri gibi bitsin bu öykü. Soy soylasın, boy boylasın.
Bu öykünün adı da: “TUZ-BUZ” olsun…