Okuduğunuz
yazı
19.3.2010 tarihinde günün yazısı olarak seçilmiştir.
.
.
Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
“Bütün insanlar bir gün mutlaka pişmanlık duyar. Bütün insanların kalbi var ve kalplerinde sızlayan birer yaraları.
Düşünüyorum da sanırım benim gibi, yazar Aynur hanım gibi herkesin annesine, babasına bir türlü diyemediği, söyleyemediği şeyler için bir ukde kalmıştır yüreğinde, geçmişine dair. Bu kimimizde bir sitemdir, bazılarında özürdür, bazılarında ise küfür. Yok, yok işin içine küfrü katmayayım. Zira iş o haddelere gelmişse zaten “ukde” boyutunu aşmıştır veya hesap peşin kesilmiş atiye bırakılmamıştır Allah korusun
Peki, hep bizim mi içimizde ukde kalmıştır, ya onların ya anne, babalarımızın. Onların pişmanlıkları, keşkeleri, haklı sebepleri yok mudur? Veya onları öyle düşünmeye iten, bizim için endişelendiren, kaygılandıran o zamanki maddi, manevi sosyal gerçeklerin rolü ne kadardır bu hayat oyununda. Anne babalarının geleceğine müdahil olmadığı kaç çocuk, kaç genç hayalindeki gerçeğine ulaşmıştır, kaçı duble sükutu hayal yaşamıştır. Ailenin maddi durumunun “tuzu kuru”, orta direk” veya “lüküs mevki” olması ile hayallerin gerçekleşmesi arasında kuracağımız orantı ters mi yoksa doğru mudur? Veya bunun bir standardı var mıdır?
İşin içine birde “kısmet, nasip” gibi kavramları sokunca biraz haksızlık etmiyor muyuz? Bence ediyoruz.
Zira kendimden biliyorum; Sağ olsun babacığım ortaokulu başarıyla tamamladıktan sonra meslek lisesine gitmemi istedi. Kendine göre haklı sebepleri, kaygıları vardı, zaman anarşi ve terörün vakai adiyeden sayıldığı yıllar. Üniversiteler kaynıyor vs. Oğlum bir an evvel meslek sahibi olsun kendini hayatını kursun, kurtarsın derdinde. Aslında başarılı bir öğrenci sayılmama rağmen ilk başlarda tepki koymadım, kafa dengi arkadaşlar, neşeli günler hiçbir şey hissettirmeden gelip geçti. Liseyi bitirdik lakin aklımız havada, tadını aldık ya bir kere, yarı arabesk yarı bohem bir hayat yaşıyoruz hala. Bu arada ufak, tefek kuşak çatışmaları olmakta babamla aramızda belirgin bir şekilde. Tartışırdık, artık o haklı ben haklı hiç önemi yok, çıkardım evden duvarları yumruklardım, kapıları tekmelerdim. Elim kanar, ayağım ağrırdı. Hormonlara kan yürümüş ya bir kere.
Formaliteden, hiç olmazsa girmedi demesinler diye üniversite imtihanına giriş ve “üzgünüz, tekrar deneyiniz” ikazı, sonrasında askerlik.
Askerlik tornadan geçiriyor insanı, olgunlaştırıyor ayağını yere bastırıyor tabiri caizse. Hemen askerlik dönüşü, bir gün otobüste orta okuldan bir kız arkadaşım “F…..” gördüm, ayak üstü sohbet ettik, geçmişten gelecekten bayağı konuştuk. Edebiyat fakültesinde okuyormuş, otobüs son durağa varınca vedalaştık ayrıldık. O an içimde bir şeyler cız etti, hayıflandım üniversite okumadığıma, dahası işi ciddiye almadığıma. Kafaya koydum o sene bir daha imtihana girecektim.
Hemen akşam babama durumu izah ettim. Hiç unutmuyorum bana direk dediği ilk ve tek cümle şu oldu “oğlum sen treni kaçırdın”. Üstelemedim ama içimde bir ukdedir kaldı, biraz da gönül koydum babama içten içe. Ama kızmadım, düşündüm zaten maddi durumumuz o kadar iyi değildi, babam yeni bir iş kurmuştu çekip çevirmesi için bana da ihtiyacı vardı.
