22
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2007
Okunma

Selma koşar adım seminer salonuna girdiğinde, seminer başlamış, hatta yarı olmuştu. Başka bir şehirden geldiği için, tam vaktinde yetişememişti. Selma bir gıda firmasında mühendis olarak çalışıyordu. Çalıştığı firma, yeni üretime başlayacakları bal hakkında bilgi alması için, kendisini bu seminere göndermişti. Tarımsal ilaçlamayla arıların ve balın ne kadarı zarar görüyor ve neler yapılması hakkındaydı seminer.
Soluk soluğa salona girerek arkalarda boş bulduğu bir yere oturup, dinlemeye başlamıştı. Başına yetişemediği için pek bir şey anlayamıyordu. Seminerin bitiminde, çıkış kapısında, konuşmacıyı beklemeye başlamıştı. Kalabalığın arasından gelen konuşmacıyı durdurarak:
-Merhaba efendim. Benim adım Selma.
Selma’nın uzattığı elini nazikçe sıkan adam:
-Merhaba. Ben de Fatih. Tanıştığımıza memnun oldum Selma Hanım.
-Ben de memnun oldum Fatih Bey. Vaktiniz varsa, bir iki dakikanızı alabilir miyim?
-Memnuniyetle, Selma Hanım. Konu nedir?
-Konu şu; bal arıları. Ben seminere yetişemedim ve firmam benden bir tez hazırlamamı istedi. Oysa sizi dinlemeyi çok istiyordum. Bana bir tez hazırlamamda yardım eder misiniz?
-Kolay canım! Bundan kolay ne var ki, ben size MSN adresimi vereyim, haberleşiriz. İstediğiniz tezi size e-postayla yollayabilirim; ama şimdi çıkmam lazım, uçağı kaçırmak istemiyorum.
-İnanın buna çok sevinirim! Çok makbule geçecek.
Birbirlerine telefon ve MSN adreslerini verip, vedalaşarak ayrılmışlardı. Çünkü Fatih Bey uçağa yetişmek için acele ediyordu. Yurt dışından gelmişti.
Selma otuz beş yaşında, kumral, orta boylu, bekâr bir bayandı. Fatih Bey ise, otuz sekiz yaşında, sarışın, elâ gözlü, uzun boylu, ideal kiloda, sportif bir Beydi.
Selma ile Fatih, uzun bir süre fikir alış verişi yapmışlar, birbirlerine MSN de dosya göndermişlerdi. Çok iyi bir ekip arkadaşı olmuşlardı. Bir gün sohbet anında, Fatih:
-Selma, sana karşı………
-Aslında siz, sayfayı noktalarla bırakmış olsanız da, ben o noktaları okuyabiliyorum.
-Nasıl okuyorsunuz peki?
-Nasıl yazdı iseniz öyle…
-Ben senden hoşlandığımı ve seni sevmeye başladığımı yazmıştım.
-Ben de aynen öyle okumuştum ve duygularınız karşılıksız değil. Ben de aynı duygular içersindeyim. Bakın ben sansürsüz söyleyiverdim)))))
Aralarında geçen bu içtenlikten sonra, aşkları hızla büyüyordu. Artık birbirlerini bir gün dahi olsa, görüp hasret gidermek istiyorlardı. İkisinin de izinli olduğu bir günü ayarlayıp, buluşma noktası için, ilk karşılaştıkları şehri seçmişlerdi.
Selma, Fatih Bey için, elle tutulabilecek güzel bir hediye almak istiyordu. İlk aklına gelen, güzel bir kalem oldu. Hem sürekli elinde olacak, hem de her eline aldığında Selma’yı hatırlayacaktı. Bu düşüncelerle, kırtasiyeleri dolaşmaya başlamıştı. Girdiği kırtasiyeye:
-En güzel kalemi istiyorum.
Tezgâhtaki adam, kutu içinde bir kalem sunarak:
-En güzel kalem bu.
Selma kalemi inceleyince, beğenmedi:
-Nasıl yani, en güzeli bu ise, en çirkini hangisi?
-Artık güzel kalem arayan yok! Ara sıra sizin gibi bir iki müşteri çıkabiliyor, onun için bir iki tane kıyıda köşede saklıyoruz. Bu bizim en iyi markamız.
Selma birkaç kırtasiye dolaştı ise de en güzel kalemi bulamayarak, adamın gösterdiği kalemi almak zorunda kalmıştı. Sabah erkenden yola çıkıp randevusuna yetişmek istiyordu. Fatih Bey yurt dışından geleceği için, yine uçakla gelecekti. Buluşma noktaları, bir parkın önüydü. Selma tam saatinde hızlı adımlarla parkın önüne gelirken, telefonu çalmıştı:
-Alo neredesin Selma?
