11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
934
Okunma

Geçimli bir adam olduğumu itiraf etmem gerekiyor önce. Özellikle evde tabii. Yaşım gereği en çok haber ve tartışma programlarına meraklı olsam da, yalnız olmadığımda aşırıya kaçmam . Evde genç çocuklarım varsa, kumandayı onlara verip, zevklerine saygı duyarım. Reklâm aralarında yine güzellikle haber kanallarından birini açtırırım.
Hanımla birlikte olduğumuzda, mümkün olduğunca birlikte seyredebileceğimiz bir şeyler açarım. O kendi isteğiyle kumandayı bana bırakır. Bir nebze haber dinlememi de anlayışla karşılar ve o da benimle birlikte dinler. Klâsik Türk ailesiyiz biz. Çoğu kez akşamda bir yerli dizi izleriz. Bazen de müzik, spor ve kültür içerikli yarışmalar.
İş yerim eve yakın olduğundan, gündüzleri eve yemeğe gelirim. O saatlerde televizyonlarda en çok kadın programları ve evlendirme programları oluyor. Ben yine bir süre haber dinledikten sonra, eşime saygı olarak onlardan birini açarım. Eşimin en çok seyrettiğini yani.
Evlendirme programları, bayağı bir eleştiri alıyor. Yaşlı insanların oraya çıkıp da evlenmek istemeleri, eş aramaları yadırganıyor çok kişi tarafından. Gülünç duruma düştükleri iddia ediliyor. Oysa, olayın bir başka yönü de var. Altmış yetmiş yaşlarında yalnız kalan erkek ya da kadınların halinden anlamak için, onlardan biri olmak gerekiyor aslında. En azından onların yaşında olmak. Bu yaşlardaki insanlara ne kadar samimiyetle bakılıyor, çocukları tarafından ? Çoğu ya evlerinde yalnız bırakılıyor, ya horlanıyor ya da huzur evlerine terkedilmiyor mu ?
Yalnızlık en çok yaşlılıkta zor. Kendi başına o yaşta eş bulmak da pek kolay değil. Bence bu işi ciddi yapan televizyon kanalları, toplumdaki bu eksikliği gidererek, sosyal bir işlev görüyorlar.
Bu programlardan birinde, bir Emine hanım var. Çalan her havada, oturduğu yerde bile, hemen oynamaya başlıyor. Bazen de sahneye fırlayıp, adeta dansözlere taş çıkartırcasına oynuyor. Üstelik yaşı altmışı geçip yetmişe dayanmış. İstanbul’un Avrupa yakasında yoksul bir semtte oturduğunu, burada ve bir de Adana’da torunları olduğunu söylüyor. Mutlaka torunlarına yakın bir yerde oturacak eş arıyor kendine. Diğer şartı da eşinin dişlerini yaptırması. Neyse ki dişlerinin yapımını kanal üstlenmiş bile.
Dün bir talibi geldi Emine hanımın. ’ Bu kadın beni gençleştirir. Durduğu yerde bile oynuyor. ’ dedi. Emekliymiş, kendi evinden başka bir de kira geliri varmış.
’ Emekli maaşın bize yeter. Fazla evlerini falan ver çocuklarına ’ diyor Emine hanım.’ Bu yaştan sonra bize fazlası lâzım olmaz. Bir çorba, bir bulamaç yapar yeriz !’
Gülüyor seyirciler. ’ Bulamaç ’ da neymiş ? Adam da anlamıyor bulamaçtan !
Unla, soğanla yapılan bir yoksul yemeği olduğunu anlatıyor Emine hanım. Zamanında çok yoksulluk çektiklerini, annesi onu çamurun içinde dünyaya getirirken öldüğünü anlatıyor.
Gülüyor hep seyirciler. Kimsenin suçu yok. Emine hanım onları hep gülmeye alıştırmış çünkü.
’ Bir gün babam kucağına almış, ben ağlıyorum, kimse susturamıyorken, kapıda eşek sesi duyuluyor. Öyle ki ne beni ne eşeği kimse susturamıyor. Babamın aklına bir şey gelmiş. Eşeği içeriye aldırıyor. Eşek bana memelerini dönünce, babam da ağzımı yanaştırmış eşeğin memelerine. Tam altı ay emzirmiş beni bu eşek. Süt annem olmuş yani. Büyüyünce süt annem bildim de bir türlü binmeye kıyamadım ben ona ! ’
Salondakiler kopuyor gülmekten. Hem de uzun süre gülüyorlar. Artık anlaşılmıyor bile Emine hanımın diğer anlattıkları.
Ve sonunda Emine hanım da kopuyor ; öyle bir ağlıyor ki , kimseler susturamıyor uzun süre. Ben halâ çalan her havada, yerinde bile olsa oynayan, gülen güldüren Emine hanım olarak getiriyorum onu gözlerimin önüne. Ağladığı dakikaları hatırlamak istemiyorum aslında. Fakat çok ilginç gelen bu olayı sizlere de anlatmadan edemedim.
Fikret TEZAL