Daha sonraları birader üniversite çağına geldi, o aralar maddi durumumuzda “lüküs mevki” olmasa da hatırı sayılır seviyede iyileşmişti. Biradere bir ihtimam, bir özen. Dershaneler, özel dersler vs. Ve bize kısmet olmayan Edebiyat Fakültesi biradere kısmet oldu. Ondan sonra hayat bir şekilde devam etti, üniversite mevzusu aklıma bile gelmedi.
İki yıl kadar önce Allah başımızdan eksik etmesin babacığım beyin damarlarında tıkanıklığa bağlı felç geçirdi. Hastane çıkışı doktorlar tembihledi, eve gittiğinizde devamlı konuşturun, geçmiş günlerden, onunla ilgili anlardan, anılardan sohbet edin, beyin fonksiyonlarının çabuk gelişmesine en azından şimdiki halini muhafaza etmesine faydalı olur diye.
Kâh annemi nasıl kaçırdığını anlattırıyorum, kâh askerde çavuşu dövüp de nasıl firar ettiğini anlattırıyorum. Oradan buradan derken fazlada yormamaya çalışıyorum. Çünkü bazen duruyor, duygulanıyor, gözleri dalıyor, hemen konuyu değiştiriyorum. Yine bir gün böyle bir sohbet esnasında birden dedi ki “bıraksaydım oğlum sen okurdun ha biliyorum, vallahi çok dar zamanıma denk geldi oğlum, inan içimde hep bir ukde olarak durur”.
“Haydaa nereden çıktı babacığım şimdi bu, bırak Allahını seversen, düşündüğün şeye bak” dedim ama boğazımda düğümlendi. Su almak bahanesiyle mutfağa gittim, bir bardak su içtim açıldım. Sonra banyoya lavaboya gittim güzelce yüzümü yıkadım, ağladığım belli olmasın diye.
Canım babacığım o lafı dedin ya, yeter, “Oksford” bitirmiş kadar oldum sen gönlünü ferah tut. Şimdi binlerce şükür ediyorum, ya kırdığım kapı değil de, babamın “kalbi” olsaydı, ya sızlayan elim değil de babamın “yüreği” olsa idi.
Yazarın anlattığı çelişkileri o çağlarında hemen, hemen yaşamış birisi olarak ben, bu yorumumu ikisi üniversitede, birisi lisede okuyan üç kız babası olarak yazıyorum. Her ne kadar çocuklarımın geleceklerine dair seçimlerinde ısrarım sadece fikir bazında kalsada, artık saf değiştirdim, "kendi" tarafımdan artık babamın tarafına geçtim, babamın haleti ruhiyesini daha iyi anlıyabiliyorum, ona hak veriyorum.
Sayın ağyar emeğinize paylaşımınıza sağlık.Babanızın tarafına geçmeniz gayet doğal. Siz de babasınız. Elbetteki onlar bizim iyiliğimiz i çin uğraştılar. Ama ya duygusal baskılar, yanlış duyguda yetiştirilen çocuklar... Teşekkür ederim. Saygılarımla.
Teşekkür ederim. Biz bir fayda göremeyeceğiz belki ama, galiba en bereketli kazanım, evlada yapılan yatırımdır... Biz doğru yoldayız inşallah.. Sevgilerimle...
Okuyan, yorum yazan ya da yazmayan tüm arkadaşlara teşekkür ederim... şu an tesadüfen gördüm günün yazısı olduğunu...Kendi hayatımla beraber kurgu da vardı yazıda bunu da belirtmek isterim. Tekrar hepinize tek tek teşekkür ederim...Selamlar..
Bir çoğumuz bu sıkıntıları yaşadık..Fakirlik, sefalet, cehalet, darbeler döneminde başarıya ulaşmak için çırpındık durduk.. Bir çok kişi başarısız oldu..Başarıya ulaşanların da eminim psikolojisi bozulmuştur..Belki de başarılı olanlar bencil oldu..Herhalde çoğul olacak halleri olamazdı..