-Ben geldim! Hemen parkın önündeyim. Ya sen?
-Ben de geldim!
Selma telefonu kapatıp, sağına soluna bakınmaya başlamıştı. Bir ara omzundaki ele döndüğünde, sevdiği adamla göz göze gelip, sıkıca sarılmışlardı. O an, hiç ayrılmak istemiyorlardı. Selma:
-Sen neredeydin?
-Arabadaydım!
Fatih Selma’nın elinden tutarak arabaya doğru çekiyordu. Birlikte arabaya binerek, güzel bir yerde kahvaltı etmişlerdi. Kahvaltı masasında, yok yoktu… Karşılıklı oturdukları masada, sık sık göz göze gelip, birbirlerinin gözleri içinde kayboluyorlardı. Kahvaltıları bitince, tekrar arabaya binip şehri dolaşmaya başlamışlardı. Denizin kenarına gelip, kıyıya vuran dalgaları izlerken Fatih:
-Neler hissediyorsun sevgilim, anlat lütfen. Deyince Selma başını Fatih’in göğsüne yaslayıp, O’nun kalp atışlarını dakikalarca dinlemişti. Fatih ise, sevgilisinin başını sıkıca göğsüne bastırıp, saçlarını okşuyordu. Bu halde ne kadar kaldıklarının farkına bile varmamışlardı. Bir ara Selma:
-Arabayı nerden aldın?
-Kiraladım.
Selma içinden gülüyordu. Oysa garajdan gelirken, fazla fazla otobüs bileti almıştı. Her yerde bilet gişesi olmadığı için, zorluk çekmek istemiyordu. Oysa Fatih, daha düşünceliydi, sadece kendilerine ait olan şu kısacık günü, otobüs bekleyerek geçirmek istemiyordu.
Aniden çıkan rüzgar Selma’nın saçlarını dağıtınca, şalını başına bağlamıştı., Fatih Selma’nın bu haline bayılmış, ‘böyle de çok güzel oldun.’ Demiş ve saatine baktığında, kıpırtısız iki saat dikeldiklerini anlayabilmişti. El ele tutuşan iki sevgili, arabaya geldiklerinde Fatih:
-Ben seni otobüs terminaline değil de, evine bıraksam nasıl olur?
-Uçağa nasıl yetişeceksin? Ben otobüsle de gidebilirim.
-Daha vaktim var. Nasıl olsa geziyoruz. Hem sen yalnız gitmemiş olacaksın, hem ben senin yanında olacağım. Ne dersin canım? Tamam mı?
-Çılgınlık bu! Tamam!
Birlikte Selma’nın şehrine doğru yola çıktıklarında, Fatih’in boşta kalan elini sıkıca kavramıştı Selma. Çok sıcak ve güçlüydü bu el. Hiç bırakmak istemiyordu. Konuşa konuşa şehre girdiklerinde, yine bir parkın önünde durmuşlardı. Şimdi ayrılık vaktiydi ve çok zordu. Selma tuttuğu eli son kez iyice sıkmış ve arabadan inmişti. Fatih’in yürümesi için beklemeye başladığında, eliyle işaret etmişti Fatih:
-Sen yürü.
Selma yürümeye başlamadan önce, arabaya eğilip:
-Gidince beni hemen ara. Ben merak ederim. ‘Tamam’ dedi Fatih ve Selma’nın yürümesi için tekrar işaret etmişti. Genç kız hızlı adımlarla yürümeye başlamıştı. Elli adım kadar gittiğinde, dönüp baktı, araba yeni dönüyordu. Arkasından kaybolana dek bakmıştı. Kuş gibi gelmiş ve gitmişti ‘sevdiceğim’
Eve geldiğinde huzursuz bir şekilde, telefonu beklemeye başlamıştı. Telefon çalmaya başlayınca, telaşla çantadan çıkarırken, kalem eline takılmıştı. Birden kalemi vermediği aklına geliverdi. ‘Tüh be! Ne aptalım ben. Aldığım kalem bende kaldı. Vermeyi unuttum.’ Çalan telefonu açtığında:
-Ben sağ salim yerime ulaştım canım.
İşte bu söz dünyalara değmişti. Bu gün sevgilisiyle el ele, göz göze, aşkın en yalın halini yaşamış, dünyalar onun olmuştu. Kalem kalmıştı… ‘Belki bunda da vardır bir hayır’ diye düşünerek, ‘eğer O’nu bir daha görmezsem, bu kalem O’ndan kalan tek hatıra olacak.’
Emine…21/02/2010