5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
724
Okunma
Bütün Kurtköy’lünün hatta civar köylülerin bile, paragöz olarak tanıdıkları İbram ağa, yine yıllık kira zammında , acımasız davranmıştı babama. Daha sonra öğrendiğim gibi , kira artış zamanlarında, yanında bir adamla gelirmiş babamın yanına. O adamın kahveyi kiralamaya talip olduğunu, istediği kirayı vermezse, kahveyi ona kiralayacağını söylermiş. Zavallı babamın da gideceği başka bir yer, yapabileceği başka bir iş olmadığından, mecburen kabullenirmiş istediği kirayı.
Bu yüzden yıllarca yoksulluktan kurtulamadık biz. Hep çalıştık, para da kazandık ama kiraya ve geçimimize zor yetiştirdik. Allah’tan vergiler bu günkü kadar yüksek değildi. Götürü usulü vergi mükellefi olduğumuzdan, muhasebeci ücreti falan ödemiyorduk. Bir de, o zamanlar Bağ-Kur primi de yoktu babam için. (Ya da var da babam mı bilmiyordu ? )
Önce, bir berberin, kahvemizin bir köşesinde çalışmasını kabullendi babam. Kısa boylu, tombul, şakacı ve keş bir adamdı berber Kadir amca. Pendik- Taşlıbayır’dan geliyordu. (Taşlıbayır, şimdiki Dolayoba) Bize kira vermiyordu ama ona traş olmaya gelenlere çay satıp kazancımızı artırmayı düşünüyorduk.
Daha sonra içki satmaya başladık kahvede. Bira, şarap hatta rakı ! Bir ara oturak olarak kullandığımız tahta peykelerin altları, bira kasalarıyla dolmuştu. Sadece tekel birası vardı o zamanlar. İnce-uzun şişelerde, altışar adet ve tahta kasalarda. Mutuk şarapları vardı. Rakı olarak da sadece Yeni Rakı !
Tabii, kahvede içki içirmek yasaktı. Aslında satmak da yasaktı. Sanırım babama, benim sayemde biraz torpil geçiliyordu. Ya da İbram ağanın sayesinde miydi ?
Babam da ben de çok zayıftık. İkimizin de en çirkin tarafları, dişlerimizdi. Benm ön dişlerim ; sanırım bildim bileli çürüktü. Hiç bir zaman, yerlerine sağlam dişlerim çıkmadı. Babamın bütün dişleri çürük gibiydi. Zaten çok sigara içtiğinden ve diş macunu- diş fırçası gibi araçlarla hiç tanışmadığından, çürüğü de sağlamı da hepsi sapsarıydı. Ben de ancak onsekizimden sonra tanışmışımdır bu temizlik aletleriyle. O da dişlerimi yaptırdıktan sonra.
Cahildi rahmetli babam ; kolay kanardı insanlara. Biranın bana iyi geleceğini, iştahımı açıp, kilo aldıracağını söylemişler; inanmış. Henüz dokuz yaşımdaydım ve o kahve köşesinde yemek masamda bira bardakları oldu benim. İlâç niyetine bira içiyordum o yaşta. Hatırlamıyorum, kim vaz geçirdi daha sonra babamı da keş olup çıkmadım o yaşta !
Çok şükür ki, ’ şarap kan yapar, şarap içir çocuğa !’ dememiş kimse. Yoksa herhalde şarap içirmekten de kaçınmazdı. Ona asla kızmıyorum.Cehalet diyorum sadece.
Şaka ve tartışmaların her çeşidi yaşanırdı kahvemizde. Bir gün berber Kadir amca ile babam iddiaya tutuşmuşlar. Beni peykenin üzerine sırt üstü yatıracaklar. Eğer hiç bir yere tutunmadan kalkabilirsem, ne istersem verecekmiş bana berber !
- Ne istersem alacak mısın ? diye sordum merakla, sırt üstü yatarken.
- Ne istersen * diye cevap alınca, içimde bir sevinç doğdu.
- Uçak bile istesem alacak mısın ?
- Uçak bile istesen alacağım lan ; yeter ki kalk sen ! deyince, birden uçak sahibi olduğum kadar sevindim. Kalkamayacağımı hiç hesaba katmıyordum. Fakat ne kadar uğraşsam da kalkamadım yerimden. Evet ; hayatımın en büyük fırsatını, uçak sahibi olma fırsatını o gün kaçırmıştım işte (:-
Bir gece yine derslerimi yapıp uyumuştum kahvenin köşesinde. Bağırışma seslerine uyandım. Babam başımdaydı ve adamın birine yalvarıyordu.
- Yalvarırım yapma Yaşar. Bak çocuk uyanacak, korkacak !
Uyandığımda, yalvardığı adamın Koçero lâkaplı Yaşar ağabey olduğunu gördüm. Elinde kırık bir şişe vardı ve babama vurmakla tehdit ediyordu. Çünkü sarhoştu, kahvede içmiş ve daha da içmekte ısrar ediyordu. İçki satmak işte böyle belâlı bir işti. Allah’tan yalnız değildi ve babamı dayak yemekten kurtardılar.
Koçero Yaşar , köyün sevilmeyen, yaramaz adamlarından biriydi. Çalışmayan, genelde sarhoş gezen, karısını döven, çocuklarını horlayan biriydi. Dört erkek çocuğu vardı.Yıllar sonra çocuklarından dayak yiyen ilk baba olarak Kurtköy’ün tarihine geçmişti.
Babam, bu kahve köşesinde yıllarca içki sattı. Bana da sattırdı. Fakat kendisinin içtiğini, sarhoş olduğunu ne gördüm ne duydum. Oysa bir başlasa, tam bir keş olurdu babam.
Bir gün okuldan döndüğümde, değişik bir olayla karşılaştım kahvemizde. Hafız Burhan olduğumu sonradan öğrendiğim, zamanın meşhur sesi, içli bir gazel okuyordu. İlk defa o gün gördüğüm ve Çoban Tahsin amcaya ait olan gramafondan geliyordu bu ses.
’ VEREMLİ KIZ
Her gün doktor gelir gider ; herkes bunu merak eder.
Zavallı kız verem olmuş ; yaprak dökümünü bekler.
Penceresi siyah perde, zavallı kız düşmüş derde.
Doğru söyle anneciğim , yatılır mı kara yerde ? ’
Kimsede çıt yok. Kimse oyuın falan oynamıyor. Hatta önlerindeki çayları bile soğutup yudumlamıyorlar. Sadece sigaralarından bir nefes, bir nefes daha çekiyorlar.
Babam biraz daha farklı onlardan. Solgun , yeşil gözlerinden dökülen yaşlar,çeşmeden akan sular gibi ! Sigarasını üst üste çekiyor ama hüngür hüngür de ağlıyor babam.
Ben ancak o gün öğreniyorum, babaannemin genç yaşta veremden öldüğünü....
(Devam edecek)
Fikret TEZAL