Şartlar insanları ne yazık ki bu hale getirdi..Sıkıntıdan kurtulduğumuza da zannetmiyorum..Şimdi de bizim yaşadığımız sıkıntıları çocuklarımız çekmesin diye çırpınıp duruyoruz..
Anne! Beni duy, ben senin görmek istediğin kadar güçlü, başarılı, hatasız değilim. Senin iftihar ettiğin kadar zeki de değilim. Evet, okullar bitirdim birincilikle… Ama bir de bana sor ne çektiğimi… El bir kez okur anlarken, ben beş kez okuyunca anlayabiliyordum icabında. Ama sırf sen “ Falanca senden daha mı akıllı ki, senden yüksek not almış” demeyesin diye, sabahlara kadar ders çalıştım.
Ve küçük bir sırrım var, senin bile bilmediğin. Hani bahçedeki ısırgan otlarını bana toplatırdın, hatırlar mısın? Sana, beni ısırganın yakmadığını söylemiştim. Senin ellerin yanmasın diyeydi anne… Aslında hep yandım…
Ben senin güçlü kızınım ya anne….
Günümüzde yaşayan milyonların kaderini kaleme aldığınızdan emin olabilirsiniz.. Ne güzel anlattınız..yüreğinize sağlık....yeni nesiller yazmaz umarız böyle bir yazıyı.. selam ve dua ile.
anneyla karşılıklı sohbet havasında olmasa da sitem tarzının en harika örneklerinden biri..! hem ibretlik..hem öğrenmelik..hem öğretmelik hem de sohbetlik bir yazı..! nerdeyse hiç fazladan bir kelime bile yazılmamış..duygular birebir yansımız hakettiği kelimelerle..okuması kolay..anlaşılması rahat ve akıcılığı müthiş bence.. yazan parmaklara bereket..! sevgisaygıteşekkür
çok güzel bir yazı okudum sanki beni anlatmışsınız diyeceğim geldi bazı yerlerde yüreğinize sağlık hepimizin içinde ukte kalan annemizin ya da babamızın engel olduğu bişey vardır mutlaka bazen geriye bakmak acı da olsa unutulmuyor yapamadıklarımız ve yapmak zorunda kaldklarımız. sevgiyle kalın
sabah işe gidiyorum.ve yazınızı,günün yazısı bölümünden okudum. sanki kendimi gördüm,bir nebze de olsa.anneniz yerinde. ve sizden izin almadan fc te paylaştım.şu kendi yorumumu ekliyerek.neden mi kızlarımdan özür dileyebilmek için.. onlar fc teler çünkü.ben söylemiyeceğim.umarım görürler,işitirler beni. çok teşekkür ederim
---her annenin yaptığı hatalar.belki ben de yaptım.farkettiğimde elimden geldiğince engel oldum kendime.kızlarımdan önce ben eğilmeli eğitilmeliydim. bunun için hala yaşam kavgam. kendi olamadığımı kızlarım olsun diye dayatmam çok seviyorum sizi.ondandır hala kendimi de sizi de kanatmam. sizi seviyorum,özür dilerim ,beni affedin,teşekkür ederim...---
Üzülmeyin...Hiç bir anne bilerek çocuğuna zarar vermez. Ama bazen onlar için yaptığımız iyilik, bedenlerine dar ya da bol gelebiliyor...Eminim çok iyi bir annesinizdir. Kızlarınız da bunun bilincindedir merak etmeyin.Sevgilerimle.
Öyledir, insan sanki el-alem icin dogmustur onlar icin dogru yasamak zorunda ve konusmak zorundadir, Oysa; o el_alem benim icin ne yapmistir . "KOCAMAN bir hic" ama gel gör ki bunu degistiremyior insan, ne kadar istemesende etki altinda yasam sürüp gider tipki sizin yasam hikayenizde oldugu gibi, hayatimim okul cagi size benzer gecti tek bir fark vardi ortada olan annem degil de dedem di ama "kiz cocugu okumaz" anlayisi ile. yoksa ben "ögretmen olacaktim" ögretmenmiyim simdi, hayir ögretmenlige gipta ile bakan bir sevdaliyim.
Ney'se...
konuyu bana cevirmeden günü yazan yasayan ve yasatan yüregin hikayesinde kayboldugumu belirtmemde yarar var.
İşte tam da bunlardı söylemek istediklerim. Anne babalara uyarı mahiyetinde...Ya da tüm insanlara. Bırakalım hayat kendi bildiğini okusun, ve herkes kendi hayatında fikir sahibi olsun... Öğretmen olamadınız belki ama, çok düzgün cümleler kuruyorsunuz...Öğretici yazılar yazın bence...İçinizdeki ukde biraz olsun teselli bulur.
Kendimizle başbaşa kaldığımız da bile, itiraf etmekten korktuğumuz dürtüleri ne güzel dile almış, kaleminizi konuşturmuşsunuz... Çok güzel, anlam dolu yazınızdan dolayı sizi kutluyorum....
Anne! Beni duy, ben senin görmek istediğin kadar güçlü, başarılı, hatasız değilim. Senin iftihar ettiğin kadar zeki de değilim. Evet, okullar bitirdim birincilikle…Ama bir de bana sor ne çektiğimi…El bir kez okur anlarken, ben beş kez okuyunca anlayabiliyordum icabında. Ama sırf sen “ Falanca senden daha mı akıllı ki, senden yüksek not almış” demeyesin diye, sabahlara kadar ders çalıştım. Ve küçük bir sırrım var, senin bile bilmediğin. Hani bahçedeki ısırgan otlarını bana toplatırdın, hatırlar mısın? Sana, beni ısırganın yakmadığını söylemiştim. Senin ellerin yanmasın diyeydi anne… Aslında hep yandım…
Geç kaldığım bir yazı idi ama geç de olsa okumaktan büyük keyif aldığım bir yazı Aynur hanım. Sanki bizi yazmışsınız, ve sanki bizim iç dünyamızı sermişsiniz ortaya.
Çoğunluğumuz olmak istediğimizi olamadık ama herşeyden önemlisi insan gibi insan olmayı başardık bu kirlenmi, kirletilmiş, çıkar ilişkileri kurulmuş hayatta.
Güne gelmesi gerek bir yazı ve hak etiğini de almış. Kutluyorum kaleminizi ve sevgiler yüreğinize
Sevgili Aynur, hayatta hepimizin isteyipte yapamadığı o kadar çok şey var ki, yazını okuyunca hep o yapamadıklarım aklıma geldi.
Yapmaya kalktığımızda da, artık çok geç oldu ve hayat yarıyı çoktan geçti.
Yazını günün yazısı ilan ediyorum ve 10 puan diyorum. İnsanlara çok şey anlatıyor. İçindeki mesajlar çok güzel. İnşallah anne ve babalar okur, anlar. Benim kızım hemşire, oğlum doktor olacak diye tutturmazlar.
''.....Bütün insanların kalbi var ve kalplerinde sızlayan birer yaraları…En kabadayısının bile, bembeyaz çiçeğe bürünmüş bir erik ağacı karşısında şair olacağına eminim. O yüzden seviyorum bütün insanları…''
Çocukların ya da yakınların ne olduğuna ne olacağına nereye gideceğine başkalarının karar vermesinin ne demek olduğunu ben de yaşadım. Öğretmen olmakdı benim de idealim. Hem de inadına ilk okul öğretmeni olmak. Mutlaka da köy öğretmeni olmak hem de...Önce öğretmenlerim itiraz ettiler , maaşı azmış öğretmenliğin. Ben çok zeki bir öğrenciymişim. Mühendis olmalıymışım. Sonra da üvey ağabeyim aynı şekilde düşünüp ikna etti . Başardılar sonunda ; kaldırım mühendisi ettiler beni !
Aynur Hanım ,yazıları özlenmeyi hak eden değerli bir yazar gerçekten. Seçtiği konu ve anlatımı çok güzel.
Fikret TEZAL tarafından 3/19/2010 5:46:45 PM zamanında düzenlenmiştir.
Bir derginin test yazısına rastladım bir kaç yıl önce. kendime uyguladım bu testi. karakterimize uygun olan mesleği bulmaya yarıyordu bu test. Sonuçta bana en zıt olan mesleğin mühendislik olduğu sonucu ortaya çıkmıştı. Uygun olanın da gazetecilik, yazarlık ve edebiyat, eğitimcilik.
Kaldırım mühendisi dediniz, hiç güleceğim yokken güldürdünüz sayın Tezal...Bence siz gazeteci olmalıydınız.Şaka bir yana, kaderde ne yazıldıysa onu yaşıyor insan...Ama yine de mümkün olduğunca kişilerin kaderine müdahale edilmemeli...Evlat bile olsa... Keşke okulunuzu bitirmek nasip olsaydı diyecektim ama, keşke demek, şeytana kapı aralamak demekmiş...Hayırlısı buymuş diyelim..."Kul kaderini yaşar, bahtına ne çıkarsa" Saygılar..
Anne! Beni duy, ben senin görmek istediğin kadar güçlü, başarılı, hatasız değilim. Senin iftihar ettiğin kadar zeki de değilim. Evet, okullar bitirdim birincilikle…Ama bir de bana sor ne çektiğimi…El bir kez okur anlarken, ben beş kez okuyunca anlayabiliyordum icabında. Ama sırf sen “ Falanca senden daha mı akıllı ki, senden yüksek not almış” demeyesin diye, sabahlara kadar ders çalıştım. Ve küçük bir sırrım var, senin bile bilmediğin. Hani bahçedeki ısırgan otlarını bana toplatırdın, hatırlar mısın? Sana, beni ısırganın yakmadığını söylemiştim. Senin ellerin yanmasın diyeydi anne… Aslında hep yandım…
Ben senin güçlü kızınım ya anne….
Harikasın kardeşim. Güzel bir iç döküştü. Sen de o yeteneği fark etmiştim zaten. Henüz geç kalmış değilsin. Sevgilerimle kardeşim.
Bu yanlızca beni anlatan bir yazı değildir.Yanlış anlaşılmasın. Kendi hayatımdan da örnekler var elbette, ama çocukların kalıplaştırılmaması için yazılmış bir yazıdır.Ve çoğu yeri kurgudur. Nermin abla,sınırlarımı zorlamayı severim, ama olmayacak hayaller peşinden de koşmam. Yaşım kaç olursa olsun, dramaturji okumaya kararlıyım evvelallah...Ama bir şey olmak değil, yaşlandığımda keşke dememek için... Sevgilerimle...
Anne! Beni duy, ben senin görmek istediğin kadar güçlü, başarılı, hatasız değilim. Senin iftihar ettiğin kadar zeki de değilim. Evet, okullar bitirdim birincilikle…Ama bir de bana sor ne çektiğimi…El bir kez okur anlarken, ben beş kez okuyunca anlayabiliyordum icabında. Ama sırf sen “ Falanca senden daha mı akıllı ki, senden yüksek not almış” demeyesin diye, sabahlara kadar ders çalıştım. Ve küçük bir sırrım var, senin bile bilmediğin. Hani bahçedeki ısırgan otlarını bana toplatırdın, hatırlar mısın? Sana, beni ısırganın yakmadığını söylemiştim. Senin ellerin yanmasın diyeydi anne… Aslında hep yandım…
Ben senin güçlü kızınım ya anne….
YAZARIN İÇSEL BİR SORGULAMASIYDI SANKİ... HER NE KADAR ESKİ KUŞAK BİZİM ŞU YA DA BU OLMAMIZI ZORLAMIŞ OLSALARDA ONLARIN PENCERESİNDE BAKTIĞIMIDA BELKİ DE ONLAR HAKLILARDI...ERKENDEN MAAŞA KONUP EKMEK PARASI KAZANMAK,YAŞAMIŞ OLDUKLARI EKONOMİK SIKINTILARDAN OLSA GEREKTİ...
BEN DE OLMAK İSTEDİĞİMİ OLAMDIM NE YAZIK Kİ...
USTA BİR KALEM,GÜZEL İFADELER..DUYGULANMAMAK ELDE DEĞİL...
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.